İ. Berk Özcangiller | Istanbul Medeniyet University (original) (raw)
Papers by İ. Berk Özcangiller
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2024
The relationship between God and humans has been a matter of controversy that interests both phil... more The relationship between God and humans has been a matter of controversy that interests both philosophers and theologians alike. Establishing a relationship between the infinite God and finite human is particularly challenging if one admits that God and humans are substantially different from each other. The biblical doctrine of the image of God responds to this challenge by stating that the relationship between God and humans is a kind of likeness or assimilation. This doctrine does not only establish the nature of the relationship between God and humans but also views both God's and humans' nature in a particular way and determines humans' purpose and distinguishing feature in relation to God. While there is a very long and extensive tradition focusing on identifying the similarities and differences between God and humans to determine the precise relationship between them in light of this doctrine, this paper will focus on Nicolaus Cusanus' original contribution to this long-lasting debate. In order to emphasize Cusanus' differences from his predecessors, I will present a general historical background of the doctrine of the image of God. In particular, I will point out the main tenets of Greek and Latin patristic traditions by identifying their differences and shared assumptions. Additionally, I will briefly present Augustine's dynamic account of the image of God, which holds an important place both in the discussion among these traditions and in the development of Cusanus' doctrine of the human mind as the living image of God. As this paper will demonstrate, Cusanus improves upon Augustine's account by allowing humans to be considered as an equal image of God, which was attributed only to Jesus by Augustine. Cusanus thinks that the human mind can be considered equal to the divine mind because it demonstrates characteristics of free creative activity and being the cause of something from nothing in cognition. Moreover, to elaborate Cusanus' original contribution to this debate, I will explain how the human mind reflects the triadic nature of divine mind in itself through its cognitive activity by giving a detailed account of Cusanus' theory of cognition as assimilation. This explanation will also show how reading Cusanus' theory of cognition as assimilation alongside the concept of equality exhibits the principle of 'identity in difference' in both the nature of the human mind and its relationship with the divine mind.
Eskiyeni, 2023
Nicolaus Cusanus, considered one of the most important German thinkers by many historians of phil... more Nicolaus Cusanus, considered one of the most important German thinkers by many historians of philosophy, has yet to receive the recognition he deserves in the philosophical circles in Turkey. However, the philosophical writings of Cusanus contain the seeds of the thoughts of many modern philosophers such as Descartes, Berkeley, Leibniz, Kant, and Hegel. For this reason, studies on Cusanus are an essential stopping point in the history of philosophy, especially for the Renaissance period and the transition to modern philosophy. Despite this, texts examining Cusanus' thoughts are limited in foreign languages and Turkish. Towards the end of the 19th century, studies on Cusanus started and recently the worldwide interest in Cusanus has increased. Although there are different theses about the original aspect of Cusanus’ thoughts in these sources, his theory of knowledge and the relationship of this theory with the contemporary subject of philosophy of subjectivity attract attention. The reason for this is that Cusanus, unlike his contemporaries, as a result of his views on the human mind, makes the human center in the act of knowing and puts everything else into the mind's mediation. That is why people can know things not as they are in themselves, but only in so far, they are part of the conceptual world, that their own mind constructs that. This is a system of thought that on the one hand puts the human mind at the center through its act of knowing on the other hand, limits its knowledge. This centrality of the human mind led Cusanus to characterize man as the second god on earth. The main reason for characterizing man as the second god is the activity of knowing and the act of measuring that lies at the core of this activity. Despite its significance, there is no study focusing on man’s creativity in this world through the relationship between Cusanus’s conception of man as the second god and the human mind’s activity of measurement, which reveals the originality of Cusanus’ thought. This study aims to fill this gap in the literature. To achieve this aim, this study examines the act of measurement of man as the second god, which reveals the originality of Cusanus’ theory of knowledge associated with modern and contemporary philosophy.
Arkhe-Logos, Seneca, 2019
En yüksek iyi olarak mutluluğa ulaşmak Antik Yunan felsefesindeki temel konulardan biridir. Ancak... more En yüksek iyi olarak mutluluğa ulaşmak Antik Yunan felsefesindeki temel konulardan biridir. Ancak hem mutluluğa ilişkin tanımlarda hem de mutluluğa ulaştıracak yollarda farklılıklar vardır. Aristoteles sonrası Helenistik dönemin güçlü düşünce okullarından Stoacılık da kişinin mutlu bir yaşam sürme gayesini güden okullardan biridir. Mutluluk için önemli olan insanın ayırt edici özelliğinin belirlenmesidir ve onu etkin kılmasıdır. Zamanın diğer okullarında ya da düşünce öğretilerinde olduğu gibi Stoacılar için de insan bir akıl varlığıdır ve mutluluğa ulaşmasının tek şartı aklını yetkin kılmasıdır. Bu yolda da onu insanlığından uzaklaştıracak duygulardan uzak olması gerekir. Kişinin bunu başarması içinse kendini bir başka deyişle doğasını tanıması gerekir. Bu sayede kişi kendinin ne olduğunu bilerek ve ardından doğasına uygun hareket ederek sonuçta mutluluğa ulaşmış olur. Bu çalışmamızın merkezinde yer alan Seneca’nın De Ira (Öfke Üzerine) adlı eseri, Stoa okulunun duygu-akıl ilişkisi ile ilgili görüşlerini özellikle öfke-akıl ikiliğinde sunarak günümüze ulaştıran tek eser olması bakımından önemlidir. Bu çalışmanın amacı, Seneca’nın De Ira adlı eserinde, duygunun ılımlı olması şartıyla kabul edilebilir olduğunu savunan Aristotelesçi ve Epikurosçu okulların tezlerini çürütürken, savunucusu olduğu Stoa okulunun anlayışı doğrultusunda, insanın bir akıl varlığı olarak, hangi nedenlerden dolayı duygulardan, özellikle de öfkeden tamamen kaçınması gerektiğini göstermektir.
Kutadgubilig Felsefe-Bilim Araştırmaları, 2019
Antik Yunan’da farklı felsefe öğretileri insanın ayırt edici özelliğinin akıl (logos, ratio) oldu... more Antik Yunan’da farklı felsefe öğretileri insanın ayırt edici özelliğinin akıl (logos, ratio) olduğu konusunda hemfikirdir. Platoncu, Aristotelesçi ve Epikurosçu görüşlere göre insan, bitkiler ya da hayvanlardan farklı olarak akıl dışı doğasını da inkar etmeden aklın rehberliğinde yaşamını sürdürdüğünde en yüksek iyi olan mutluluğa ulaşır. Ancak Stoa felsefesi akıl dışı doğanın akılla ilişkisi konusunda bu öğretilerden farklıdır. Bunun da temel sebebi Stoacı ruh öğretisinin diğer ruh öğretilerinden farklı olmasıdır. Platoncu, Aristotelesçi ve Epikurosçu görüşlerin aksine, Stoa felsefesinin geleneksel görüşünde ruh kısımlara ayrılmaz, bütünlüklü bir yapıya sahiptir. Tam da bu sebeple Stoacı duygu (pathos) teorisi diğer görüşlerden ayrılmaktadır. Diğer öğretilerde, mutluluğa ulaşmak için insanın duygularının ılımlılaştırılması gerektiği savunulurken, Stoacılar duyguların tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini savunurlar. Bu görüşü savunurken yararlandıkları bir diğer sav da duyguların birer yargı olduklarıdır. Bu bakımdan Stoa felsefesi hem ruh öğretisi hem de buna bağlı olarak duygu-akıl ilişkisi konusunda bir yenilik ortaya koyar. Zira diğer öğretilerde akıl ve duygu ruhta eş zamanlı var olabilen farklı parçalarken, Stoa felsefesinde duygu ve akıl ruhun aynı anda var olmaları mümkün olmayan yetileridir. Yani ruh, akıl varken duygu, duygu varken de akıl yetisine sahip olamaz. Kısaca bu çalışmanın amacı Stoacılara göre mutluluğa ulaşmak için neden duygunun tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini onların kendilerine özgü ruh öğretileri temelinde açıklamaktır.
Öz Bu makalenin amacı, bilincin deneyimlediği karşıtlıkların somut birliğini sağlayan Tin kavramı... more Öz Bu makalenin amacı, bilincin deneyimlediği karşıtlıkların somut birliğini sağlayan Tin kavramının ortaya çıkışını Hegel'in 'eylem' teorisi temelinde açıklamaktır. Bu amaçla inceleyeceğimiz ana bölüm Tinin Fenomelojisi'nde Akıl'ın " Tinsel Hayvanlar Ülkesi ve Aldanma ya da Şeyin Kendisi " momentidir. Akıl, genel olarak bireyselliğin kendisini gerçekleştirmek adına karşıtı olan evrensellikle girdiği ilişkinin biçimlerini bize sunmaktadır. Akılsal bilinç kendisini ilkin teorik ve edilgin olarak dış dünyada keşfetmeye çalışır. Ancak karşıtlığın çözülememesi Akıl'ı pratik akıla dönüştürür ve bilinç şimdi kendisini kendi etkinliği aracılığıyla edimsel kılmaya çalışır. Bu süreçte Pratik Akıl'dan Tin'e geçişte bireysellik ile evrensellik karşıtlığının çözümü için Hegel'in eylem kavramı önem kazanır. Böylece eylem kavramı, bireysellik ve evrensellik arasındaki ilişkinin hakikatini ortaya koyacaktır. Bu hakikat ise onların varoluşları için birbirlerini dışlamamaları aksine bağımlı olmalarıdır. Şimdi bu çalışmada bireysel ve evrenselin diyalektiği ilk olarak eylem ve iş arasındaki ilişkide ve ikinci olarak da eylemin kendisi olarak şeyin kendisinde ele alınacaktır. Sonuç kısmında ise Pratik Akıl'dan Tin'e geçiş'te eylemin etkisine dair bir değerlendirme yapılacaktır. Abstract The aim of this essay is to explain the emergence of the concept of Spirit which provides the concrete unity of the oppositions experienced by consciousness, on the basis of Hegel's theory of action. The main section to examine for this purpose is the Reason's moment of " The Spiritual Animal Kingdom and Deceit, or the matter in hand itself " in the Phenomenology of Spirit. Reason in general presents us with the forms of the relation of individuality with its opposite universality in order to realize itself. Rational consciousness first tries to discover itself in the external world, theoretically and passively. However, the inability to resolve the opposition turns the Reason into the practical reason and now tries to make itself actual through its own activity. In this process, Hegel's concept of action gains importance for the * Bu çalışma İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı'nda Prof. Dr. Enver Orman danışmanlığında 2016 yılında tamamlanan " Hegel'in Fenomenolojisi'nde Özne Sorunu " adlı " Doktora Tezi " nden türetilmiştir.
Archives de Philosophie Archiv für Philosophie 45. Sayı 45 th Issue 2016/II İstanbul 2016 Felsefe... more Archives de Philosophie Archiv für Philosophie 45. Sayı 45 th Issue 2016/II İstanbul 2016 Felsefe arkivi = Archives of philosophy = Archives de philosophie = Archiv für philosophie.--İstanbul : İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1945c.; 24 cm. Yılda iki sayı.
Felsefi Düşün- Hegel ve Hegelcilik, 2016
Felse Dü ün, hakeml b r akadem k felsefe derg s d r ve derg de kör hakeml k s stem uygulanmaktad ... more Felse Dü ün, hakeml b r akadem k felsefe derg s d r ve derg de kör hakeml k s stem uygulanmaktad r. Alt ayda b r (Ek m ve N san aylar nda) yay nlan r. Felse Dü ün, e Ph losopher s Index taraf ndan ndekslenmekted r. Ayr ca Temmuz 2015'ten t baren EBSCO Human t es Internat onal Index te yer almaya ba lam t r. Felse Dü ün s a bl nd-rev ewed and b annual (October and Apr l) academ c journal of ph losophy. Felse Dü ün s ndexed by e Ph losopher s Index. Felse Dü ün s also ndexed by EBSCO Human t es Internat onal Index database from July 2015.
Özet: Hegel Tarih Felsefesi Üzerine Dersler " de Antik Yunan " da tinin kendisini evinde hissetti... more Özet: Hegel Tarih Felsefesi Üzerine Dersler " de Antik Yunan " da tinin kendisini evinde hissettiğini ve gerçek anlamında yeniden doğuĢunun bu toprakta gerçekleĢtiğini söyler. Tinin Fenomenolojisi adlı eserde ise Hegel tinin kendilik bilincine ulaĢmasının fenomenal bilgi bakımından betimlemesini sunar. Tinin kendilik bilincine ulaĢma yolculuğundaki ilk aĢama dolaysızlığı içerisinde var olan tin olarak Antik Yunan Dünyası " dır. Antik Yunan dünyasında tinsel töz ile bireyin canlı bir bütünlüğü vardır ve bu henüz üzerine düĢünülmemiĢ verili bir gerçekliktir. Antik Yunan Tini hem tözsel hem de bireysel olanın dolaysız birliğidir; tam da bu sebeple henüz modern öznellik anlayıĢının olgunlaĢmamıĢ olduğu bir bireysellik bilincini ortaya koyar. Bu bilinç durumu antik Yunan tininin dolaysız birliği ya da güzel uyumunun dağılmasına sebep olacaktır. Eylem ile birlikte antik Yunan " daki güzel uyum çatıĢmaya doğru ilerler ve bu çatıĢmanın tarafları törel tözün güçlerinin edimsel savunucularıdır. Antik Yunan tininin iki tözsel kuvveti olan ilahi yasa ile insani yasanın doğal ve dolaysız savunucuları olan edimsel bireyler, eyleme geçtikleri anda birbirlerinin yıkımına doğru ilerlerler. Tinin iki özsel yanından her ikisi de karĢıtında kendi bütünlüğünü göremediğinden, sonuç uzlaĢımın sağlanamaması ve bir sonraki bilinç Ģekline geçiĢin zorunluğudur. Böylece kendinde ya da kavramsal olarak antik Yunan dünyasında törel töz ile bireyselin canlı bir birliği vardır. Bununla birlikte kendisi-için ya da deneyimsel olarak antik Yunan tininin güzel uyumu biri ilahi diğeri de insan yasasının boyun eğmez iki karakterine bölünür. Bireylerin haklarını teslim edemediğinden ötürü yazgısına boyun eğer ve bireyselliğin soyut da olsa tanındığı bir sonraki dünya tini olarak Roma dünyasına yerini bırakır.
Bu metinde Kant'ın metni dikkatli bir okumaya tabi tutulduğunda (1) transendental mantığın formel... more Bu metinde Kant'ın metni dikkatli bir okumaya tabi tutulduğunda (1) transendental mantığın formel mantığın olanağı için bir koşul oluşturduğunu ve (2) imgelemin üretici sentezinin ise transendental mantığın olanağı için bir koşul olduğunu göstermeye çalışacağım. Buna bağlı olarak, formel mantık imgelemin üretici sentezine dayanır ve bu bakımdan belki de kökeninde akılsal olanla ilgili olmaktan çok, kökeninde estetikle ilgili görülebilir.
Books by İ. Berk Özcangiller
Ruhun Felsefesi, 2023
Nedir hayatın ve canlılığın temeli, düşünebiliyorsak ve hissedebiliyorsak bunları sağlayan şey ne... more Nedir hayatın ve canlılığın temeli, düşünebiliyorsak ve hissedebiliyorsak bunları sağlayan şey nedir? O şey bizi diğer canlı türleriyle hatta kozmosla ortaklaştırıyor mu yoksa bizi diğer canlı ve cansızlardan ayırıp bize evrende ayrıcalıklı bir konum mu temin ediyor? Peki o şeyin bedenimizle ilgisi nedir? Bedenimizle birlikte, ondan ayrılamaz bir biçimde mi vardır o, yoksa bedenimizden bağımsız mıdır? Ölümden sonra o, varlığını sürdürmeye devam mı edecek, yoksa onun ölümsüzlüğünden söz edilebilir mi? Antik Yunan’dan günümüzdeki Transhümanizm ve Posthümanizm tartışmalarına dek yukarıdaki soruların ve ruh kavramının felsefe tarihi içindeki serencamını on bir uğrakta ele alıyor. Her bir makale Aristoteles’ten Stoacılara, İbn Sinâ’dan Hegel’e farklı düşünürlerin, ruhu ve onunla irtibatlı kavramları nasıl düşünüp tasarladıklarını ayrıntısıyla tartışmakla kalmıyor; bu dönüşümlerin özelde felsefe tarihine, genelde de insanlık ve doğa bilimleri tarihine nasıl etkileri olduğunun ipuçlarını veriyor.
Arkhe-logos Felsefe Dergisi "Hegel Özel Sayısı", 2020
Hegel'in 250. doğum yılına özel Arkhe-logos "Hegel Özel Sayısı". Hegel'in Antik Çağ Yunan Felsefe... more Hegel'in 250. doğum yılına özel Arkhe-logos "Hegel Özel Sayısı". Hegel'in Antik Çağ Yunan Felsefesi ile ilişkisi ve Hegel'in Politik Felsefesi Üzerine Yazılar.
2501070448 Tez Danışmanı: Prof. Dr. Bedia Demiriş İstanbul 2009 TEZ ONAY SAYFASI iii SENECA'NIN D... more 2501070448 Tez Danışmanı: Prof. Dr. Bedia Demiriş İstanbul 2009 TEZ ONAY SAYFASI iii SENECA'NIN DE IRA ADLI ESERİNDE ÖFKE VE AKIL İhsan Berk Özcangiller ÖZ Bu çalışmanın amacı, Seneca'nın, temel alacağımız De Ira adlı eserinde, konu ile ilgili olarak Aristotelesçi ve Epikurosçu okulların tezlerini çürütürken, savunucusu olduğu Stoa okulunun anlayışı doğrultusunda, insanın tamamen bir akıl varlığı olarak, hangi nedenlerden dolayı duygulardan kaçınması gerektiği; niçin özellikle öfke denen duygunun üzerinde ısrarla durulduğu ve bir akılsal varlık olan, hatta sadece bir akıl varlığı olan insanın onu o yapan şeyden, yani akıldan nasıl ayrı düşmeyip onu sağlamlaştırabildiği konusunu ne şekilde ortaya koyduğunu incelemektir. Bu tür bir incelemeye temel oluşturmak için Aristoteles, Epikuros ve Stoa Okullarının duygu-akıl ilişkisi çözümlenirken ve insan denen varlığa dair, söz konusu Okulların anlayışları incelenirken, o dönemdeki insan psikolojisine dair, özellikle de, De Ira adlı eser merkez alındığı için, Stoa Okulunun, insan psikolojisine ahlaki açıdan yaklaşan görüşleri ortaya konacaktır. iv ABSTRACT The purpose of this study is to examine the way of putting forth by Seneca in his work titled De Ira, while invalidating the thesis of the Aristotelian and Epicurian schools relating to the subject, in accordance with the school of Stoa which he defends, on the issue that for which reasons the human as an asset of reason should avoid the emotions, why he particularly emphasizes on the emotion of anger insistently and the human who is a reason asset and even actually who is only an asset of reason does not fall separate than the thing which makes him this, namely reason, and he reinforces it instead. In order to form a basis for such an examination, while the emotion-reason relationship of the Aristotle, Epicurus and Stoa schools is analyzed and while the approaches of the mentioned schools are examined concerning the asset named human, particularly because of the work named De Ira is taken as center concerning the human psychology in that period, the opinions of the school of Stoa approaching the human psychology from the ethical point of view will be put forth. v ÖNSÖZ Doğa Filozofları sonrasında Antik Dünya'da Sokrates ile birlikte, insan, bakışlarını dışarıdan kendine çevirmiştir. Tıpkı yeni doğmuş bir bebek gibi kendini tanıma ihtiyacı hissetmiştir. Toplumsal gelişmeler, insanın kendisiyle ve çevresiyle ilişkisinde değişikliklere neden olmuştur. Platon ve Aristoteles sonrasında, Hellenistik dönemde insan, kişi olarak mutluluğun yolunu arar olmuştur. Kişinin bu dünyada yaşarken huzurlu ve mutlu bir yaşam sürmesi gayesini güden okullardan biri de Stoa Okuludur. Stoa filozofları için insan bir akıl varlığı olduğundan, onun mutluluğa ulaşmasının tek şartı aklını yetkin kılması ve onu insanlığından uzaklaştıracak duygulardan uzak olmasıdır. Kişinin bunu başarması için kendini tanıması gerekir ve bu durumda insanın, psikolojik yapısını çözmesi gerekir. Bu sayede kişi kendinin ne olduğunu bilmesi ile doğasına uygun hareket ederek mutluluğa ulaşmış olur. Seneca'nın De Ira adlı eseri, Stoa okulunun duygu-akıl ilişkisi ile ilgili görüşlerini ve özellikle de öfke-akıl ilişkisi anlayışını günümüze ulaştıran tek eserdir. Öfke üzerine Plutarkhos ve Philodemos'un da eserleri vardır, ancak Stoa felsefesinin bu konudaki düşüncesini en detaylı şekilde bize aktaran Seneca'nın De Ira adlı eseridir. Biz bu eserde, hem Stoa okulunun duygu-akıl ilişkisine dair anlayışının zıttı anlayışları benimseyen Aristoteles ve Epikuros ile takipçilerinin görüşlerini çözümleyeceğiz, hem de Stoa okulu ve Seneca'nın görüşlerini analiz ederek, o günün insana bakışını, insan psikolojisini ahlaki açıdan çözümleyişini göreceğiz. Bunların yanı sıra, Stoa Okulunun insanı insan yapan aklın sağlamlaştırılması için ne gibi tedavi yöntemleri izlediğini, son olarak da Seneca'nın, bir üyesi olduğu Stoa Okulunun görüşlerine yeni bir şey katıp katmadığını öğreneceğiz.
Book section by İ. Berk Özcangiller
AYDINLANMALAR, DEMOKRASİ, GÜNÜMÜZ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER ed. H. Nur Beyaz Erkızan ve Mustafa Günay, 2023
Bu çalışmanın amacı eski zamanda olduğu kadar şimdide de ahlaki, politik, dini, epistemolojik, me... more Bu çalışmanın amacı eski zamanda olduğu kadar şimdide de ahlaki, politik, dini, epistemolojik, metafizik pek çok tartışma ve yaşam alanının sorunlarını kuşatan tolerans kavramına dair hem genel bir çerçeve sunmak hem de yeni bir öneri de bulunmaktır. Tarih boyunca farklı tolerans anlayışları yaşamaya ilişkin sorunlara çare bulmak adına ortaya konulmuştur. Bu tolerans anlayışları nelerdir? Bunları birleştiren ortak unsurlar var mıdır? Farklı tolerans anlayışları neye çare aramaktadırlar? Bu tolerans anlayışlarının artı ve eksi yanları nelerdir? Son olarak yeni bir tolerans anlayışı ortaya koymak mümkün müdür? Bu gibi sorular bu makalenin cevaplamayı amaçladığı soruları oluşturur. Bunun için de öncelikle tolerans kavramın etimolojisi ve anlamları, sonrasında tolerans kavramının ana bileşenleri, bunu takiben farklı tolerans biçimleri analiz edilecek ve son olarak da yeni bir tolerans anlayışının imkânı tartışılacaktır.
Ruhun Felsefesi: Psykhê ve Nous Etrafında On Bir Tartışma, 2023
Bu makalenin amacı Cusanus’un De Mente (Zihin Üzerine) adlı eserini merkeze alarak zihin anlayışı... more Bu makalenin amacı Cusanus’un De Mente (Zihin Üzerine) adlı eserini merkeze alarak zihin anlayışının incelenmesi yoluyla onun modern bir düşünür olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini göstermektir. Makalenin birinci bölümünde Cusanus’un modernlik ve dolayısıyla
öznellik düşüncesinin temelinde yer alan epistemoloji ve zihin anlayışına dair genel hatlar gösterilecektir. İkinci
bölümde De Mente eserinin temel problemi ile birlikte zihin-
beden ilişkisinin önemi ele alınacaktır. Üçüncü bölümde
ise yaratıcılık bakımından bilme etkinliğinde insan zihninin
merkeziliğini ortaya koyan ve bu sebeple de Cusanus’un modern
felsefe ile ilişkilendirilmesinde önemli bir rol oynayan
zihnin temel gücü olarak benzeşim (assimilatio) edimi incelenecektir.
Bu incelemeler sonucunda Cusanus’un neden bir
yanıyla ilk modern filozof olarak düşünülürken diğer yanıyla
modern felsefesinin eşiğinde kaldığı ortaya konulacaktır.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2024
The relationship between God and humans has been a matter of controversy that interests both phil... more The relationship between God and humans has been a matter of controversy that interests both philosophers and theologians alike. Establishing a relationship between the infinite God and finite human is particularly challenging if one admits that God and humans are substantially different from each other. The biblical doctrine of the image of God responds to this challenge by stating that the relationship between God and humans is a kind of likeness or assimilation. This doctrine does not only establish the nature of the relationship between God and humans but also views both God's and humans' nature in a particular way and determines humans' purpose and distinguishing feature in relation to God. While there is a very long and extensive tradition focusing on identifying the similarities and differences between God and humans to determine the precise relationship between them in light of this doctrine, this paper will focus on Nicolaus Cusanus' original contribution to this long-lasting debate. In order to emphasize Cusanus' differences from his predecessors, I will present a general historical background of the doctrine of the image of God. In particular, I will point out the main tenets of Greek and Latin patristic traditions by identifying their differences and shared assumptions. Additionally, I will briefly present Augustine's dynamic account of the image of God, which holds an important place both in the discussion among these traditions and in the development of Cusanus' doctrine of the human mind as the living image of God. As this paper will demonstrate, Cusanus improves upon Augustine's account by allowing humans to be considered as an equal image of God, which was attributed only to Jesus by Augustine. Cusanus thinks that the human mind can be considered equal to the divine mind because it demonstrates characteristics of free creative activity and being the cause of something from nothing in cognition. Moreover, to elaborate Cusanus' original contribution to this debate, I will explain how the human mind reflects the triadic nature of divine mind in itself through its cognitive activity by giving a detailed account of Cusanus' theory of cognition as assimilation. This explanation will also show how reading Cusanus' theory of cognition as assimilation alongside the concept of equality exhibits the principle of 'identity in difference' in both the nature of the human mind and its relationship with the divine mind.
Eskiyeni, 2023
Nicolaus Cusanus, considered one of the most important German thinkers by many historians of phil... more Nicolaus Cusanus, considered one of the most important German thinkers by many historians of philosophy, has yet to receive the recognition he deserves in the philosophical circles in Turkey. However, the philosophical writings of Cusanus contain the seeds of the thoughts of many modern philosophers such as Descartes, Berkeley, Leibniz, Kant, and Hegel. For this reason, studies on Cusanus are an essential stopping point in the history of philosophy, especially for the Renaissance period and the transition to modern philosophy. Despite this, texts examining Cusanus' thoughts are limited in foreign languages and Turkish. Towards the end of the 19th century, studies on Cusanus started and recently the worldwide interest in Cusanus has increased. Although there are different theses about the original aspect of Cusanus’ thoughts in these sources, his theory of knowledge and the relationship of this theory with the contemporary subject of philosophy of subjectivity attract attention. The reason for this is that Cusanus, unlike his contemporaries, as a result of his views on the human mind, makes the human center in the act of knowing and puts everything else into the mind's mediation. That is why people can know things not as they are in themselves, but only in so far, they are part of the conceptual world, that their own mind constructs that. This is a system of thought that on the one hand puts the human mind at the center through its act of knowing on the other hand, limits its knowledge. This centrality of the human mind led Cusanus to characterize man as the second god on earth. The main reason for characterizing man as the second god is the activity of knowing and the act of measuring that lies at the core of this activity. Despite its significance, there is no study focusing on man’s creativity in this world through the relationship between Cusanus’s conception of man as the second god and the human mind’s activity of measurement, which reveals the originality of Cusanus’ thought. This study aims to fill this gap in the literature. To achieve this aim, this study examines the act of measurement of man as the second god, which reveals the originality of Cusanus’ theory of knowledge associated with modern and contemporary philosophy.
Arkhe-Logos, Seneca, 2019
En yüksek iyi olarak mutluluğa ulaşmak Antik Yunan felsefesindeki temel konulardan biridir. Ancak... more En yüksek iyi olarak mutluluğa ulaşmak Antik Yunan felsefesindeki temel konulardan biridir. Ancak hem mutluluğa ilişkin tanımlarda hem de mutluluğa ulaştıracak yollarda farklılıklar vardır. Aristoteles sonrası Helenistik dönemin güçlü düşünce okullarından Stoacılık da kişinin mutlu bir yaşam sürme gayesini güden okullardan biridir. Mutluluk için önemli olan insanın ayırt edici özelliğinin belirlenmesidir ve onu etkin kılmasıdır. Zamanın diğer okullarında ya da düşünce öğretilerinde olduğu gibi Stoacılar için de insan bir akıl varlığıdır ve mutluluğa ulaşmasının tek şartı aklını yetkin kılmasıdır. Bu yolda da onu insanlığından uzaklaştıracak duygulardan uzak olması gerekir. Kişinin bunu başarması içinse kendini bir başka deyişle doğasını tanıması gerekir. Bu sayede kişi kendinin ne olduğunu bilerek ve ardından doğasına uygun hareket ederek sonuçta mutluluğa ulaşmış olur. Bu çalışmamızın merkezinde yer alan Seneca’nın De Ira (Öfke Üzerine) adlı eseri, Stoa okulunun duygu-akıl ilişkisi ile ilgili görüşlerini özellikle öfke-akıl ikiliğinde sunarak günümüze ulaştıran tek eser olması bakımından önemlidir. Bu çalışmanın amacı, Seneca’nın De Ira adlı eserinde, duygunun ılımlı olması şartıyla kabul edilebilir olduğunu savunan Aristotelesçi ve Epikurosçu okulların tezlerini çürütürken, savunucusu olduğu Stoa okulunun anlayışı doğrultusunda, insanın bir akıl varlığı olarak, hangi nedenlerden dolayı duygulardan, özellikle de öfkeden tamamen kaçınması gerektiğini göstermektir.
Kutadgubilig Felsefe-Bilim Araştırmaları, 2019
Antik Yunan’da farklı felsefe öğretileri insanın ayırt edici özelliğinin akıl (logos, ratio) oldu... more Antik Yunan’da farklı felsefe öğretileri insanın ayırt edici özelliğinin akıl (logos, ratio) olduğu konusunda hemfikirdir. Platoncu, Aristotelesçi ve Epikurosçu görüşlere göre insan, bitkiler ya da hayvanlardan farklı olarak akıl dışı doğasını da inkar etmeden aklın rehberliğinde yaşamını sürdürdüğünde en yüksek iyi olan mutluluğa ulaşır. Ancak Stoa felsefesi akıl dışı doğanın akılla ilişkisi konusunda bu öğretilerden farklıdır. Bunun da temel sebebi Stoacı ruh öğretisinin diğer ruh öğretilerinden farklı olmasıdır. Platoncu, Aristotelesçi ve Epikurosçu görüşlerin aksine, Stoa felsefesinin geleneksel görüşünde ruh kısımlara ayrılmaz, bütünlüklü bir yapıya sahiptir. Tam da bu sebeple Stoacı duygu (pathos) teorisi diğer görüşlerden ayrılmaktadır. Diğer öğretilerde, mutluluğa ulaşmak için insanın duygularının ılımlılaştırılması gerektiği savunulurken, Stoacılar duyguların tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini savunurlar. Bu görüşü savunurken yararlandıkları bir diğer sav da duyguların birer yargı olduklarıdır. Bu bakımdan Stoa felsefesi hem ruh öğretisi hem de buna bağlı olarak duygu-akıl ilişkisi konusunda bir yenilik ortaya koyar. Zira diğer öğretilerde akıl ve duygu ruhta eş zamanlı var olabilen farklı parçalarken, Stoa felsefesinde duygu ve akıl ruhun aynı anda var olmaları mümkün olmayan yetileridir. Yani ruh, akıl varken duygu, duygu varken de akıl yetisine sahip olamaz. Kısaca bu çalışmanın amacı Stoacılara göre mutluluğa ulaşmak için neden duygunun tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini onların kendilerine özgü ruh öğretileri temelinde açıklamaktır.
Öz Bu makalenin amacı, bilincin deneyimlediği karşıtlıkların somut birliğini sağlayan Tin kavramı... more Öz Bu makalenin amacı, bilincin deneyimlediği karşıtlıkların somut birliğini sağlayan Tin kavramının ortaya çıkışını Hegel'in 'eylem' teorisi temelinde açıklamaktır. Bu amaçla inceleyeceğimiz ana bölüm Tinin Fenomelojisi'nde Akıl'ın " Tinsel Hayvanlar Ülkesi ve Aldanma ya da Şeyin Kendisi " momentidir. Akıl, genel olarak bireyselliğin kendisini gerçekleştirmek adına karşıtı olan evrensellikle girdiği ilişkinin biçimlerini bize sunmaktadır. Akılsal bilinç kendisini ilkin teorik ve edilgin olarak dış dünyada keşfetmeye çalışır. Ancak karşıtlığın çözülememesi Akıl'ı pratik akıla dönüştürür ve bilinç şimdi kendisini kendi etkinliği aracılığıyla edimsel kılmaya çalışır. Bu süreçte Pratik Akıl'dan Tin'e geçişte bireysellik ile evrensellik karşıtlığının çözümü için Hegel'in eylem kavramı önem kazanır. Böylece eylem kavramı, bireysellik ve evrensellik arasındaki ilişkinin hakikatini ortaya koyacaktır. Bu hakikat ise onların varoluşları için birbirlerini dışlamamaları aksine bağımlı olmalarıdır. Şimdi bu çalışmada bireysel ve evrenselin diyalektiği ilk olarak eylem ve iş arasındaki ilişkide ve ikinci olarak da eylemin kendisi olarak şeyin kendisinde ele alınacaktır. Sonuç kısmında ise Pratik Akıl'dan Tin'e geçiş'te eylemin etkisine dair bir değerlendirme yapılacaktır. Abstract The aim of this essay is to explain the emergence of the concept of Spirit which provides the concrete unity of the oppositions experienced by consciousness, on the basis of Hegel's theory of action. The main section to examine for this purpose is the Reason's moment of " The Spiritual Animal Kingdom and Deceit, or the matter in hand itself " in the Phenomenology of Spirit. Reason in general presents us with the forms of the relation of individuality with its opposite universality in order to realize itself. Rational consciousness first tries to discover itself in the external world, theoretically and passively. However, the inability to resolve the opposition turns the Reason into the practical reason and now tries to make itself actual through its own activity. In this process, Hegel's concept of action gains importance for the * Bu çalışma İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı'nda Prof. Dr. Enver Orman danışmanlığında 2016 yılında tamamlanan " Hegel'in Fenomenolojisi'nde Özne Sorunu " adlı " Doktora Tezi " nden türetilmiştir.
Archives de Philosophie Archiv für Philosophie 45. Sayı 45 th Issue 2016/II İstanbul 2016 Felsefe... more Archives de Philosophie Archiv für Philosophie 45. Sayı 45 th Issue 2016/II İstanbul 2016 Felsefe arkivi = Archives of philosophy = Archives de philosophie = Archiv für philosophie.--İstanbul : İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1945c.; 24 cm. Yılda iki sayı.
Felsefi Düşün- Hegel ve Hegelcilik, 2016
Felse Dü ün, hakeml b r akadem k felsefe derg s d r ve derg de kör hakeml k s stem uygulanmaktad ... more Felse Dü ün, hakeml b r akadem k felsefe derg s d r ve derg de kör hakeml k s stem uygulanmaktad r. Alt ayda b r (Ek m ve N san aylar nda) yay nlan r. Felse Dü ün, e Ph losopher s Index taraf ndan ndekslenmekted r. Ayr ca Temmuz 2015'ten t baren EBSCO Human t es Internat onal Index te yer almaya ba lam t r. Felse Dü ün s a bl nd-rev ewed and b annual (October and Apr l) academ c journal of ph losophy. Felse Dü ün s ndexed by e Ph losopher s Index. Felse Dü ün s also ndexed by EBSCO Human t es Internat onal Index database from July 2015.
Özet: Hegel Tarih Felsefesi Üzerine Dersler " de Antik Yunan " da tinin kendisini evinde hissetti... more Özet: Hegel Tarih Felsefesi Üzerine Dersler " de Antik Yunan " da tinin kendisini evinde hissettiğini ve gerçek anlamında yeniden doğuĢunun bu toprakta gerçekleĢtiğini söyler. Tinin Fenomenolojisi adlı eserde ise Hegel tinin kendilik bilincine ulaĢmasının fenomenal bilgi bakımından betimlemesini sunar. Tinin kendilik bilincine ulaĢma yolculuğundaki ilk aĢama dolaysızlığı içerisinde var olan tin olarak Antik Yunan Dünyası " dır. Antik Yunan dünyasında tinsel töz ile bireyin canlı bir bütünlüğü vardır ve bu henüz üzerine düĢünülmemiĢ verili bir gerçekliktir. Antik Yunan Tini hem tözsel hem de bireysel olanın dolaysız birliğidir; tam da bu sebeple henüz modern öznellik anlayıĢının olgunlaĢmamıĢ olduğu bir bireysellik bilincini ortaya koyar. Bu bilinç durumu antik Yunan tininin dolaysız birliği ya da güzel uyumunun dağılmasına sebep olacaktır. Eylem ile birlikte antik Yunan " daki güzel uyum çatıĢmaya doğru ilerler ve bu çatıĢmanın tarafları törel tözün güçlerinin edimsel savunucularıdır. Antik Yunan tininin iki tözsel kuvveti olan ilahi yasa ile insani yasanın doğal ve dolaysız savunucuları olan edimsel bireyler, eyleme geçtikleri anda birbirlerinin yıkımına doğru ilerlerler. Tinin iki özsel yanından her ikisi de karĢıtında kendi bütünlüğünü göremediğinden, sonuç uzlaĢımın sağlanamaması ve bir sonraki bilinç Ģekline geçiĢin zorunluğudur. Böylece kendinde ya da kavramsal olarak antik Yunan dünyasında törel töz ile bireyselin canlı bir birliği vardır. Bununla birlikte kendisi-için ya da deneyimsel olarak antik Yunan tininin güzel uyumu biri ilahi diğeri de insan yasasının boyun eğmez iki karakterine bölünür. Bireylerin haklarını teslim edemediğinden ötürü yazgısına boyun eğer ve bireyselliğin soyut da olsa tanındığı bir sonraki dünya tini olarak Roma dünyasına yerini bırakır.
Bu metinde Kant'ın metni dikkatli bir okumaya tabi tutulduğunda (1) transendental mantığın formel... more Bu metinde Kant'ın metni dikkatli bir okumaya tabi tutulduğunda (1) transendental mantığın formel mantığın olanağı için bir koşul oluşturduğunu ve (2) imgelemin üretici sentezinin ise transendental mantığın olanağı için bir koşul olduğunu göstermeye çalışacağım. Buna bağlı olarak, formel mantık imgelemin üretici sentezine dayanır ve bu bakımdan belki de kökeninde akılsal olanla ilgili olmaktan çok, kökeninde estetikle ilgili görülebilir.
Ruhun Felsefesi, 2023
Nedir hayatın ve canlılığın temeli, düşünebiliyorsak ve hissedebiliyorsak bunları sağlayan şey ne... more Nedir hayatın ve canlılığın temeli, düşünebiliyorsak ve hissedebiliyorsak bunları sağlayan şey nedir? O şey bizi diğer canlı türleriyle hatta kozmosla ortaklaştırıyor mu yoksa bizi diğer canlı ve cansızlardan ayırıp bize evrende ayrıcalıklı bir konum mu temin ediyor? Peki o şeyin bedenimizle ilgisi nedir? Bedenimizle birlikte, ondan ayrılamaz bir biçimde mi vardır o, yoksa bedenimizden bağımsız mıdır? Ölümden sonra o, varlığını sürdürmeye devam mı edecek, yoksa onun ölümsüzlüğünden söz edilebilir mi? Antik Yunan’dan günümüzdeki Transhümanizm ve Posthümanizm tartışmalarına dek yukarıdaki soruların ve ruh kavramının felsefe tarihi içindeki serencamını on bir uğrakta ele alıyor. Her bir makale Aristoteles’ten Stoacılara, İbn Sinâ’dan Hegel’e farklı düşünürlerin, ruhu ve onunla irtibatlı kavramları nasıl düşünüp tasarladıklarını ayrıntısıyla tartışmakla kalmıyor; bu dönüşümlerin özelde felsefe tarihine, genelde de insanlık ve doğa bilimleri tarihine nasıl etkileri olduğunun ipuçlarını veriyor.
Arkhe-logos Felsefe Dergisi "Hegel Özel Sayısı", 2020
Hegel'in 250. doğum yılına özel Arkhe-logos "Hegel Özel Sayısı". Hegel'in Antik Çağ Yunan Felsefe... more Hegel'in 250. doğum yılına özel Arkhe-logos "Hegel Özel Sayısı". Hegel'in Antik Çağ Yunan Felsefesi ile ilişkisi ve Hegel'in Politik Felsefesi Üzerine Yazılar.
2501070448 Tez Danışmanı: Prof. Dr. Bedia Demiriş İstanbul 2009 TEZ ONAY SAYFASI iii SENECA'NIN D... more 2501070448 Tez Danışmanı: Prof. Dr. Bedia Demiriş İstanbul 2009 TEZ ONAY SAYFASI iii SENECA'NIN DE IRA ADLI ESERİNDE ÖFKE VE AKIL İhsan Berk Özcangiller ÖZ Bu çalışmanın amacı, Seneca'nın, temel alacağımız De Ira adlı eserinde, konu ile ilgili olarak Aristotelesçi ve Epikurosçu okulların tezlerini çürütürken, savunucusu olduğu Stoa okulunun anlayışı doğrultusunda, insanın tamamen bir akıl varlığı olarak, hangi nedenlerden dolayı duygulardan kaçınması gerektiği; niçin özellikle öfke denen duygunun üzerinde ısrarla durulduğu ve bir akılsal varlık olan, hatta sadece bir akıl varlığı olan insanın onu o yapan şeyden, yani akıldan nasıl ayrı düşmeyip onu sağlamlaştırabildiği konusunu ne şekilde ortaya koyduğunu incelemektir. Bu tür bir incelemeye temel oluşturmak için Aristoteles, Epikuros ve Stoa Okullarının duygu-akıl ilişkisi çözümlenirken ve insan denen varlığa dair, söz konusu Okulların anlayışları incelenirken, o dönemdeki insan psikolojisine dair, özellikle de, De Ira adlı eser merkez alındığı için, Stoa Okulunun, insan psikolojisine ahlaki açıdan yaklaşan görüşleri ortaya konacaktır. iv ABSTRACT The purpose of this study is to examine the way of putting forth by Seneca in his work titled De Ira, while invalidating the thesis of the Aristotelian and Epicurian schools relating to the subject, in accordance with the school of Stoa which he defends, on the issue that for which reasons the human as an asset of reason should avoid the emotions, why he particularly emphasizes on the emotion of anger insistently and the human who is a reason asset and even actually who is only an asset of reason does not fall separate than the thing which makes him this, namely reason, and he reinforces it instead. In order to form a basis for such an examination, while the emotion-reason relationship of the Aristotle, Epicurus and Stoa schools is analyzed and while the approaches of the mentioned schools are examined concerning the asset named human, particularly because of the work named De Ira is taken as center concerning the human psychology in that period, the opinions of the school of Stoa approaching the human psychology from the ethical point of view will be put forth. v ÖNSÖZ Doğa Filozofları sonrasında Antik Dünya'da Sokrates ile birlikte, insan, bakışlarını dışarıdan kendine çevirmiştir. Tıpkı yeni doğmuş bir bebek gibi kendini tanıma ihtiyacı hissetmiştir. Toplumsal gelişmeler, insanın kendisiyle ve çevresiyle ilişkisinde değişikliklere neden olmuştur. Platon ve Aristoteles sonrasında, Hellenistik dönemde insan, kişi olarak mutluluğun yolunu arar olmuştur. Kişinin bu dünyada yaşarken huzurlu ve mutlu bir yaşam sürmesi gayesini güden okullardan biri de Stoa Okuludur. Stoa filozofları için insan bir akıl varlığı olduğundan, onun mutluluğa ulaşmasının tek şartı aklını yetkin kılması ve onu insanlığından uzaklaştıracak duygulardan uzak olmasıdır. Kişinin bunu başarması için kendini tanıması gerekir ve bu durumda insanın, psikolojik yapısını çözmesi gerekir. Bu sayede kişi kendinin ne olduğunu bilmesi ile doğasına uygun hareket ederek mutluluğa ulaşmış olur. Seneca'nın De Ira adlı eseri, Stoa okulunun duygu-akıl ilişkisi ile ilgili görüşlerini ve özellikle de öfke-akıl ilişkisi anlayışını günümüze ulaştıran tek eserdir. Öfke üzerine Plutarkhos ve Philodemos'un da eserleri vardır, ancak Stoa felsefesinin bu konudaki düşüncesini en detaylı şekilde bize aktaran Seneca'nın De Ira adlı eseridir. Biz bu eserde, hem Stoa okulunun duygu-akıl ilişkisine dair anlayışının zıttı anlayışları benimseyen Aristoteles ve Epikuros ile takipçilerinin görüşlerini çözümleyeceğiz, hem de Stoa okulu ve Seneca'nın görüşlerini analiz ederek, o günün insana bakışını, insan psikolojisini ahlaki açıdan çözümleyişini göreceğiz. Bunların yanı sıra, Stoa Okulunun insanı insan yapan aklın sağlamlaştırılması için ne gibi tedavi yöntemleri izlediğini, son olarak da Seneca'nın, bir üyesi olduğu Stoa Okulunun görüşlerine yeni bir şey katıp katmadığını öğreneceğiz.
AYDINLANMALAR, DEMOKRASİ, GÜNÜMÜZ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER ed. H. Nur Beyaz Erkızan ve Mustafa Günay, 2023
Bu çalışmanın amacı eski zamanda olduğu kadar şimdide de ahlaki, politik, dini, epistemolojik, me... more Bu çalışmanın amacı eski zamanda olduğu kadar şimdide de ahlaki, politik, dini, epistemolojik, metafizik pek çok tartışma ve yaşam alanının sorunlarını kuşatan tolerans kavramına dair hem genel bir çerçeve sunmak hem de yeni bir öneri de bulunmaktır. Tarih boyunca farklı tolerans anlayışları yaşamaya ilişkin sorunlara çare bulmak adına ortaya konulmuştur. Bu tolerans anlayışları nelerdir? Bunları birleştiren ortak unsurlar var mıdır? Farklı tolerans anlayışları neye çare aramaktadırlar? Bu tolerans anlayışlarının artı ve eksi yanları nelerdir? Son olarak yeni bir tolerans anlayışı ortaya koymak mümkün müdür? Bu gibi sorular bu makalenin cevaplamayı amaçladığı soruları oluşturur. Bunun için de öncelikle tolerans kavramın etimolojisi ve anlamları, sonrasında tolerans kavramının ana bileşenleri, bunu takiben farklı tolerans biçimleri analiz edilecek ve son olarak da yeni bir tolerans anlayışının imkânı tartışılacaktır.
Ruhun Felsefesi: Psykhê ve Nous Etrafında On Bir Tartışma, 2023
Bu makalenin amacı Cusanus’un De Mente (Zihin Üzerine) adlı eserini merkeze alarak zihin anlayışı... more Bu makalenin amacı Cusanus’un De Mente (Zihin Üzerine) adlı eserini merkeze alarak zihin anlayışının incelenmesi yoluyla onun modern bir düşünür olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini göstermektir. Makalenin birinci bölümünde Cusanus’un modernlik ve dolayısıyla
öznellik düşüncesinin temelinde yer alan epistemoloji ve zihin anlayışına dair genel hatlar gösterilecektir. İkinci
bölümde De Mente eserinin temel problemi ile birlikte zihin-
beden ilişkisinin önemi ele alınacaktır. Üçüncü bölümde
ise yaratıcılık bakımından bilme etkinliğinde insan zihninin
merkeziliğini ortaya koyan ve bu sebeple de Cusanus’un modern
felsefe ile ilişkilendirilmesinde önemli bir rol oynayan
zihnin temel gücü olarak benzeşim (assimilatio) edimi incelenecektir.
Bu incelemeler sonucunda Cusanus’un neden bir
yanıyla ilk modern filozof olarak düşünülürken diğer yanıyla
modern felsefesinin eşiğinde kaldığı ortaya konulacaktır.
DÜŞÜNCELERİYLE TAKİYETTİN MENGÜŞOĞLU, 2021
Estetik Üzerine Yayınlar, 2019
The aim of this article is to show that ontological toleration is an important component of recog... more The aim of this article is to show that ontological toleration is an important component of recognition in the realization of ethical life (as “the living good”) and true freedom. To achieve this aim, I will propose a new reading of Hegel’s account of recognition and its union with toleration by appealing to his arguments of the master-slave dialectic in relation to “something and an other” and the One in the Science of Logic. By doing so, I hope to present a Hegelian account of toleration as a precondition for recognition, and thereby, fill a gap in the current literature on recognition and its relation to toleration. Although there are many articles on Hegel’s theory of recognition, there are only a few texts on Hegel’s account of toleration, which shows that it has been a largely neglected topic in the literature. As I will demonstrate in this article, toleration, specifically −what I call− ontological toleration is an important and an indispensable part of Hegel’s theory of recognition, which plays a foundational role for his account of ethical life and true freedom.