(2019) "Adı Konmamış İmparatorluk ve 'Göreli Özerklik' Sorunu", Praksis (51), 187-98 (original) (raw)

(2017) "Yeni-Osmanlıcılığın Ekonomi-Politiğinin Bir Eleştirisi: Ulusötesi Bir Hegemonya Projesinin Yükseliş ve Düşüşü", Praksis (44-45), 937-70

Praksis, 2017

Öz Bu çalışma 2000'lerin ilk on yılında " Yeni Türkiye " nin dış ilişkilerinin ekonomi-politiğine odaklanıyor. İlk kısımda son yıllarda öne çıkan ve dış politikaya politik ekonomi perspektifinden yaklaşan bazı ana akım çalışmalar eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutuluyor. İkinci kısımdaki kuramsal tartışma ise Marksist uluslararası (veya küresel) politik ekonomi (UPE) yazınında " Amsterdam Okulu " olarak bilinen çevrenin katkılarına dayanıyor. Analiz Van der Pijl'i izleyerek Yeni-Osmanlıcılığı, ulusötesi bir kontrol kavramı (hegemonya projesi) olarak sistem kaynaklı neoliberalizme belirli şartlarda eklemlenmek üzere dizayn edilen bir sınıf projesi olarak okuyor. Buna göre bölgesel düzeyde bir kontrol kavramı olarak Erdoğan ve Davutoğlu tarafından pazarlığa sürülen söz konusu stratejinin kaderi sistemik ve ulusötesi mücadeleler diyalektiğince çizilmiştir. Bu mücadeleler dünyayı yıkıma sürükleyen para ticareti yapan (money-dealing) ulusötesi sermaye fraksiyonunun küresel liderliğine karşı ve ondan yana olan sermaye fraksiyonları ve işçi sınıfları arasında; ulusal, bölgesel ve uluslararası seviyelerde bir çok devlet bağlamında aynı anda cereyan etmektedir. Abstract This paper focuses on the political economy of the foreign relations of the " New Turkey ". The first part of the paper critically engages with some of the mainstream analyses of international relations from a political economy perspective. A short theoretical discussion in the second part relies on the analysis of " Amsterdam School " and its critical Marxist approach to international (or global) political economy (IPE). Here, by following Van der Pijl's analysis, I understand the Neo-Ottomanism as a class project emerged as a transnational comprehensive concept of control (hegemonic project) to be integrated into systemic neoliberalism on certain terms. The faith of the quest made by Erdogan and Davutoglu for a regional concept of control was determined by the dialectics of the systemic and transnational struggles. Such struggles have been taking place simultaneously at the national, regional and international levels and within the context of many states and regions; between the classes and capital fractions standing for or against the global leadership of money-dealing capital fraction that is leading world to a catastrophe.

(2023) "Küresel Polis Devleti: 'Askerileşmiş Birikim' ve 'Finansallaşma' Çağında Küresel Kapitalizm Kuramını Yeniden Düşünmek", Praksis 61, 187-210

Praksis, 2023

William I. Robinson, 1980'lerin sonlarından bu yana çok sayıda akademik/politik eser vermiş üretken bir Marksist kuramcı. Bilimsel çalışmaları, küreselleşme sürecinin zirveye ulaştığı 90'lı yıllarda daha fazla tanınır hale geldi. Bu dönemde dünya çok boyutlu krizlerle uğraşmak zorunda kalacaktı. Elinizdeki makale Robinson'un Küresel Kapitalizm Teorisi ile ilgilenmekte; bunu da yazarın Küresel Polis Devleti (Ayrıntı, 2022) adlı kitabıyla diyalog içerisinde yapmaktadır. Bu kitap sadece yazarın geliştirdiği teorik modeli tam olarak tasvir etmekle kalmıyor, aynı zamanda 2008 küresel mali krizinin ardından sürekli derinleşen çok boyutlu "insanlık krizine" de odaklanıyor. Günümüzü karakterize eden askerileşmiş birikim ve yağmacı finansallaşma gibi olgular ışığında Robinson'un bu kitapta neler söylediğine geçmeden önce yazarın teorik modelinin gelişimine kısaca göz atmak istiyoruz.

İlyas Topsakal - Mecnun Yılmaz, "Bağımsızlığa Adanmış Bir Hayat: Küçüm Han", S. 75 (2021/3), s. 17-31.

Şeybani soyundan gelen Küçüm Han, 1563 yılında Sibir Hanlığı’ndaki Taybuga hâkimiyetine son vermiştir. İktidarının ilk yıllarını ağabeyi ile birlikte paylaşmasından dolayı daha çok devletin iç meselelerine yoğunlaşan Küçüm Han, ağabeyinin ölmesiyle birlikte devletin dış meseleleriyle de uğraşmaya başlamıştır. Böylece Moskova’nın 1552 yılında Kazan Hanlığı’nı işgal etmesiyle birlikte Sibirya’ya doğru hız kazanan Rus ilerleyişini durdurmayı kendisine amaç edinmiştir. Bu amacını gerçekleştirmek için ise, Buhara ve Kazan’dan gelen din adamları başta olmak üzere, Sibirya’nın yerli kabilelerinin yardımına ihtiyaç duymuştur. 1573 yılından itibaren din adamlarının ve yerli kabilelerin desteğini alan Küçüm Han, 1582 yılına kadar Sibirya’da son derece başarılı mücadeleler vermiştir. Ancak mücadelelere Stroganovların ve Kozakların dahil olması durumu tersine çevirmiştir. Kozakların, İsker’i işgal etmesi sonucu şehri terk etmek zorunda kalmıştır. 1584 yılında Kozak Ataman’ı Yermak Timofeyeviç’i öldürmeyi başarsa da şehri geri alamamış; ama buna rağmen Yermak Timofeyeviç’in ölümünden sonra Sibirya’ya gelen merkezi Rus birlikleriyle 1598 yılına kadar mücadele etmeyi sürdürmüştür.

Himmet Hulur, Gürsoy Akca (2007) İmparatorluktan Cumhriyete Siyasal Bütünlük ve Ulusalcılık Söylemi

ÖZET Uluslaşma yönelimli kapitalist dünya düzeni kendine özgü entelektüel oluşumları da yaratır. Bu düzenin bir parçası olan Osmanlı İmaparatorluğunun son döneminde, kültürel, siyasal ve ekonomik süreçler ulusçu akımların gelişmesini desteklemiştir. Batılı kültürler ve dillerle yakın ilişkilerin ve ticari etkinliklerin artması, buralardaki düşünce akımlarının yayılmasının önünü açmıştır. Verili koşullar içinde çöküşe yaklaşan Osmanlı sistemi içinden tekrar bir siyasal bütünlük yaratma çabaları din ve milliyet farklılıklarının neden olacağı güçlükleri dikkate almak zorundaydı. Batılı güçlerle mücadele ederek modernleşmenin en önemli adımı, İmparatorluğun yıkıntıları arasından modern bağımsız bir ulus-devletin inşa edilmesidir. Ondokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren modernleşme öncelikle, bir korunma isteği, sömürgeleşmeme ve bağımsız kalma çabasının bir aracı olmuştur. Bu anlamda, Cumhuriyet daha önceden başlayan modernleşme sürecinin, sömürgeci güçlerden bağımsız bir ulus yaratılarak, doruğa ulaşmasıdır. Atatürk'ün öncülüğünde gelişen Türk ulusçuluğunun sahip olduğu orijinal anlam ve misyon öncelikle bu bağımsızlık düşüncesinde temellenmektedir. Çağdaş uygarlık düzeyi kendi başına nihai amaç değildir, nihai amaç bağımsız bir ulusun ve onun özgür bireylerinin varolmasıdır.

Özbilgin, M.F. (2017) Cinsellik ve Emek: Butler ve Bourdieu ile kazanımların kırılganlığını ve direnişi sorgulamak, KAOSQ+, 5: 97-106.

Özet Cinsellik ve emek konusunu, emek piyasalarında cinsel kimlik ve yönelim eşitliğinin kırılganlığı ve bu kırılganlığa karşı direnç ve direniş geliştirme yöntemleri üzerinden irdeledim bu deneme yazısında. Emek piyasalarında cinsel kimlik ve yönelim eşitliğine yöneltilen meydan okuma ve saldırıların neoliberal temellerini açıkladıktan sonra Judith Butler ve Pierre Bourdieu'nün sosyal değişim kuramlarını kullanarak cinsel kimlik ve yönelim eşitliği için mücadele ve bu konudaki kırılganlığa karşı direnç ve direniş geliştirme biçimlerine değindim. Tartışma bölümünde ise yönetim ve organizasyon çalışmaları alanının cinsel kimlik ve yönelim eşitliğinin inşasında üstlenebileceği sorumluluklar olduğunu belirtip meslektaşlarımı göreve davet ediyorum. Giriş Cinsellik ve emek konularının günümüzde beraber çalışılıyor olması cinsellik araştırmalarının bir başarısı olarak düşünülebilir. Klasik emek kuramı, cinsellik meselesini dışlarken son yirmi yılda eleştirel emek kuramı cinsellik konusu ile eşitlik ve farklılık yönetimi çalışmaları sayesinde tanışmıştır. Kapitalist çıkarların yeni sermaye çeşitleri arayışı, eğitimde fırsat eşitliğinin artması ve uluslararası emek göçünün meşrulaşması, emek piyasalarındaki arzda farklılıkların artmasına neden olmuştur. Emek piyasalarında demografik çeşitliliğin artması, gelişmiş demokratik ülkelerde cinsiyet, etnik köken, yaş, engellilik, inanç, cinsellik gibi farklılıkların yasal ve kurumsal olarak güvence altına alınmasını bir zaruret haline getirmiştir. Cinsel kimlik ve yönelim eşitliği de demokratik ülkelerin emek piyasalarındaki düzenlemeleri arasına bu sayede girmiştir. Gelişmiş ülkelerde emek piyasalarında cinselliğin eşitlik yasaları çerçevesinde korunmaya başlaması ile cinsel kimlik ve yönelim eşitliği artan sayıda emek ve yönetim çalışmasının konusu haline gelmiştir. Son yirmi yılda cinsellik ve emek konusunda kurumsal ve yasal düzenlemelerin getirilmiş olması bu alanda evrensel bir ilerleme olduğu izlenimi vermektedir. Ancak bu izlenimi sorgulamak gerekiyor. Bu ilerleme döneminde emek piyasalarında cinsel farklılıklar için getirilen korumalar ve kurumsal düzenlemelerin kırılganlığını ele almalıyız. Cinsel kimlik ve yönelim eşitliğindeki kırılganlık üzerine düşünmek, politik ve sosyal meydan okumalarla beraber transfobik ve homofobik şiddetin, cinayetlerin arttığı, LBGTİ bireylerin emek piyasalarına kendi kimlikleri ile girme, taciz ve adaletsizliğe maruz kalmadan çalışma ve yaşamlarını idame ettirme özgürlük ve haklarının çiğnendiği bu dönemde çok daha önemlidir. Bu kısa deneme yazısında cinsel kimlik ve yönelim eşitliği alanında

Kardeş, M. E. (2016). Schmittyen Bir Sorun Olarak Norm, İhlal ve Dünya İç Savaşı

Savaş fenomeni ve Adalet İlişkisi Üzerine: Schmittyen bir sorun olarak Norm, ihlal ve "dünya iç savaşı" On the relation of Phenomenon of War and Justice: Norm, transgression and "world civil war" as a Schmittian Problem Özet: Bu sunumun amacı, çağdaş politik felsefe ve hukuk felsefesi açısından 21. yüzyılda savaş fenomeninin dönüşmesiyle (Creveld,1991) beliren adalet sorununu güncel bağlamlarında değerlendirmektir. Bu doğrultuda 20. yüzyılın genel liberal eğiliminden farklı olarak, normun düzenleyiciliği fikrini eleştiren düşünürlerin fikirleri irdelenecektir. Başka bir deyişle Carl Schmitt ve Walter Benjamin çizgisinin şiddet-politika arasındaki ilgiyi olağandışı haller üzerinden ele alan teorik perspektifinden faydalanılacaktır. Uluslararası kaotik düzende (Waltz, 2001), yürürlükte olan normun üstünlüğü fikrini savunan düşünürlerin aksine bu hat, ihlal olarak saptanan olağandışı hali düşünememenin teorik sorunlarına işaret etmektedir. Savaş, fenomen olarak dönüşmektedir; bu haliyle hukukun konusu olan savaş da hukuk tarafından daha fazla tanımlanamaz hale gelmektedir. Bir ihlal olarak ele alınan yeni figürler karşısında liberal felsefe çoğu kez şiddeti normatif süreçleri açısından kavrayamamaktadır. Üstüne üstlük yeni şiddet halleri (Gros, 2006) doğallaştırılmaktadır. Benjamin'in öngörüsü uluslararası düzlemde genel hale dönüşmüştür: Olağandışı hal, olağanlaşmıştır (Benjamin, 2000a). Olağan hal olarak kural, olağandışı karşısındaki normalliğini yitirmektedir. Savaş fenomeni, politika ve şiddet arasında bir sınır/limit/bariyer [Grenze] durumu olarak belirmektedir. Schmitt'in saptaması ise devletin sönümlendiği çağda savaşların başlatıcısının ve bitiricisinin devletler olamayacağı yönündedir. Benjamin-Schmitt hattı artık savaşın devlet jargonunda ve devletler hukukunun norm ve ihlal tanımlamaları etrafında düşünülemeyeceği göstermektedir. Bu doğrultuda, mevcut sunum savaşın dönüşümünü – devletin iç ve dış egemenlik alameti olarak (Hegel, 1986) savaşın dönüşümünü, Schmitt "dünya iç savaşı" [Weltbürgerkrieg] fikri etrafında yeniden düşünmeyi deneyecektir (Schmitt, 2007). Mademki klasik anlamda normlar, sınırlar ve hukuka kaynaklık eden unsurlar silikleşmekte ve aşınmaktadır o halde politik felsefe ihlal, olağandışı hal ve sınırlarla ilgili ayrımlarını yeniden düşünmeye girişmelidir.

“Knidos ve Ionia Rönesansı”, TÜBA-AR 30 (2022), 65-89.

TÜBA-AR 30, 2022

As a result of Persian rule in Western Anatolia, construction activities came to a standstill in the 5th century BC. From the first quarter of the 4th century BC, the conditions changed, and the wars between the Athenians, Spartans and Persians ended in favor of the Persians. After the King’s Peace in 387/6 BC, Athens had to give up its desire to control Western Anatolia and Anatolia was completely under Persian control. The King's Peace started a new period of prosperity and stability under Persian rule, and as a result, Western Anatolia experienced one of the most advanced periods in the history of architecture, called the “Ionian Renaissance”, when the Archaic Ionian culture began to revive with the Hekatomnid Dynasty. In this process, Hecatomnus and his successors managed to keep their regions away from the mixed political environment during their rule, as a result, new cities were established in the region or existing cities were rearranged and large-scale structures were started to be built again. The aim of this study is to determine the reflections of the period called “Ionian Renaissance” in Knidos. In this context, firstly, the examples of the Karian-Ionian lewis hole in the city with the double corner bond technique, which is one of the characteristic applications of the Ionian Renaissance, will be emphasized. It is thought that the details of the double corner bond technique applied in the towers of Knidos will make an important contribution to the historical development of this masonry. In addition to the characteristic applications, the general characteristics of the period in question in the city will also be briefly evaluated.