Seyyit Ahmet Arvasi’nin Aile İle İlgili Görüşleri (original) (raw)

Seyyid Ahmet Arvasi’ye Göre Eğitimle Kültür Arasındaki İlişki

2004

Relation Between Culture and Education in Seyyid Ahmet Arvasi Arvasi has attached importance to culture. He has studied the culture from educator point of view , has made clear the concepts of culture and civilization and has called attention to connection between education and national culture Arvasi has attached importance to national culture too. He has explained that the school is charged with protection and development of national cultural values. According to Arvasi, most important aspect of education is it's nationality. Arvasi has called attention to interaction between Islam and our culture. He has explained that there is an interaction between culture and religion, and religion has influenced to every aspects of cultural life.

Bir İslam Sosyolojisi Denemesi: Seyyid Ahmet Arvasi’nin İlm-i Hal Adlı Eseri

Amasya İlahiyat Dergisi, 2021

Bu makalede, Seyyid Ahmet Arvâsî’nin İlm-i Hâl adlı eserinin bir İslam sosyolojisi denemesi olabileceğine dair bir varsayımın temellendirilmesi üzerinde durulmuştur. Pek çok Müslüman sosyoloğun dile getirdiği gibi sosyoloji ve onun bir alt disiplini olan din sosyolojisi 19. yüzyıl Avrupa’sının düşünce hayatına hâkim olan müfrit pozitivist vasatta ortaya çıkmış, yöntem ve konusu itibariyle bu atmosferden etkilenmiştir. Bunun yanında din sosyolojisinin ortaya çıktığı toplumda hâkim olan dinin Hristiyanlık olması nedeniyle konu ve içerik itibariyle bu dinin görüntüsünün yoğunluk kazandığı da bir gerçeklik olarak ortaya konulmaktadır. Her ne kadar böyle olsa da sosyoloji ve din sosyolojisinin ele aldığı konular ve benimsediği metot, Müslüman bilim adamlarının dikkatini çekmiş ve ihmal edilemeyecek bir bilim dalı olarak görülmüştür. Özellikle Müslüman toplumların içinde oldukları sosyal, siyasi, ekonomik ve dini buhranlardan çıkma yolu arayan Müslüman aydınlar tarafından sosyoloji bir kurtuluş bilimi olarak görülmüş, bu bilimin metodolojisi bağlamında çözümler üretilmiştir. Ancak bu bilimin Batının kültür ortamında ortaya çıkması ve metodolojisini sahip olduğu kültür bağlamında şekillendirmesi Müslüman bilim adamları tarafından yadırganmış ve onları farklı arayışlara mecbur bırakmıştır. Bu arayışların sonucunda İslam dünyasında kendi tarihi gerçeklerine uygun ve kendi kültürel mirasına uyumlu bir sosyoloji oluşturma düşüncesi ortaya çıkmıştır. Özellikle bir kısım İslam toplumlarının sömürgeden kurtulmalarının akabinde toplumsal gelişme programları geliştirme ve bir kimlik arayışı içinde olmaları bu tür gayretleri hızlandırmıştır. Bu arayışlarda temel problem olarak bilimin kaynağı konusu ele alınmış Batı kaynaklı bilim ve bilgi yerine İslam’ın kendi dinamiklerinden doğan bir bilgi üretme gayreti kendini göstermiştir. Çabalar toplum bilimleri alanında öncü bilim olarak sosyoloji alanında yoğunlaşmış ve bu bilim dalı ön plana çıkmıştır. Sosyolojinin bir alt disiplini olan din sosyolojisi bağlamında kendi dininin sosyolojisini oluşturmak isteyen Müslüman bilim adamları bu bilimi “İslam sosyolojisi” olarak isimlendirmişlerdir. Fakat bir bilim dalının teşekkülü sadece istekler ve toplumsal mecburiyetlerle ortaya çıkacak bir konu değildir. Bunun için yoğun ve uzun metodolojik çalışmalar, bilimsel üretimler gerekmektedir. İşte bu anlamda İslam sosyolojisi yapılan çalışmalarla desteklenen, yavaş yavaş şekillenen ve belli bir birikim oluşturulmaya çalışılan, tabiri caizse daha emekleme aşamasında olan bir bilim dalı alanıdır. Bu alanda yapılan her çalışma yazılan her cümle samimi bir gayret içerisinde olunan alana katkı sunacaktır. Seyyid Ahmet Arvâsî yazdığı eserlerde bizzat değindiği “İslam sosyolojisi” kavramı ile ve bu eserlerde ele aldığı konularla bu alanda kafa yormuş, zihnî gayret içinde bulunmuş bir bilim adamı ve düşünürdür. Eğitim sosyolojisi kitabı yazacak kadar sosyoloji bilimine, aile kültüründen getirdiği birikimle İslami konulara vakıf olan Arvâsî bu konunun altını özellikle çizmiş, eserleriyle de bunu göstermiştir. İlm-i Hâl adlı eserinde ele aldığı konular ve bu konuları işlemedeki metodu bu eseri klasik bir ilmihal kitabı olmaktan öteye taşımaktadır. Çalışmayı tek başına bir İslam sosyolojisi olarak isimlendirmek iddialı bir ifade olabilir ama Türkiye’de yapılan İslam sosyolojisi çalışmalarına bir katkı daha ötesinde bir deneme olarak görmek mümkündür. Yapılacak İslam sosyolojisi çalışmalarında Arvâsî’nin toplumsal, kültürel, siyasi ve dini meselelere bakışına bu eser dikkate alınarak yer verilmeli, onun bu eserde ortaya koyduğu yöntem alana katkı olarak göz önünde bulundurulmalıdır. Böylece oluşacak İslam sosyolojisi literatüründe bu eserin ve yazarının katkısı ortaya konulmuş olacaktır. Bu çalışmanın İslam sosyolojisi biliminin teşekkülü aşamasında yavaş, meşakkatli fakat sebatkar ilerleyişe katkı sağlayacağı ve duvara bir tuğla koyma gayreti olacağı düşünülmektedir. Bu çalışmada eserin bir İslam sosyolojisi denemesi çalışması olduğu iddia edilmekte ve ele aldığı konular incelenerek bu iddia doğrulanmaya çalışılmaktadır. Konu ile ilgili olan eserler dokümantasyon yöntemi ile taranacak elde edilen veriler içerik analizine tabi tutulacaktır.

Aile/Ehl Kavramına Farklı Bir Bakış: Hz. Peygamber’in (SAV) Ailesi/Ehli Olarak Ashâb-ı Suffe

II. ULUSLARARASI MEVLİD-İ NEBİ SEMPOZYUMU HZ. PEYGAMBER VE AİLE, 2019

Kur’ân’da sıkça geçen “ehl” kavramı, “aile, eş, ev sakinleri, aşiret, insana en yakın olan kişiler, yakınlığa sahip olanlar” demektir. Kur’ân’ın aileye dair kullandığı bir diğer kavram ise “kişinin kendisi, ailesi, dost ve arkadaşları” anlamına gelen “ehl” kelimesiyle eş anlamlı olan “âl” ifadesidir. Gerek “aile” gerekse muadilleri “ehl” ve “âl” tabirleri, esasen “aynı gaye için çalışan kimselerin hepsi” anlamında kullanılır. Kur’ân’ın, iman etmeyen oğlunu Hz. Nûh’un ailesinden/ehlinden saymaması ve Hz. Nûh’un eşi ile Hz. Lût’un eşini kâfir olarak nitelemesi, meselenin bu boyutunu destekler mahiyettedir. Nitekim Kur’ân, Hz. Nûh’a oğlu için: “O senin ailenden değildir.” derken bu durum kastedilmektedir. Bu örnekler, aileyi birbirine bağlayan din ve inanç unsurunun önemini göstermektedir. İnanç ve gaye ortaklığının kişileri aile kıldığı örneklerden biri Hz. Peygamber ile Ashâb-ı Suffe arasındaki münasebete dairdir. Ashâb-ı Suffe’nin geçimlerini, durumu nispetinde bizzat Resûlullah ve durumu yerinde olan ashâb üstlenmiş, onların ihtiyaçlarını aile bireylerinin ihtiyaçları gibi görüp gidermiştir. Ayrıca Resûlullah’ın kendisine takdim edilen hediyeleri Ashâb-ı Suffe’yle paylaşması, kendisine gönderilen sadakaların tamamını onlara göndermesi, hazineye aktarılan malların bir kısmını onlara ayırması vb. örnekler, Hz. Peygamber’in Ashâb-ı Suffe’ye ne derece ihtimam gösterdiğini ve onları ailesinin bireyleri gibi düşündüğünü ortaya koyar mahiyettedir. Kendilerini adeta Hz. Peygamber’e hizmet etmeye adayan Ashâb-ı Suffe’den bazı isimler, Resûlullah’ın yanından bir an bile olsa ayrılmamıştır. Bu çalışmada, aile kavramına “akrabalık” anlamından farklı olarak kavramın muhtevasında bulunan “aynı gaye için bir araya gelen kimseler” vechesinden bakılacaktır. Bu çerçevede Hz.Peygamber’in Ashâb-ı Suffe’yi ehli/ailesi olarak görmesi ve bu anlayışla hareket etmesi örnekler eşliğinde izah edilecektir.

Hacı Bektaş Veli’nin Tasavvuf Düşüncesinde Marifet ve Arifler

Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 2022

Hacı Bektaş Veli, Anadolu’nun dinî ve tasavvufî düşüncesinin oluşumunda önemli etkileri olan bir isimdir. Onun tasavvuf anlayışını ve misyonunu anlamak Türk İslam düşüncesini tahlil etmek bakımından önem arz eder. Marifet anlayışı ise onun tasavvuf düşüncesinin temelini oluşturur. Bu çalışmada, Hacı Bektaş Veli’nin tasavvuf düşüncesinde marifete giden yolda şeriata bağlılık vurgusu, şeriatın hayata geçirilmesiyle birlikte elde edilen tarikat ve marifet makamları üzerinde durulmakta, ardından marifete ulaşmada bir vasıta olarak kalp ve marifete ulaşmış bir sınıf olan ariflerden bahsedilmektedir. Böylece Hacı Bektaş Veli’nin epistemolojisinde marifetin yeri ve önemi tespit edilerek onun, bağlı olduğu tasavvufî gelenek ile karşılaştırılma imkânı bulunmuştur. Tasavvufta akıl ve nakille elde edilen bilgiden daha kıymetli olan marifet, Hacı Bektaş Veli’nin tasavvuf düşüncesi ve bu kapsamdaki bilgi anlayışının anahtar kavramıdır. Hacı Bektaş Veli, tasavvufî eğitim sistemini dört kapı kırk makam anlayışı doğrultusunda kurgulamıştır. Şeriat kapısı ile tasavvufî ilerlemesine başlayan mürid, tarikat kapısının ardından marifet makamlarına ulaşır. Böylece bir taraftan nefsini terbiye ederken diğer taraftan da ruhunu tasfiye ederek gayb âleminin önündeki perdeleri aralama imkânı bulur. İşte bu süreçte tasavvuf yoluna giden mürid, âbid, zâhid, arif ve muhib olma vasıflarını elde eder. Bunlardan arif, marifetullaha ulaşma yönünde kat ettiği mesafe itibariyle âbid ve zâhidlerin önüne geçmiş bir konumda olur. Hacı Bektaş sufilerin genel kanaatine uygun olarak Allah’ın insanları ancak kendisini tanımaları için yarattığı görüşündedir. Bu gayeye ulaşma yönüyle arifler tıpkı zâhidler ve âbidlerden üstün oldukları gibi âlimlerden de üstündürler. Diğer bir deyişle marifetullah ilmi, akıl vasıtasıyla elde edilen bilgilerden üstündür. Marifete ulaşmak ise ancak Allah’ın istediği doğrultuda bir yaşantıya sahip olmaktan geçer. Bu bağlamda şeriatın hayata aktarılmasıyla şekillenen marifet anlayışından hareketle Hacı Bektaş’ın, sünni tasavvuf geleneğinin Anadolu’daki bir temsilcisi olduğunu söylemek mümkündür.

Sabahat Emir'in Hikâyelerinde Aile

Tebliğ/Bildiri, 2018

TÜRKKÜM 2018 Uluslararası Türk Kültürü ve Medeniyeti Kongresi - Balıkesir Öz: Sabahat Emir, şiir, hikâye, roman, tiyatro gibi hemen her türde eser vermesine rağmen hikâyeci kimliğiyle tanımış bir yazardır. İlk kitabını 1964 yılında henüz üniversitede öğrenciyken yayımlayan Emir, hikâyelerinde genellikle aşk, evlilik ve aile konularını ele almış; kadının aile ve toplum içindeki yeri üzerinde durmuştur. Hikâyelerinde kadını merkeze alarak aşk, evlilik ve aile konularını işleyen Emir, Türk kültür hayatının dinamiklerine karşı da muhafazakâr bir tavır takınmıştır. Bu sebepledir ki toplumun temelini teşkil eden aile kavramının Emir’in hikâyelerindeki akisleri, Türk aile yapısı ile büyük ölçüde örtüşmektedir. Yazarın bazı hikâyelerinde ‘yıpratıcı bir oyun’ olarak nitelenen evlilik, bazı hikâyelerinde ‘kadınlığın kutsal kapısı” olarak görülür. Aile birliğinin sağlanması için ilk adım olan evliliğin iki farklı bakış açısıyla ele alınması şüphesiz yazarın ‘iyi’ ile ‘kötüyü’ bir arada sunma çabasının bir sonucudur. Emir’in hikâyelerinin bir kısmında aile kavramının kutsallığına vurgu yapılırken bir kısmında da aile bireyleri arasındaki anlaşmazlığın sebepleri ve sonuçları üzerinde durulur. Bu bağlamda Emir’in okuyucuya ‘ideal aile’ modeli sunma gibi bir amacının olmadığını söylemek mümkündür. Bu çalışmanın amacı, Sabahat Emir’in hikâyelerinde aile kavramının nasıl ele alındığını metinlerden hareketle incelemektir. Ayrıca Sabahat Emir’in hayatı hakkında bilinenlerin kısıtlı olduğu gerçeği göz önüne alınarak yazarın biyografisine yer vermek uygun görülmüştür. Çalışmaya konu olan hikâyeler evlilik, aile, aile bireyleri arasındaki ilişkiler, çocuk sahibi olma arzusu, geçim sıkıntısı gibi başlıklarla tasnif edilmiştir. Metin inceleme yöntemi kullanılarak içerik bakımından tahlil edilen hikâyelerin biçim özellikleri ve yapıları üzerinde durulmamıştır. Anahtar Kelimeler: Türk edebiyatı, hikâye, Sabahat Emir, evlilik, aile.

Sirâtimüstakîm/Sebîlürreşâd Dergi̇si̇nde Mehmet Aki̇f’İn Eği̇ti̇m Ve Di̇l Üzeri̇ne Görüşleri̇

Edebî Eleştiri Dergisi, 2021

Mehmet Akif, varlık ve yaşamını devleti ve milletine vakfeden mümtaz şahsiyetlerden biridir. Siyasî, sosyal ve kültürel değişim ve dönüşümün maddî ve manevi açıdan yediden yetmişe herkes tarafından en derinden hissedildiği bir devirde, toplumu doğruya sevk etmek için hitabı, kalemi ve icraatlarıyla kılavuzluk yapmaya çalışmıştır. Meclis kürsüsünden camii minberine, manzum hikâyeden tercüme, makale ve denemeye kadar eline geçen her tür ortam ve vasıtayla halka seslenmiş ve neticede halkın sesi olmuştur. Mehmet Akif'in halka ulaşmak için kullandığı vasıtalardan biri, yayın hayatına 1908 yılında Sırâtımüstakîm ismiyle başlayıp 183. sayıdan itibaren ise Sebîlürreşâd adıyla devam eden dergi olmuştur. Akif; Eşref Edip Fergan ile Ebulula Mardin tarafından çıkarılmaya başlanan bu derginin başyazarlığını yapmış ve bilhassa Anadolu insanına moral ve motivasyon kazandırmayı hedefleyen yazılarıyla Kurtuluş Savaşı'na büyük katkı sağlamıştır. Öte yandan sadece Milli Mücadele'ye yönelik yazılarla yetinmemiş, hayalini kurduğu medeniyetin ve görmek istediği insan modelinin niteliklerini anlatan yazılar da kaleme almıştır. Dolayısıyla bu dergi, kapatıldığı 1925 yılına kadar çıkan 641 sayısıyla Mehmet Akif'in fikir dünyasından parça parça izler taşıyan bir belge hüviyeti kazanmıştır. Yapılan bu araştırmada ise Mehmet Akif'in dergideki "Hasbihâl", "Eski Hâtıra" ve "Eski Hâtıralar" gibi başlıklı yazıları incelenerek bu büyük mütefekkirin eğitim ve dil eğitimi üzerindeki düşünceleri tespit edilmeye çalışılmıştır.

OSMAN HOPEVÎ’NİN DÜRRETÜ’N-NÂSİHÎN İSİMLİ ESERİNDE TASAVVUFÎ VE AHLAKİ KONULAR

OSMAN HOPEVÎ’NİN DÜRRETÜ’N-NÂSİHÎN İSİMLİ ESERİNDE TASAVVUFÎ VE AHLAKİ KONULAR, 2024

Bilindiği gibi Tasavvuf, disiplinler arası bir çalışmayı gerektirmektedir. Bir yönüyle tasavvufi çabalar şahsi bir çabayı gerektirirken diğer diğer yönüyle de toplumla ilgili diğer konularla bağı bulunmaktadır. Bu sebeple Müslüman ilim adamları tarafından muhataplarına dini konularla birlikte ahlaki konular da tasavvufi gayelerle anlatılır. İslam dininin temel konuları ise itikat, ibadet ve ahlaki konularıdır. Bu ve benzeri konularda bir eser telif edilirken her ne kadar tek bir konu ve üslup üzerinde devam edilse de diğer konulardan da tamamen bağımsız bir konu bulunmaz. Nitekim Dürretü’n-Nâsihîn'de yazarın ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla cami cemaatine vaaz ve irşad kitabı olarak telif edildiğini görmek mümkündür. Buna binaen eser içerik bakımından tasavvufî ve ahlaki konuları da ihtiva etmektedir. Başlıca tasavvufî ve ahlaki konuları ise, İslam dininin bir Müslüman’dan yapmasını beklediği ve uzak durulması gerektiği davranışlardan dua, zikir, tevekkül etmek, ihsanda bulunmak gibi ameller ile gıybet, kibir, kötü zan benzeri amellerdir. Diğer taraftan Dürretü'n-Nâsihîn’de insanı en çok ilgilendiren ölüm anı, öldükten sonraki haller, cennet, cehennem, şeytan gibi manevi varlıklar ile vaaz ve irşad maksadıyla izah edilmeye çalışılır. Dininin özü nasihatten ibarettir. Kalplerin saflaşması ve Allah'a yönelmesinin ilk yolu da vaaz ve irşattır. Vaaz ve irşad eden kimse dinin iman, ibadet esaslarını insanlara anlattığı gibi ahlaka dair konularını da anlatmaya çalışır. Esasen ahlaki konular, felsefenin de konusudur. Ancak ahlaki değerlerin pratik hayatta görünür hale gelmesi gerekmektedir. Bunun ilk aşaması da vaaz ve irşattır. Osman Efendi de Osmanlı toplumunda dindar bir çevrede yetişmiş, Müslüman kitlelere vaaz ve irşad bilgisine sahip olabilecek ilmi düzeye sahip bir kişilik olduğuna telif ettiği Dürretü'n-Nâsihîn adlı eserinde tanık olmaktayız. Zira eser İslami ilimlerin anahtarı hükmünde olan Arapçayla telif edilmesi, eserde gösterdiği ilmi referanslar eseri ve sahibini nitelikli kılmıştır. Seminer çalışmamızda Hopalı Osman Efendi'nin ilmi kabiliyetiyle vaaz üslubuyla vermeye çalıştığı Temel İslam Bilimlerinin Tasavvufi ve Ahlaki temel konuları izah edilmeye çalışılmıştır. Zira ilim zaman içerisinde devam eden bir silsileler zinciri gibidir. Bu ilim halkalarından sonra gelenlerin önce gelenlerden haberdar olması gerekmektedir. Sonuç olarak tüm bunlar dikkate alındığında Dürretü'n-Nâsihîn adlı eserde tasavvuf ehlinin hem vaaz ve irşad edilmesi hem de okuyanların istifade edebileceği tasavvufi bilgiler içermesi bakımından okunmaya değer bir eser olduğu anlaşılmış olup eser sahibi de İslam dünyasında İslam’a hizmet etmiş bir müellif olmayı gerektirmektedir.