Deri-Ben’likten Psişik Sarmala: Tiksinti’de Mekan ve Abject İlişkisi (original) (raw)
Related papers
Mekan Sarmalının Ayrılamaz Birlikteliği
ÖZET Modern dünyanın getirdiği uzmanlaşmanın yarattığı dinamikler, günümüzün insanını çok yönlü Rönesans insanından çok farklılaştırmıştır. Meslek ayrımının tetiklediği tek yönlülük iç mimarlık ve mimarlık mesleklerini birbirinden uzaklaştırmıştır. Mimarlık alanında kabuk ve form bir endüstriyel obje gibi öğretilirken; İç Mimarlık alanında ise mekanlar dıştan bağımsız olarak tasarlanmaktadır. Piyasada mimarın mekan tasarımcısı yeteneği ve iç mimarın dıştan içe yaşam sirkülasyonuyla kabuğa etki edecek tasarım bakışı göz ardı edilmektedir. Bu nedenle, iç ve dış mekan tasarım disiplinlerinin iç içe geçmesiyle yeniden tanımlanması ve daha esnek bir yapıda birbirleriyle işbirliği içinde olmaları gerekmektedir. Bildiride, iç ve dış kavramlarının günümüz dünyasına göre iyileştirilme olanakları tartışılacaktır. ANAHTAR KELİMELER: iç mekan tasarımı, mimarlık, çok yönlülük, uzmanlaşma, disiplinler-ötesi yaklaşım.
Bir Sınır Meselesi: Abject (İğrenç) Nesne ve Sanat Yapıtı
Tykhe Sanat ve Tasarım Dergisi, 2019
Seksenli yıllardan sonra değişen sosyokültürel yapı ile beraber sanatçılar beden ve üzerine süregelen çalışmalarında, bedene dair olan her “şey”i üretimlerinde çeşitlendirerek kullanmaya başlamışlardır. Bedenin içeri ve dışarısı ile olan ilişkisi, bedenin politik bir yapı olarak değerlendirip meta malzeme olarak sunulması ve kamusal bir yaratım olarak bedenin tekrar inşa edilmesi gibi güncel konuların yaratımı için beden sıvılarının kullanılmaya başlanması ile beraber Abject (iğrenç) kavramı ile karşılaşıyoruz. Lacan ve Bataille’nin çalışmalarından yola çıkılarak kavramlaştırılan “abjection” kavramı, Kristeva’nın çalışmalarında beden, öz ve nesne arasındaki sürecin tamamı olarak görülür. Bu bağlamda dışarıda kalanın içten atılış süreci ve dışarıda oluşturduğu yeni yapının sınırları iğrenç olarak tanımlanmaya başlanır. İğrenç olan nesne aynı zamanda sınır belirleyici olan nesne olarak da ele alınır. Bu noktada karşıt nesne ile olan bağ ve bu nesnenin iğrençleşme sürecinde bedenin üstlendiği görev tanımlanmaya çalışılır. Bir anlamda yaratılan yeni nesnenin “öz” den kurtuluş sürecine dair bir okuma gerçekleşmektedir. Bu çalışma sanat üretiminde sınırların kaygan hale geldiği sosyokültürel bir dönemin üretimi olan bu kavramın sınır yaratma çabası ve bedenin yeniden yorumlanışı üzerine bir araştırma metni sunmaktadır.
Bu çalışmada, Antep ve Kilis şehirlerinde yaşayan yerleşikler ile bu şehirlere sonradan gelen Suriyeli sığınmacılar arasındaki ilişkiyi, literatürdeki yerleşiklik, yabancılık ve marjinallik gibi kavramlar bağlamında ele alınacaktır. Literatürdeki teorik tartışmalar çerçevesinde Antep ile Kilis'te yaptığımız saha araştırmasından elde ettiğimiz verileri, Suriyeli sığınmacılar ve yerleşikler arasındaki ilişkileri anlamak için yeniden değerlendirme amacındayız. Çalışmanın ilk bölümünde, ev sahibi ve yabancı ilişkilerine genel bir giriş mahiyeti taşımakta ve literatürdeki tartışmaları genel olarak özetlemektedir. İkinci bölüm, "yabancı" toplumsal tipi etrafında gelişen teorik tartışmalara odaklanmaktadır. Üçüncü bölüm, "marjinal insan" kavramına odaklanmaktadır. Sonuç bölümünde ise tüm bu teorik yaklaşımlar, ampirik bulguların da yardımıyla, Suriyeli sığınmacılar ile yerleşikler arasındaki ilişkiler bağlamında değerlendirilmektedir.
Ferhat İle Şi̇ri̇n’E Meti̇nler Arasi Bi̇r Yaklaşim
Hİkmet - akademik edebiyat dergisi., 2018
Eserlere, metinlerarasılık yönünden yaklaşılması; Halk Edebiyatı'nın Klasik (Divan) Edebiyat'tan, Klasik Edebiyatın da Halk Edebiyatı'ndan etkilendiğinin, birbirlerinden beslendiklerinin açıkça görülmesini sağlamaktadır. Bu çalışmada Divan Edebiyatı'nda mesnevi nazım şeklinin, Halk Edebiyatı'nda da halk hikâyelerinin konusu olarak yüzyıllarca işlenen "Hüsrev ü Şirin" veya "Ferhat ü Şirin", Cumhuriyet'ten sonra da roman olarak yazılan "Ferhat ile Şirin", metinlerarasılık ilişkilerine göre incelenmiştir. Halk hikâyesi ve romanın, mesneviden hareketle yazıldığı ancak aradan geçen zamana bağlı olarak ortaya çıkan sosyokültürel farklılıkların halk hikâyesi ve romanda, şahıs kadrosunu, mekânı ve olayların seyrini değiştirdiği tespit edilmiştir. Mesnevinin esas konusu olan aşk hikâyesi, hikâye ve romanda ana çatı olarak verilmiş bu yönüyle eserler arasındaki metinlerarasılık ilişkisi ortaya konulabilmiştir. Bu ilişki neticesinde Divan Edebiyatı' nın sadece Halk Edebiyatına değil; bugünkü eserlere de kaynaklık eden bir memba olduğu, edebi eserlerin zaman ve mekân değişse de kültürü yüzyıllar ötesine taşıyan bir araç olduğu vurgulanmıştır.
Korelilerde ve Türklerde Asaletin Taşıyıcısı Olarak “Kemik”
Journal of Turkish Studies, 2020
In Silla (668-935), i.e. the first kingdom to unite the Korean Peninsula under a single roof, within the bone-rank system [kol-p'um] that discriminates the nobles from commoners, and among the nobles the dynasty from bureaucracy, "bone" manifests itself as the underlying subject of nobility. According to this bonerank system, those who were born a "sacred bone" [sŏng-gol] consisted the highest stratum, those who were born a "true bone" [chin-gol] were of the second rank. Kings and queens were supposed to belong to the sacred bone caste. The relatives of the dynasty and the ministers constituted the true bone caste. And below them, and above the commoners [p'yŏng-min], there were the "head rank" [tu-p'um] caste that consisted of six levels. In like manner, white bone-dark bone dichotomy determines who is noble and who is not in Turks and in Genghis Khan Empire, i.e., nobility is an attribute of bone regarding being white or not. For in Turks and Genghis Han Empire, "white bone" signifies nobles; whereas "dark bone" signifies commoners. This remarkable similarity is a sign that the Turks and the Koreans have more in common, along with nomadism, the monotheistic belief in the God of Heaven(s) (i.e. Blue Sky or Tengri) and Altay language. This humble work aims at grounding this point mentioned
KUR’AN’DA İNSANIN CANLI ( NEBÂTÂT-HAYVÂNÂT) Ve CANSIZ (CEMÂDÂT) VARLIKLARLA İLİŞKİSİ
2010
Kur’an, insana dünya ve ahiret mutluluğunu bildirmek, onun âlem ve âlemdeki varlık kategorileriyle ilişkilerinin nasıl olması gerektiğini öğretmek üzere indirilmiştir. Bu nedenle Kur’an’ın odak kavramları Allah ve insandır. Kur’an baştan sona insanı muhatap alarak onun hem Allah’la ilişkisini, hem de Allah’ın kendisi için yarattığı âlemle ilişkilerini belirler. Dolayısıyla Kur’an’ın ana hedefi, imanı ve amel/eylemlerinin nasıl olması gerektiği hususunda insana yol göstermektir. Biz de gerek Şahsî yaşam tecrübemiz ve gerekse uğraş alanımız açısından ilgi alanımıza girdiğini düşündüğümüz bu yol göstermenin insan-âlem ilişkisi çerçevesinde Kur’an-ı Kerim’de nasıl ele alındığını incelemek ve gerçek hayata yansımasını görebilmek için konuya böyle bir çalışmayla katkıda bulunmak istedik. Bununla beraber Kur’an’da insan-âlem ilişkisinin geniş bir alan olduğunu gördüğümüz için konuyu cemâdât-nebâtât- hayvanât çerçevesiyle sınırladık.
Sirâtimüstakîm/Sebîlürreşâd Dergi̇si̇nde Mehmet Aki̇f’İn Eği̇ti̇m Ve Di̇l Üzeri̇ne Görüşleri̇
Edebî Eleştiri Dergisi, 2021
Mehmet Akif, varlık ve yaşamını devleti ve milletine vakfeden mümtaz şahsiyetlerden biridir. Siyasî, sosyal ve kültürel değişim ve dönüşümün maddî ve manevi açıdan yediden yetmişe herkes tarafından en derinden hissedildiği bir devirde, toplumu doğruya sevk etmek için hitabı, kalemi ve icraatlarıyla kılavuzluk yapmaya çalışmıştır. Meclis kürsüsünden camii minberine, manzum hikâyeden tercüme, makale ve denemeye kadar eline geçen her tür ortam ve vasıtayla halka seslenmiş ve neticede halkın sesi olmuştur. Mehmet Akif'in halka ulaşmak için kullandığı vasıtalardan biri, yayın hayatına 1908 yılında Sırâtımüstakîm ismiyle başlayıp 183. sayıdan itibaren ise Sebîlürreşâd adıyla devam eden dergi olmuştur. Akif; Eşref Edip Fergan ile Ebulula Mardin tarafından çıkarılmaya başlanan bu derginin başyazarlığını yapmış ve bilhassa Anadolu insanına moral ve motivasyon kazandırmayı hedefleyen yazılarıyla Kurtuluş Savaşı'na büyük katkı sağlamıştır. Öte yandan sadece Milli Mücadele'ye yönelik yazılarla yetinmemiş, hayalini kurduğu medeniyetin ve görmek istediği insan modelinin niteliklerini anlatan yazılar da kaleme almıştır. Dolayısıyla bu dergi, kapatıldığı 1925 yılına kadar çıkan 641 sayısıyla Mehmet Akif'in fikir dünyasından parça parça izler taşıyan bir belge hüviyeti kazanmıştır. Yapılan bu araştırmada ise Mehmet Akif'in dergideki "Hasbihâl", "Eski Hâtıra" ve "Eski Hâtıralar" gibi başlıklı yazıları incelenerek bu büyük mütefekkirin eğitim ve dil eğitimi üzerindeki düşünceleri tespit edilmeye çalışılmıştır.
Koca Ragip Paşa Di̇van’Inda Düşünce Ve Düşünceyle İlgi̇li̇ Benzetmeler
2016
XVIII. yuzyil devlet adami ve sairlerinden Koca Ragip Pasa, siirlerinde “dusunce” kavramina onem veren bir sair olarak dikkati ceker. Şiirlerinde Dogu ve Bati kulturlerinde onemli yere sahip âlim ve filozoflarin adlari da gecmektedir. Beyitlerinden her ne kadar Bati kulturunu ve felsefesini tanidigi anlasilsa da Ragip Pasa’nin Dogu kulturune bagli oldugu gorulur. Koca Ragip Pasa Divan’inda “Dusunce” ve “Dusunce”yle ile ilgili terimlerden “Endise” 8, “Fikr” 17, “Idrâk” 7, “Derk” 3, “Fehm” 5, “Re’y” 2 kez gecmektedir. Bu sozcuklerin buyuk bir kismi daha iyi anlatilmak amaciyla somut nesnelere benzetilmis, bir kismi da sozluk anlamiyla yer almistir.