evrim nacar | Alanya HEP University (original) (raw)
Papers by evrim nacar
Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat Yazıları Dergisi, 2024
Öz: Bu çalışmada Ingmar Bergman'ın İnanç Üçlemesi'ndeki sessizlik olgusunu, sadece bir kişisel iç... more Öz: Bu çalışmada Ingmar Bergman'ın İnanç Üçlemesi'ndeki sessizlik olgusunu, sadece bir kişisel içe dönüş aracı olarak değil, aynı zamanda politik bir alegori olarak yorumlamak amaçlanmaktadır. Bu doğrultuda üçlemenin son filmi olan Sessizlik (1963), tarihsel iletiminde ve seyirciyle karşılaşmasında, yeni yorumlar ve anlamlarla ortaya çıkan bir deneyimin parçası olarak görülmekte, filmin değerlendirmesinde tek bir teorinin inşası takip edilmemekte, hermeneutik yöntem referans alınarak film yorumlama sürecine odaklanılmaktadır. Film sanat felsefesi perspektifinden, kültürel, tarihsel ve sanatsal arka planıyla, görsel sembolleri ve kurgusal yapısıyla değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme neticesinde, filmin içine doğduğu kültürün ve zamanın; toplumun değerlerinin ve inançlarının filme yansımalarının izleri sürülmüştür. Bu bağlamda, filmdeki sembolik unsurlar ve anlatı yapısı, dönemin sosyo-kültürel ve tarihsel bağlamıyla ilişkilendirilerek analiz edilmiştir.
Yemek ve İçmenin İletişimi, 2024
İletişim teknolojileri hızla gelişmekte ve dünya genelinde önemli değişikliklere neden olmaktadır... more İletişim teknolojileri hızla gelişmekte ve dünya genelinde önemli değişikliklere neden olmaktadır. Yeni medya araçları sosyal ağ kullanıcılarının hem içerik yaratıcısı ve hem de yayıncısı olarak medya teknolojilerinde "üçüncü bir dalga" yaratmasına, kullanıcıların belge ve haber niteliğinde görüntüler kaydetmesine, haberleri sosyal medya aracılığıyla yaymasına ve kendi izleyici kitlesine ulaşmasına olanak tanımıştır. Özellikle sosyal medya platformları, kullanıcılara yeni bilgilere kolayca erişme ve bu bilgileri günlük yaşamlarına entegre etme fırsatı sunarak "prosumer" olma yolunu açmaktadır. Bu yeni bilgiler arasında sağlıklı beslenme ile ilgili bilgilere ulaşma ve sağlıklı gıdalara erişim de önemli bir yer tutmaktadır.
MEDİAJ, 2022
Polonya sinemasında “üçüncü kuşak” dönemine dahil edilen ve sinema kariyerine devam etmek için ... more Polonya sinemasında “üçüncü kuşak” dönemine dahil edilen ve sinema kariyerine devam etmek için ülkesini terk etmek zorunda kalan göçmen yönetmenlerden biri olan Andrzej Żuławski’nin Berlin’de çektiği Possession (1981) filmi konusu, görsel tasarımı ve anlatım biçimiyle, kişisel sinema üretim pratiği ve ulusötesi yapım anlayışını tartışmak açısından verimli bir kültürel malzeme sunar. Żuławski’nin Possession çalışmasında adına yaraşır (sahiplik, aitlik, ele geçirilme) biçimde bünyesinde barındırdığı göç(menliğ)e, sınırlara, sınır aşımına, kültürler arasılığa, ulusötesiliğe, türler arasılığa dair çatışmalı anlatısal öğeler ile birlikte baskın cinsiyetçi bir zihinsel üretim ve kültürel pratik olarak eril auteur üretiminin eleştirel sorgulanmasını gerektiren bir sinema evreni kurulur. Filmin anlatısında korku türünden ödünç alınan “canavarsı-dişi” (monstrous-feminine) figürü olarak Anna (Isabelle Adjani) karakterinin -aileyi yıkan eş- merkezdeki konumu ve sinemasal sunulma biçimi görsel haz, eril bakış düzenlemeleri ve psikanalizle ilgili kavramsal arka planın kesiştiği yerde çoklu yorumlanabilecek bir kültürel zemindir. Bu anlamda beden sınırlarına bağlı ego oluşumunu anne (maternal) evreni ile merkezi olarak bağdaştıran “abjection” teorisiyle filmdeki annelik olgusu, yazar/yönetmenin sinema dili ve bakış (gaze) düzenlemeleri üzerinden yorumlandığında, filmde var olmaya çalışan kırılgan ve mağdur erilliğe (zihinsel üretici figüre) dair (kişisel) krizlerin ve travmaların belirginleşerek sinemasal cinsiyetçi tavırla örtüştüğü görülür. Bu nedenle Possession filmi sayılan kavramlar eşliğinde gözden geçirilmesi gereken kültürlerarası bir zihinsel üretim, yapım ve anlatı(m) alanıdır. Filmin sinemasal aktarımında gözetleme/gözetlenme, ulusal (ideolojik) bağ/bağsızlık, kadın bedeninin dışavurumcu bir estetik anlayışla abject olarak sunulma ısrarı, karşımızdaki auteur anlatıya dair iktidarın (film yapma pratiği esnasındaki ve filmin ardındaki “göz” olarak) konumu açısından psikanalitik ve disiplinlerarası kapsayıcı bir bakış sağlayacak olması nedeniyle kültürel çalışmalar ekseninden de yararlanılarak değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Possession, Andrzej Żuławski, abjection, canavarsı-dişi, auteur eril bakış.
Perdeye Yansıyan Kavga: Yılmaz Güney'den Emin Alper'e Politik Sinema (İçinde), 2018
Bu çalışmada "güven", "inanç", "vicdan" ve "adalet" temaları üzerinden Nar filmindeki ihmal ve ih... more Bu çalışmada "güven", "inanç", "vicdan" ve "adalet" temaları üzerinden Nar filmindeki ihmal ve ihlal üzerinde durulmuştur. Filmde iyi ve kötü kavramları yabancılaşmayla birlikte yeniden üretilerek , olaylar ve karakterlerin ikili karşıtlıklara nasıl indirgendiği incelenmiş, modernist anlatı eleştirisi çatısı altında ana karakterlerin yabancılaşmasına bakılmıştır.
Polonya sinemasında "üçüncü kuşak" dönemine dahil edilen ve sinema kariyerine devam etmek için ül... more Polonya sinemasında "üçüncü kuşak" dönemine dahil edilen ve sinema kariyerine devam etmek için ülkesini terk etmek zorunda kalan göçmen yönetmenlerden biri olan Andrzej Żuławski'nin Berlin'de çektiği Possession (1981) filmi konusu, görsel tasarımı ve anlatım biçimiyle, kişisel sinema üretim pratiği ve ulusötesi yapım anlayışını tartışmak açısından verimli bir kültürel malzeme sunar. Żuławski'nin Possession çalışmasında adına yaraşır (sahiplik, aitlik, ele geçirilme) biçimde bünyesinde barındırdığı göç(menliğ)e, sınırlara, sınır aşımına, kültürler arasılığa, ulusötesiliğe, türler arasılığa dair çatışmalı anlatısal öğeler ile birlikte baskın cinsiyetçi bir zihinsel üretim ve kültürel pratik olarak eril auteur üretiminin eleştirel sorgulanmasını gerektiren bir sinema evreni kurulur. Filmin anlatısında korku türünden ödünç alınan "canavarsı-dişi" (monstrous-feminine) figürü olarak Anna (Isabelle Adjani) karakterinin-aileyi yıkan eşmerkezdeki konumu ve sinemasal sunulma biçimi görsel haz, eril bakış düzenlemeleri ve psikanalizle ilgili kavramsal arka planın kesiştiği yerde çoklu yorumlanabilecek bir kültürel zemindir. Bu anlamda beden sınırlarına bağlı ego oluşumunu anne (maternal) evreni ile merkezi olarak bağdaştıran "abjection" teorisiyle filmdeki annelik olgusu, yazar/yönetmenin sinema dili ve bakış (gaze) düzenlemeleri üzerinden yorumlandığında, filmde var olmaya çalışan kırılgan ve mağdur erilliğe (zihinsel üretici figüre) dair (kişisel) krizlerin ve travmaların belirginleşerek sinemasal cinsiyetçi tavırla örtüştüğü görülür. Bu nedenle Possession filmi sayılan kavramlar eşliğinde gözden geçirilmesi gereken kültürlerarası bir zihinsel üretim, yapım ve anlatı(m) alanıdır. Filmin sinemasal aktarımında gözetleme/gözetlenme, ulusal (ideolojik) bağ/bağsızlık, kadın bedeninin dışavurumcu bir estetik anlayışla abject olarak sunulma ısrarı, karşımızdaki auteur anlatıya dair iktidarın (film yapma pratiği esnasındaki ve filmin ardındaki "göz" olarak) konumu açısından psikanalitik ve disiplinlerarası kapsayıcı bir bakış sağlayacak olması nedeniyle kültürel çalışmalar ekseninden de yararlanılarak değerlendirilmiştir.
SineFilozofi, 2020
Roman Polanski'nin Apartman Üçlemesi'nde kent hayatının bir sembolü olan apartmanlar, dışarısının... more Roman Polanski'nin Apartman Üçlemesi'nde kent hayatının bir sembolü olan apartmanlar, dışarısının tacizkar ve ihlalci yapılanmasını içeriye sızdırarak ruhsal aygıtı şekillendiren "tekinsiz" yapılar olarak ele alınmıştır. Apartman Üçlemesi'nde milyonlarca Polonyalının katledilmesine sebep olmuş Nasyonal sosyalist rejim ve savaş sonrasında ülkeyi 44 yıl uydu devlet olarak kullanan totaliter Sovyet rejimi, "içerisi" ve "dışarısı" ayrımıyla ilişkilendirilmektedir. Üçlemenin ilk filmi Tiksinti (1965) iğrenmenin psişik mekanizması üzerinde durmasıyla diğer filmlerden ayrılmaktadır. Filmin baş karakteri Carol, erkeklere ve erkekliği çağrıştıran nesnelere karşı zapt edilmez bir iğrenme hissine sahiptir. Bu bağlamda Carol'ın "dışarısı"nı erkeklerle ve erkeklik kodlarıyla bağdaştırarak kendisini dışarıdan soyutlama çabası, bedenin içerisi ve dışarısı ayrımının ben'lik oluşumuna etkisini irdeleyen psikanalatik kavramlarla ele alınmıştır. Sigmund Freud'un tuhaf ve aynı zamanda tanıdıklık hissine karşı kullandığı "tekinsiz" kavramı; Julia Kristeva'nın iğrenç olanın kimliği, düzeni ve sistemi tehdit edici yapısını öne çıkaran "abject" kavramı, Didier Anzieu'nun derinin içi ve dışı arasındaki sınırın, öznenin nesneyle ve ötekiyle olan ilişkisini belirlediğini öne sürdüğü "deri-ben" kavramı ile filmin okuması yapılmıştır.
Luis Buñuel Sinemasında Ölüm ve Erotizm Birliği, 2020
Yirminci yüzyılın en başarılı yönetmenlerinden Luis Buñuel’in İspanya İç Savaşı’nı deneyimleyen, ... more Yirminci yüzyılın en başarılı yönetmenlerinden Luis Buñuel’in İspanya İç Savaşı’nı deneyimleyen, Paris’ten Hollywood’a, oradan da Meksika’ya kadar uzanan, düş gücüyle sarmalanmış yaşamı, yalnızlıkla ve muzırlıklarla doludur. Buñuel’in kendini ciddiye alan her şeyi bir hamlede alaşağı eden gerçeküstücü ve muzır sinema dili en çok burjuvaziyi hedef
almıştır. Yönetmenin karşısına aldığı din, aile, devlet, okul gibi kurumların burjuva dünyası içindeki rolünü mizahi bir dille sorgulayan tutumu, hemen her filminde kendini göstermiştir. Buñuel’in bu ‘bilinen’ tutumunun altında ölümü ve erotizmi uzlaştıran bir öz vardır. Georges Bataille’a göre de ölüm ve erotizm birliği, gülmenin ve hıçkırığın düzensizliği içinde,
“şiddetin ve benliği aşan zevkin taşkınlığı içinde, korkunun ve coşkunun benzerliğiyle” kavranır. İnsanı korkunun içine hapseden şey aynı zamanda onu kurtaran şeydir. Buñuel’in başvurduğu sanat simsarlığı, iki zıt kutup olarak görünen gerçekliğin, ölümün ve erotizmin buluştuğu zor yakalanır noktada, sado-mazoşist ve nevrotik nekrofil fantezilerle,
gerçeküstücülüğün abject (murdar) çehresine katkıda bulunmuştur.
Bu kitapta, Buñuel filmlerinde ölümün erotizme bağlanma noktası; filmlerde kullanılan mekânların karakter çeşitliliğiyle kazanılan karnavalesk özün yaşam ve ölüm devinimine olan katkısı; Bataillean ölüm ve erotizm birliği düşüncesiyle açıklanmaya çalışılmıştır. Buñuel
sinemasına farklı bir pencereden bakan Evrim Nacar, ölüm ve erotizm arasında dengesini bulmuş yönetmenin hayatının farklı dönemlerine ait dört filminin gizlerine tanıklık etmeye çabalamıştır.
Abstract
The book, told with the tone of dark humour, is of a bourgeoisie mass, who despite not appropriating sexuality as “evil” are nevertheless are unable to rid themselves of sadomasochistic games and neurotic necrophiliac fantasies, and the self-absorbed lives of the clergy which hang in the balance of their wealth. This work, siding with the ranks of “praise the chains” against the discourse of freedom of the bourgeoisie, tries to explain dark humour, which is a tool to intensify Bunuel’s criticism against certain classes, with the aid juxtaposition of death and eroticism and the carnivalesque theory.
Sinecine: Sinema Araştırmaları Dergisi, 2016
Bu çalışmada Kızıl Çöl filminin başkarakteri Guiliana’nın hayata dair anlam yaratma çabası değil ... more Bu çalışmada Kızıl Çöl filminin başkarakteri Guiliana’nın hayata dair anlam yaratma çabası
değil kadının hayata anlamsız, yitik bakışının kendisi tartışılmıştır. Anlamın mülkiyetle olan
ilişkisi ve modern zaman insanının çevresine olan aidiyeti Heidegger’in “Das Man” kavramı
çerçevesinde ele alınmış; çevrenin manyetik çekimine olan karşı koyma edimi ise yurtsuzluk
hissi ile açıklanmaya çalışılmıştır. Kızıl Çöl’de Michelangelo Antonioni’nin diğer filmlerinde
de karşımıza çıkan parçalanmış anların sessizliğinden ziyade kişilerarası iletişimsizliğin
yarattığı kederli uzaklığı tecrübe ederiz. Bu anlamda sessizliğin yarattığı hüzün ve çaresizlik
açıklanmaya; Guiliana’nın geçirdiği kazadan sonra yitirdiği her bir anlama karşılık gelen her
rengin gizemi çözülmeye çalışılmıştır.
Karanlıkta Bırakılmış Bir Kültür Varlığının Otobiyografisi
Béla Tarr sineması üzerine.
Doğanın, arzunun ve kolektif yaşamın ritimleri Spinozacı tekilin ölümüyle oluşan bir yeniden diri... more Doğanın, arzunun ve kolektif yaşamın ritimleri Spinozacı tekilin ölümüyle oluşan bir yeniden diriliştir.
Bilge Karasu eserlerindeki karakterler kendi evrenlerinde yasayan, iyinin ve kötünün ötesinde ola... more Bilge Karasu eserlerindeki karakterler kendi evrenlerinde yasayan, iyinin ve kötünün ötesinde olan bireylerdir. Varoluşları bir düşünceyi veya belli bir değeri imlemek amacı taşımamaktadır. Karakterler daha çok bir yaşantıyı ölümle anlamlandırarak kurma çabasındadırlar. Füsun Akatlı, Karasu'yu Türk edebiyatının, yazısında en çok 'felsefe' taşıyan ama felsefeyi edebiyatına taşıtmayan ustası olarak tanımlar. (Akatlı, 1998, s. 79). Karasu'ya göre yaşama hep yazın açısından bakmak felsefeyi hiç hesaba katmamak demek değildir (Karasu, 1999). Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı'nda da karakterler felsefi düşünme ve sorgulama üzerine değişik tespitlerde bulunmaktadırlar. Soru sormak Ada'nın ve Tepe'nin karakterlere öğrettiği en belirleyici özelliktir. Bu yüzden içinde üç farklı öykü barındıran eseri sadece edebi değil felsefi bir metin olarak da değerlendirmek gerekmektedir. Öykülerde anlatılanlar genel olarak keşişlerin baskı ortamından kaçışı sonrasında yaşadıkları gibi görünse din ve bireyleşme sürecinde arketiplerin yansımalarını ve kişilerin kendi benliklerine ulaşma çabalarını öne çıkartmaktadır. Karasu eserinde keşişleri ölüm, kaçış, baskı, korku gibi temalarla ilişkilendirerek bireylerin yaşantılarını ve kendilerini değerlendirme sürecini iç çatışmalarla aktarmıştır. Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı'ndaki din adamlarının varoluş sorunuyla ilişkili yaşamı ve ölümü sorgulama süreçleri, bunun üzerine kendilerini çoğunluktan soyutlama/soyutlayamama halleri bu çalışmanın çıkış noktasını oluşturmaktadır.
İnsan kanının kötü kokusuydu, bana gülümseyen tek şey. 1 Resmetme edimi her zaman ileri ya da ger... more İnsan kanının kötü kokusuydu, bana gülümseyen tek şey. 1 Resmetme edimi her zaman ileri ya da geri alınmış olsa da bir olay öncesi ve olay sonrası arasında salınmayı sürdürür. Daha resim başlamadan her şey, ressamın kendisi dahil tuval üzerindedir. Olasılıklar daha ilk fırça darbesi değmeden orada bulunur ve tuvali doldururlar. Ressam ise tuvale geçerek bütün olasılıkları yok eder, bu onun tam olarak ne yapmayı istediğini bilmesindendir. 2 Ressam bir duyma-kavrama-yansıtma sürecinden geçerek kendisini dışarının kaosundan uzaklaştıracak tuvale ulaşır, oraya bu sıçrayışın izini bırakır.
Drafts by evrim nacar
Düşüncenin gerçek işleyişini katıksız, ruhsal bir araçla ifade eden, yeni bir yaşam yaratmayı ama... more Düşüncenin gerçek işleyişini katıksız, ruhsal bir araçla ifade eden, yeni bir yaşam yaratmayı amaçlayan gerçeküstücülüğe kendisini bırakan Bunuel, gerçeküstücülüğün savaş sonrası yeni bir düzen için verdiği mücadelede yara almadan kurtulmanın yolunu kara mizahta bulmuştur. Bunuel'in karşısına aldığı din, aile, devlet, okul gibi toplumsal kurumların burjuva dünyası içindeki rolünü sorgulayan tutumu hemen her filminde kendini göstermiş, burjuvazinin her gördüğüne açıklama getirme çabasındaki ciddiyeti çekip alarak gülmeye yol açmıştır. Bunuel'in bu " bilinen " tutumunun altında " iç deneyim " le kavranabilen, salt kendi değerleriyle oluşturduğu, ölümü ve erotizmi uzlaştıran bir öz vardır. Bunuel'in başvurduğu sanat simsarlığı, iki uç kutup olarak görünen gerçekliğin, ölümün ve erotizmin buluştuğu zor yakalanır noktada sadist-mazoşist ve nekrofil oyunlarla gerçeküstücülüğün Bataillecı " murdar " çehresine katkıda bulunmuştur. Bu fantezilerle Bunuel, Bretoncu ortodoks gerçeküstücülüğün sınırını ihlal etmiş, içgüdüsel kötülüğün alanına girmiş, böylelikle insanı hayvana yaklaştırmıştır. Bu çalışmada, Bunuel filmlerinde ölümün erotizme bağlanma noktası; bunun yarattığı kötülük olgusu; kullanılan meknların karakter çeşitliliğiyle kazanılan karnavalesk özün yaşam ve ölüm devinimine olan katkısı Bataille'ın " transgresyon " (sınır ihlali) kavramıyla açıklanmaya çalışılmıştır.
Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat Yazıları Dergisi, 2024
Öz: Bu çalışmada Ingmar Bergman'ın İnanç Üçlemesi'ndeki sessizlik olgusunu, sadece bir kişisel iç... more Öz: Bu çalışmada Ingmar Bergman'ın İnanç Üçlemesi'ndeki sessizlik olgusunu, sadece bir kişisel içe dönüş aracı olarak değil, aynı zamanda politik bir alegori olarak yorumlamak amaçlanmaktadır. Bu doğrultuda üçlemenin son filmi olan Sessizlik (1963), tarihsel iletiminde ve seyirciyle karşılaşmasında, yeni yorumlar ve anlamlarla ortaya çıkan bir deneyimin parçası olarak görülmekte, filmin değerlendirmesinde tek bir teorinin inşası takip edilmemekte, hermeneutik yöntem referans alınarak film yorumlama sürecine odaklanılmaktadır. Film sanat felsefesi perspektifinden, kültürel, tarihsel ve sanatsal arka planıyla, görsel sembolleri ve kurgusal yapısıyla değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme neticesinde, filmin içine doğduğu kültürün ve zamanın; toplumun değerlerinin ve inançlarının filme yansımalarının izleri sürülmüştür. Bu bağlamda, filmdeki sembolik unsurlar ve anlatı yapısı, dönemin sosyo-kültürel ve tarihsel bağlamıyla ilişkilendirilerek analiz edilmiştir.
Yemek ve İçmenin İletişimi, 2024
İletişim teknolojileri hızla gelişmekte ve dünya genelinde önemli değişikliklere neden olmaktadır... more İletişim teknolojileri hızla gelişmekte ve dünya genelinde önemli değişikliklere neden olmaktadır. Yeni medya araçları sosyal ağ kullanıcılarının hem içerik yaratıcısı ve hem de yayıncısı olarak medya teknolojilerinde "üçüncü bir dalga" yaratmasına, kullanıcıların belge ve haber niteliğinde görüntüler kaydetmesine, haberleri sosyal medya aracılığıyla yaymasına ve kendi izleyici kitlesine ulaşmasına olanak tanımıştır. Özellikle sosyal medya platformları, kullanıcılara yeni bilgilere kolayca erişme ve bu bilgileri günlük yaşamlarına entegre etme fırsatı sunarak "prosumer" olma yolunu açmaktadır. Bu yeni bilgiler arasında sağlıklı beslenme ile ilgili bilgilere ulaşma ve sağlıklı gıdalara erişim de önemli bir yer tutmaktadır.
MEDİAJ, 2022
Polonya sinemasında “üçüncü kuşak” dönemine dahil edilen ve sinema kariyerine devam etmek için ... more Polonya sinemasında “üçüncü kuşak” dönemine dahil edilen ve sinema kariyerine devam etmek için ülkesini terk etmek zorunda kalan göçmen yönetmenlerden biri olan Andrzej Żuławski’nin Berlin’de çektiği Possession (1981) filmi konusu, görsel tasarımı ve anlatım biçimiyle, kişisel sinema üretim pratiği ve ulusötesi yapım anlayışını tartışmak açısından verimli bir kültürel malzeme sunar. Żuławski’nin Possession çalışmasında adına yaraşır (sahiplik, aitlik, ele geçirilme) biçimde bünyesinde barındırdığı göç(menliğ)e, sınırlara, sınır aşımına, kültürler arasılığa, ulusötesiliğe, türler arasılığa dair çatışmalı anlatısal öğeler ile birlikte baskın cinsiyetçi bir zihinsel üretim ve kültürel pratik olarak eril auteur üretiminin eleştirel sorgulanmasını gerektiren bir sinema evreni kurulur. Filmin anlatısında korku türünden ödünç alınan “canavarsı-dişi” (monstrous-feminine) figürü olarak Anna (Isabelle Adjani) karakterinin -aileyi yıkan eş- merkezdeki konumu ve sinemasal sunulma biçimi görsel haz, eril bakış düzenlemeleri ve psikanalizle ilgili kavramsal arka planın kesiştiği yerde çoklu yorumlanabilecek bir kültürel zemindir. Bu anlamda beden sınırlarına bağlı ego oluşumunu anne (maternal) evreni ile merkezi olarak bağdaştıran “abjection” teorisiyle filmdeki annelik olgusu, yazar/yönetmenin sinema dili ve bakış (gaze) düzenlemeleri üzerinden yorumlandığında, filmde var olmaya çalışan kırılgan ve mağdur erilliğe (zihinsel üretici figüre) dair (kişisel) krizlerin ve travmaların belirginleşerek sinemasal cinsiyetçi tavırla örtüştüğü görülür. Bu nedenle Possession filmi sayılan kavramlar eşliğinde gözden geçirilmesi gereken kültürlerarası bir zihinsel üretim, yapım ve anlatı(m) alanıdır. Filmin sinemasal aktarımında gözetleme/gözetlenme, ulusal (ideolojik) bağ/bağsızlık, kadın bedeninin dışavurumcu bir estetik anlayışla abject olarak sunulma ısrarı, karşımızdaki auteur anlatıya dair iktidarın (film yapma pratiği esnasındaki ve filmin ardındaki “göz” olarak) konumu açısından psikanalitik ve disiplinlerarası kapsayıcı bir bakış sağlayacak olması nedeniyle kültürel çalışmalar ekseninden de yararlanılarak değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Possession, Andrzej Żuławski, abjection, canavarsı-dişi, auteur eril bakış.
Perdeye Yansıyan Kavga: Yılmaz Güney'den Emin Alper'e Politik Sinema (İçinde), 2018
Bu çalışmada "güven", "inanç", "vicdan" ve "adalet" temaları üzerinden Nar filmindeki ihmal ve ih... more Bu çalışmada "güven", "inanç", "vicdan" ve "adalet" temaları üzerinden Nar filmindeki ihmal ve ihlal üzerinde durulmuştur. Filmde iyi ve kötü kavramları yabancılaşmayla birlikte yeniden üretilerek , olaylar ve karakterlerin ikili karşıtlıklara nasıl indirgendiği incelenmiş, modernist anlatı eleştirisi çatısı altında ana karakterlerin yabancılaşmasına bakılmıştır.
Polonya sinemasında "üçüncü kuşak" dönemine dahil edilen ve sinema kariyerine devam etmek için ül... more Polonya sinemasında "üçüncü kuşak" dönemine dahil edilen ve sinema kariyerine devam etmek için ülkesini terk etmek zorunda kalan göçmen yönetmenlerden biri olan Andrzej Żuławski'nin Berlin'de çektiği Possession (1981) filmi konusu, görsel tasarımı ve anlatım biçimiyle, kişisel sinema üretim pratiği ve ulusötesi yapım anlayışını tartışmak açısından verimli bir kültürel malzeme sunar. Żuławski'nin Possession çalışmasında adına yaraşır (sahiplik, aitlik, ele geçirilme) biçimde bünyesinde barındırdığı göç(menliğ)e, sınırlara, sınır aşımına, kültürler arasılığa, ulusötesiliğe, türler arasılığa dair çatışmalı anlatısal öğeler ile birlikte baskın cinsiyetçi bir zihinsel üretim ve kültürel pratik olarak eril auteur üretiminin eleştirel sorgulanmasını gerektiren bir sinema evreni kurulur. Filmin anlatısında korku türünden ödünç alınan "canavarsı-dişi" (monstrous-feminine) figürü olarak Anna (Isabelle Adjani) karakterinin-aileyi yıkan eşmerkezdeki konumu ve sinemasal sunulma biçimi görsel haz, eril bakış düzenlemeleri ve psikanalizle ilgili kavramsal arka planın kesiştiği yerde çoklu yorumlanabilecek bir kültürel zemindir. Bu anlamda beden sınırlarına bağlı ego oluşumunu anne (maternal) evreni ile merkezi olarak bağdaştıran "abjection" teorisiyle filmdeki annelik olgusu, yazar/yönetmenin sinema dili ve bakış (gaze) düzenlemeleri üzerinden yorumlandığında, filmde var olmaya çalışan kırılgan ve mağdur erilliğe (zihinsel üretici figüre) dair (kişisel) krizlerin ve travmaların belirginleşerek sinemasal cinsiyetçi tavırla örtüştüğü görülür. Bu nedenle Possession filmi sayılan kavramlar eşliğinde gözden geçirilmesi gereken kültürlerarası bir zihinsel üretim, yapım ve anlatı(m) alanıdır. Filmin sinemasal aktarımında gözetleme/gözetlenme, ulusal (ideolojik) bağ/bağsızlık, kadın bedeninin dışavurumcu bir estetik anlayışla abject olarak sunulma ısrarı, karşımızdaki auteur anlatıya dair iktidarın (film yapma pratiği esnasındaki ve filmin ardındaki "göz" olarak) konumu açısından psikanalitik ve disiplinlerarası kapsayıcı bir bakış sağlayacak olması nedeniyle kültürel çalışmalar ekseninden de yararlanılarak değerlendirilmiştir.
SineFilozofi, 2020
Roman Polanski'nin Apartman Üçlemesi'nde kent hayatının bir sembolü olan apartmanlar, dışarısının... more Roman Polanski'nin Apartman Üçlemesi'nde kent hayatının bir sembolü olan apartmanlar, dışarısının tacizkar ve ihlalci yapılanmasını içeriye sızdırarak ruhsal aygıtı şekillendiren "tekinsiz" yapılar olarak ele alınmıştır. Apartman Üçlemesi'nde milyonlarca Polonyalının katledilmesine sebep olmuş Nasyonal sosyalist rejim ve savaş sonrasında ülkeyi 44 yıl uydu devlet olarak kullanan totaliter Sovyet rejimi, "içerisi" ve "dışarısı" ayrımıyla ilişkilendirilmektedir. Üçlemenin ilk filmi Tiksinti (1965) iğrenmenin psişik mekanizması üzerinde durmasıyla diğer filmlerden ayrılmaktadır. Filmin baş karakteri Carol, erkeklere ve erkekliği çağrıştıran nesnelere karşı zapt edilmez bir iğrenme hissine sahiptir. Bu bağlamda Carol'ın "dışarısı"nı erkeklerle ve erkeklik kodlarıyla bağdaştırarak kendisini dışarıdan soyutlama çabası, bedenin içerisi ve dışarısı ayrımının ben'lik oluşumuna etkisini irdeleyen psikanalatik kavramlarla ele alınmıştır. Sigmund Freud'un tuhaf ve aynı zamanda tanıdıklık hissine karşı kullandığı "tekinsiz" kavramı; Julia Kristeva'nın iğrenç olanın kimliği, düzeni ve sistemi tehdit edici yapısını öne çıkaran "abject" kavramı, Didier Anzieu'nun derinin içi ve dışı arasındaki sınırın, öznenin nesneyle ve ötekiyle olan ilişkisini belirlediğini öne sürdüğü "deri-ben" kavramı ile filmin okuması yapılmıştır.
Luis Buñuel Sinemasında Ölüm ve Erotizm Birliği, 2020
Yirminci yüzyılın en başarılı yönetmenlerinden Luis Buñuel’in İspanya İç Savaşı’nı deneyimleyen, ... more Yirminci yüzyılın en başarılı yönetmenlerinden Luis Buñuel’in İspanya İç Savaşı’nı deneyimleyen, Paris’ten Hollywood’a, oradan da Meksika’ya kadar uzanan, düş gücüyle sarmalanmış yaşamı, yalnızlıkla ve muzırlıklarla doludur. Buñuel’in kendini ciddiye alan her şeyi bir hamlede alaşağı eden gerçeküstücü ve muzır sinema dili en çok burjuvaziyi hedef
almıştır. Yönetmenin karşısına aldığı din, aile, devlet, okul gibi kurumların burjuva dünyası içindeki rolünü mizahi bir dille sorgulayan tutumu, hemen her filminde kendini göstermiştir. Buñuel’in bu ‘bilinen’ tutumunun altında ölümü ve erotizmi uzlaştıran bir öz vardır. Georges Bataille’a göre de ölüm ve erotizm birliği, gülmenin ve hıçkırığın düzensizliği içinde,
“şiddetin ve benliği aşan zevkin taşkınlığı içinde, korkunun ve coşkunun benzerliğiyle” kavranır. İnsanı korkunun içine hapseden şey aynı zamanda onu kurtaran şeydir. Buñuel’in başvurduğu sanat simsarlığı, iki zıt kutup olarak görünen gerçekliğin, ölümün ve erotizmin buluştuğu zor yakalanır noktada, sado-mazoşist ve nevrotik nekrofil fantezilerle,
gerçeküstücülüğün abject (murdar) çehresine katkıda bulunmuştur.
Bu kitapta, Buñuel filmlerinde ölümün erotizme bağlanma noktası; filmlerde kullanılan mekânların karakter çeşitliliğiyle kazanılan karnavalesk özün yaşam ve ölüm devinimine olan katkısı; Bataillean ölüm ve erotizm birliği düşüncesiyle açıklanmaya çalışılmıştır. Buñuel
sinemasına farklı bir pencereden bakan Evrim Nacar, ölüm ve erotizm arasında dengesini bulmuş yönetmenin hayatının farklı dönemlerine ait dört filminin gizlerine tanıklık etmeye çabalamıştır.
Abstract
The book, told with the tone of dark humour, is of a bourgeoisie mass, who despite not appropriating sexuality as “evil” are nevertheless are unable to rid themselves of sadomasochistic games and neurotic necrophiliac fantasies, and the self-absorbed lives of the clergy which hang in the balance of their wealth. This work, siding with the ranks of “praise the chains” against the discourse of freedom of the bourgeoisie, tries to explain dark humour, which is a tool to intensify Bunuel’s criticism against certain classes, with the aid juxtaposition of death and eroticism and the carnivalesque theory.
Sinecine: Sinema Araştırmaları Dergisi, 2016
Bu çalışmada Kızıl Çöl filminin başkarakteri Guiliana’nın hayata dair anlam yaratma çabası değil ... more Bu çalışmada Kızıl Çöl filminin başkarakteri Guiliana’nın hayata dair anlam yaratma çabası
değil kadının hayata anlamsız, yitik bakışının kendisi tartışılmıştır. Anlamın mülkiyetle olan
ilişkisi ve modern zaman insanının çevresine olan aidiyeti Heidegger’in “Das Man” kavramı
çerçevesinde ele alınmış; çevrenin manyetik çekimine olan karşı koyma edimi ise yurtsuzluk
hissi ile açıklanmaya çalışılmıştır. Kızıl Çöl’de Michelangelo Antonioni’nin diğer filmlerinde
de karşımıza çıkan parçalanmış anların sessizliğinden ziyade kişilerarası iletişimsizliğin
yarattığı kederli uzaklığı tecrübe ederiz. Bu anlamda sessizliğin yarattığı hüzün ve çaresizlik
açıklanmaya; Guiliana’nın geçirdiği kazadan sonra yitirdiği her bir anlama karşılık gelen her
rengin gizemi çözülmeye çalışılmıştır.
Karanlıkta Bırakılmış Bir Kültür Varlığının Otobiyografisi
Béla Tarr sineması üzerine.
Doğanın, arzunun ve kolektif yaşamın ritimleri Spinozacı tekilin ölümüyle oluşan bir yeniden diri... more Doğanın, arzunun ve kolektif yaşamın ritimleri Spinozacı tekilin ölümüyle oluşan bir yeniden diriliştir.
Bilge Karasu eserlerindeki karakterler kendi evrenlerinde yasayan, iyinin ve kötünün ötesinde ola... more Bilge Karasu eserlerindeki karakterler kendi evrenlerinde yasayan, iyinin ve kötünün ötesinde olan bireylerdir. Varoluşları bir düşünceyi veya belli bir değeri imlemek amacı taşımamaktadır. Karakterler daha çok bir yaşantıyı ölümle anlamlandırarak kurma çabasındadırlar. Füsun Akatlı, Karasu'yu Türk edebiyatının, yazısında en çok 'felsefe' taşıyan ama felsefeyi edebiyatına taşıtmayan ustası olarak tanımlar. (Akatlı, 1998, s. 79). Karasu'ya göre yaşama hep yazın açısından bakmak felsefeyi hiç hesaba katmamak demek değildir (Karasu, 1999). Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı'nda da karakterler felsefi düşünme ve sorgulama üzerine değişik tespitlerde bulunmaktadırlar. Soru sormak Ada'nın ve Tepe'nin karakterlere öğrettiği en belirleyici özelliktir. Bu yüzden içinde üç farklı öykü barındıran eseri sadece edebi değil felsefi bir metin olarak da değerlendirmek gerekmektedir. Öykülerde anlatılanlar genel olarak keşişlerin baskı ortamından kaçışı sonrasında yaşadıkları gibi görünse din ve bireyleşme sürecinde arketiplerin yansımalarını ve kişilerin kendi benliklerine ulaşma çabalarını öne çıkartmaktadır. Karasu eserinde keşişleri ölüm, kaçış, baskı, korku gibi temalarla ilişkilendirerek bireylerin yaşantılarını ve kendilerini değerlendirme sürecini iç çatışmalarla aktarmıştır. Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı'ndaki din adamlarının varoluş sorunuyla ilişkili yaşamı ve ölümü sorgulama süreçleri, bunun üzerine kendilerini çoğunluktan soyutlama/soyutlayamama halleri bu çalışmanın çıkış noktasını oluşturmaktadır.
İnsan kanının kötü kokusuydu, bana gülümseyen tek şey. 1 Resmetme edimi her zaman ileri ya da ger... more İnsan kanının kötü kokusuydu, bana gülümseyen tek şey. 1 Resmetme edimi her zaman ileri ya da geri alınmış olsa da bir olay öncesi ve olay sonrası arasında salınmayı sürdürür. Daha resim başlamadan her şey, ressamın kendisi dahil tuval üzerindedir. Olasılıklar daha ilk fırça darbesi değmeden orada bulunur ve tuvali doldururlar. Ressam ise tuvale geçerek bütün olasılıkları yok eder, bu onun tam olarak ne yapmayı istediğini bilmesindendir. 2 Ressam bir duyma-kavrama-yansıtma sürecinden geçerek kendisini dışarının kaosundan uzaklaştıracak tuvale ulaşır, oraya bu sıçrayışın izini bırakır.
Düşüncenin gerçek işleyişini katıksız, ruhsal bir araçla ifade eden, yeni bir yaşam yaratmayı ama... more Düşüncenin gerçek işleyişini katıksız, ruhsal bir araçla ifade eden, yeni bir yaşam yaratmayı amaçlayan gerçeküstücülüğe kendisini bırakan Bunuel, gerçeküstücülüğün savaş sonrası yeni bir düzen için verdiği mücadelede yara almadan kurtulmanın yolunu kara mizahta bulmuştur. Bunuel'in karşısına aldığı din, aile, devlet, okul gibi toplumsal kurumların burjuva dünyası içindeki rolünü sorgulayan tutumu hemen her filminde kendini göstermiş, burjuvazinin her gördüğüne açıklama getirme çabasındaki ciddiyeti çekip alarak gülmeye yol açmıştır. Bunuel'in bu " bilinen " tutumunun altında " iç deneyim " le kavranabilen, salt kendi değerleriyle oluşturduğu, ölümü ve erotizmi uzlaştıran bir öz vardır. Bunuel'in başvurduğu sanat simsarlığı, iki uç kutup olarak görünen gerçekliğin, ölümün ve erotizmin buluştuğu zor yakalanır noktada sadist-mazoşist ve nekrofil oyunlarla gerçeküstücülüğün Bataillecı " murdar " çehresine katkıda bulunmuştur. Bu fantezilerle Bunuel, Bretoncu ortodoks gerçeküstücülüğün sınırını ihlal etmiş, içgüdüsel kötülüğün alanına girmiş, böylelikle insanı hayvana yaklaştırmıştır. Bu çalışmada, Bunuel filmlerinde ölümün erotizme bağlanma noktası; bunun yarattığı kötülük olgusu; kullanılan meknların karakter çeşitliliğiyle kazanılan karnavalesk özün yaşam ve ölüm devinimine olan katkısı Bataille'ın " transgresyon " (sınır ihlali) kavramıyla açıklanmaya çalışılmıştır.