İbn Sînâ Epistemolojisinde Bir Bilgi Kaynağı Olarak “Sezgi” (original) (raw)
Related papers
İBN SÎNÂ EPİSTEMOLOJİSİNDE BİR BİLGİ KAYNAĞI OLARAK “SEZGİ”
Hemen hemen bütün epistemolojilerde sezgi, bilgisel değeri bakımından en çok tartışılan hususlardan biridir. Sezgi, en genel anlamıyla "doğrudan kavrayış"tır. Sezgiyi, tartışmalı noktaya getiren şey de bu "doğrudan" ifadesidir. "Doğrudan" terimi, kimi zaman rasyonel ve empirik bilginin karşıtı olarak kullanılırken kimi zaman da -İbn Sînâ"da da olduğu gibi-rasyonel ve empirik bilginin hız ve güvenilirliği anlamında kullanılmıştır. İlkinde ya rasyonel ve empirik bilgiye hiç güvenilmediği için sezgi ön plana çıkartılmakta ya da akıl ve duyularla elde edilmesi zor olan şeylerin ancak yeni bir bilgi kaynağı olarak düşünülen sezgiyle elde edilebileceği savunulmaktadır. Diğerinde ise sezgi, yeni bir bilgi kaynağı olmayıp deney bilgisi sınıfında yer almaktadır. Makale ise bu hususların analizi üzerinedir.
Gazzâlî’nin İlâhî Bilgi Konusunda İbn Sînâ Eleştirisi
SRA, 2021
Çalışmamız Ebû Hâmid el-Gazzâlî’nin (ö. 505/1111) Tehâfütü’l-felâsife adlı eserinin on üçüncü meselesi merkezinde Allah’ın bilgisinin mahiyeti konusunu tartışacaktır. Gazzâlî bu meselede genel olarak Müslüman Meşşâî filozofları, özelde ise Ebû Alî Hüseyin İbn Sînâ’yı (ö. 428/1037) dinden çıkmakla itham etmiştir. Bu bağlamda Tehâfüt’ün ikinci tekfir ithamını barındıran bu mesele; ‘filozofların zamanın şimdi, geçmiş ve gelecek şeklinde taksim edilmesiyle tezahür eden tikelleri Allah’ın bilmediğine dair görüşlerinin çürütülmesi’ başlığını taşımaktadır. Gazzâlî bu meselede, filozoflara karşı gelmenin üç safhasından bahseder: Öncelikle filozofların ne söylediklerini aktaran Gazzâlî, ikinci olarak onların iddialarını yorumlar. Son olarak da onların söylediklerini çürütme iddiasında bulunur. Yani Gazzâlî filozofları eleştirirken onların öncüllerinden yola çıkmakta, fakat sonuç itibariyle sadece kendi argümanlarını ciddiye almaktadır. Meseleyi aktarırken filozofların söylemini bir şarta bağlamıştır. Onun iddiasını şarta bağlaması, aslında anlatmak istediğini kendi belirlediği çerçevede yorumlayacağının göstergesidir.
İbn Sînâ Felsefesi’nde Bilginin Kategorisi Problemi
İbn Sînâ bilgiyi, "bilinen şeyin bilen nezdinde meydana gelmesi" (er-Râzi, 1970, s. 216) şeklinde tanımlamaktadır. Bu tanımdan hareketle İbn Sînâ epistemolojisinde bilginin mahiyetine yönelik bir araştırma, iki temel yönü içermektedir. Bilgi araştırması bir yandan bilgiyi elde eden öznenin varlık tarzına; diğer yandan da bilinen suretlere yani bilinen şeylerin nitelik ve hususiyetlerine yoğunlaşmak durumundadır. Bu bağlamda İbn Sînâ'ya göre bilen özne metafizik bir cevherdir ve ancak kendisine benzer özelliklere sahip bir sureti idrak edebilir. Dolayısıyla, İbn Sînâ felsefesinde bilen özne ve bilinen suret arasında karşılıklı bir gerektirme ilişkisi vardır. Birden çok bilinene nispet edilip tümel bir şekilde bilinen suret, Öz: İbn Sînâ, Kategoriler kitabında bilginin dâhil olduğu yüksek cinsleri, izafet ve nitelik olarak belirlemektedir. Bununla birlikte, araz olup olmadığı tartışmalı olan bazı kategorileri, Metafizik kitabında tekrar ele alarak araz olduklarının ispatını yapmaktadır. Bu bağlamda, bilginin araz oluşuna dair itirazları, felsefesinin en temel kavramsallaştırmalarından olan varlık-mahiyet ayrımı üzerinden aşmaya ve bilginin araz oluşunu ispatlamaya çalışan filozof, bilginin nefiste bulunmak bakımından araz olduğunu söylemektedir. Fakat İbn Sînâ'nın bu görüşü, çeşitli eserlerinde farklı imaları barındıracak şekilde ele aldığı bilgi tanımları tarafından kuşkulu hale gelmektedir. İbn Sînâ, kimi yerde bilgiyi maddi özelliklerinden soyutlanmış bir hakikatin kişide meydana gelmesi (husûl) şeklinde tanımlarken, kimi yerde ise, aklın bilgisine konu olan bilinen ile (makul) ile bilen öznenin (âkil) tek bir şey haline gelmesi olarak tanımlamaktadır. Bu tanımlardan ilkine göre, bilgi nefiste bulunan bir araz durumundayken, diğer tanımda bulunduğu yer ile aynı şey haline gelen bilginin araz olması mümkün görünmemektedir. Diğer taraftan, tarihsel olarak bilginin araz oluşuna dair problem, İbn Sînâ öncesinde onun yaptığı gibi müstakil olarak ele alınmamaktadır. Fakat problemin takibi, Yeni-Eflâtuncu şârihlerin genel olarak Aristoteles felsefesinin çıkmazlarına yönelik tartışmalarının konuyla ilgili imalarından yapılmaya çalışılmaktadır. Bu bakımdan, konu İbn Sînâ'nın kendisine intikal eden felsefi mirasın problemlerini, kendi felsefesinde nasıl aşmaya çalıştığını göstermesi bakımından önem arz etmektedir.
İbn Sînâ Psikolojisinde Faal Akıl: Literatüre Giriş
Milli Mecmua, 2022
İbn Sînâ psikolojisinde, faal aklın orta terimin keşf sürecinde soyutlama gücü üzerinde icra ettiği fonksiyona ilişkin literatürde mevcut bulunan üç yorum biçiminin tasnifi yapılan bu metin, lisansüstü ders ödevi olarak hazırlanmış ve daha sonra Milli Mecmûa (2022, sayı 28, s. 18-37) dergisinde yayımlanmıştır.
Sanatta Farklı Bir Görme Biçimi Olarak Sezgi
E-Journal of New World Sciences Academy, 2015
Bilimin ve sanatın farklı disiplinlerinde, düşünme ve yaratma sürecinde sezgi gücü bir bilgi kaynağı olarak önemli bir yer tutar. Sezgi; insanın sahip olduğu, yaşamında sıklıkla deneyimlediği ancak çoğu zaman önemsemediği gizemli yönlerinden sadece biridir. Sezginin bir yöntem olarak sanat ve sanat eğitiminde kullanılmasına yönelik yapılan literatür incelemesinde, ülkemizde bu konudaki çalışmaların yetersizliği araştırmanın problemi olarak görülmüştür. Araştırma genel tarama modeli ile gerçekleştirilmiştir. Bu sebeple araştırmada sezgi kavramının sanat-sanatçı-sanat eseri bağlamında irdelenmesinin yanında sanatsal yaratma sürecinde bir yöntem olarak sezgisel düşünme yollarının incelenmesine yönelik literatür taraması yapılarak, ortaya çıkan sonuçlar yorumlanarak, tartışılmıştır. Her insanın yaşamında anahtar olarak kullanabileceği sezgi gücünün, sanat alanında da bilindik yöntemlerin dışında farklı düşünme sistemleri geliştirilerek gerek kuramsal gerekse uygulamaya yönelik çalışmalarla sunulması gereklidir. Anahtar Kelimeler: Sanat, Sezgi, Sezgisel Düşünme, Sezgisel Görme, Yaratma Sürecinde Sezgi
İbn Sînâ’nın Burhânın İlimler Arası Taşınması Hakkındaki Görüşleri Üzerine İnceleme
9. Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi Bildiriler Kitabı - II, 2021
Aristoteles, burhânın bir cinsten farklı bir cinse taşınmasını yasaklayarak her burhânî tikel ilmin sınırlarını çok sıkı bir şekilde belirlemektedir. Böylece bilimsel araştırma yöntemlerinin temelini oluşturmaya çalışmaktadır. İbn Sînâ, burhânın ilimler arasındaki caiz ve yasaklanan naklini açıklarken, genel olarak Aristoteles ile uyum içerisindedir. İbn Sînâ, Aristoteles gibi tüm ilimlerin kendi kompartmanlarında ve çoklu olarak tutulmaları gerektiği kanaatindedir. Çünkü her şeyi tek bir bütünlük içerisinde anlamanın ve her şeyi birbirine indirgemeye çalışmanın, o kompartmanlaşmış ilimlerin gelişimini engelleyeceğinden endişe eder. Burhânın caiz veya yasaklanan taşınmasından bahsedildiğinde genellikle onun bir ilimden konusu farklı diğer bir ilme taşınmasının söz konusu olduğu zannedilir. Böylece Aristoteles’in ve onun şârihlerinin metinlerinden burhânın nakliyle yalnızca ilimlerin birbirinden ayrımı veya sınıflandırılmasının kastedildiği görüşüne varılmıştır. Hâlbuki es-Simâʻu’t-Tabîʻî’de başlayıp Burhân ve Safsata’ya değin devam eden doğrusal ve döngüsel çizgilerin orantısızlığıyla ilgili tartışmalar, yasaklanan taşınmanın, sadece iki farklı ilim arasında değil, bir ilmin kendi içinde de meydana gelebileceğini göstermektedir. Bu nedenle İbn Sînâ, bir ilmin herhangi bir ilkesinin bile o ilmin bütün meselelerini açıklamaya elverişli olmadığını söyler. Ne var ki yuvarlak yaralar meselesi, Aristoteles’in burhân sisteminin mükemmel olmadığına dair kuşkuları ortaya çıkarmaktadır. Bu durum, İbn Sînâ’nın burhânın taşınma alanını genişletmesine neden olmuştur. Bu bağlamda çalışmamızda Burhân Kitâbı’nın içerisinde bile bu kurala her zaman uyulmadığı görüşü ileri sürülecektir.
"İhvân-ı Safâ'da Varlık ve Bilgi Açısından Akıl"
Yüksek Lisans Tezi, 2022
The ontological and epistemological essence of the intellect has been the subject of some meaning transformations throughout the history of thought. 10th century the Ikhwan al-Safa, also known as the encyclopedist philosophy group, say in their Resail that the intellect signifies two meanings. The first of these meanins is the ontological expression of the intellect and the other is the epistemological expression. Ontological intellect is a competent and perfect entity at the top of cosmology, coming after God in the hierarchy of existence, created as a result of God’s command and coming into existence with overflow of its effulgence. It gives existence as it exists. The cosmic, ontic intellect, which the Ikhwan al-Safa calls the universal intellect, is in a very important position in terms of its intermediate position in the God-realm relationship, the effort to explain the theories of creation and emanation together, as it is the subject of multiplicity in the hierarchical order of existence. In addition, it s another remarkable issue that it includes expression that are approached to the theory of adjectives in the formation of the intellect as a result of the coexistence of religion-philosophy and the effort to encompass all sciences. On the other hand, the intellect, which is expressed as epistemological reason, is another remarkable issue that they approaches the Notion of reason in kalam and considered the mind as a gariza within the claim of encompassing the philosophical approaches of the period. Aklın ontolojik ve epistemolojik mahiyeti düşünce tarihi boyunca bir takım anlam dönüşümlerine konu olmuştur. 10.yy. da ansiklopedist felsefe grubu olarak anılan İhvân-ı Safâ, Risâleler’inde aklın iki anlama delalet ettiğini söylerler. Bu anlamların ilki aklın ontolojik diğeri ise epistemolojik ifadesidir. Ontolojik akıl, kozmolojinin en tepesinde, varlık hiyerarşisinde Tanrı’dan sonra gelen, Tanrı’nın emri neticesinde yaratılan ve feyzinin taşmasıyla varlığa gelen, yetkin ve kemal sahibi bir entitedir. Var olduğu gibi varlık verir. Tanrı-alem ilişkisindeki ara konumu, yaratma ve sudur teorilerinin birlikte açıklanması çabası bakımında İhvân-ı Safâ’nın küllî akıl olarak adlandırdığı, kozmik, ontik akıl hiyerarşik varlık düzeninde çokluğa mevzu olması itibariyle oldukça önemli bir konumdadır. Bunun yanında din-felsefe birlikteliğinin bir ürünü ve bütün bilimlerin kuşatılması çabasının sonucu olarak aklın meydana gelişinde yer yer kelâmın sıfatlar teorisine yaklaşılan ifadeleri içermesi bir diğer dikkat çekici husustur. Diğer yandan epistemolojik akıl olarak ifade edilen akıl ise dönemin felsefi yaklaşımlarını kuşatma iddiası içerisinde kelamın akıl mefhumuna yaklaşmaları ve aklı bir gariza olarak ele almaları bir diğer dikkat çekisi husustur.
İbn Sînâ’da İnsanın Varlığa Dair Bilgisinin Nefsin Yetkinliğiyle İlişkisi
İnsan doğal olarak mutlu olmayı arzulamakta ve bu yüzden haz veren şeylerin peşinden gitmektedir. İbn Sînâ, hazzı “mülâim (uygun) olması bakımından mülâim olanın idrakidir” diye tanımlamakta ve akıl için hazzı, âhengi ve kendi yapısına uygun olanı akletmesi şeklinde tarif etmektedir. Aklın faaliyet alanı olarak da varlığa bütüncül bir şekilde bakabilmeyi tayin eden İbn Sînâ, bu şekilde insanın Tanrı ve ondan sudur eden diğer varlıkları, aralarındaki hiyerarşik yapıyı, varlıkta Tanrı’nın inâyet ve hayrının tezahürünü kavramsal boyutta akılda temsil edilmiş olarak elde edecektir demektedir. Bu sayede bedene dair geçici lezzetlerden vazgeçerek, ebedî ve değişmez hakikatler ile bütünleşecek ve İbn Sînâ’nın tabiriyle aklî bir âlem haline gelecektir. Nihâyetinde insan, ebedî saadete ulaşmak için salt ruhsal varlıklara benzemeye çalışacaktır. Onlarla bütünleşme isteğinin ve özleminin oluşması için bunun farkında olması gereken insan, söz konusu bilinci ancak varlık hakkındaki tefekkürle elde edebilecektir.
https://catalog.ihu.edu.tr/yordambt/yordam.php?sayfa=sayfaArama&aDemirbas=E0000838 Açık erişim linkten indirebilirsiniz.