Humphrey Taslağı (Sekretarya Taslağı) / İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin İlk Taslağı (original) (raw)

Kafama Vurma, Başına Bela Olurum

Istanbul Bilgi University VCD Track Student Works Exhibition Catalogue, 2010

1860 yılında, San Fransisco yakınlarında dağlık ve ıssız bir bölgede yol alan bir posta arabası, aniden haydutların saldırısına uğradı. Yolcuların eşyalarını ve arabanın yükünü yağmalayan haydutlar, arabayı içindekilerle birlikte bir uçurumdan aşağı yuvarladıktan sonra kaçtılar. Yolcuların arasında bir de fotoğrafçı vardı: İngiliz asıllı, Edward James Muggeridge. Daha sonra kendi adını Eadweard Muybridge olarak değiştiren ve bu adla ünlenen 30 yaşındaki adam, başından aldığı çok ağır darbeler nedeniyle, kurtarıldıktan sonra uzun süre çalışamamış, iyileşmesi bir hayli zaman almıştı.

Ahmet Tekin, "Osmanlı-İngiliz Diplomatik ve Ticari İlişkileri Tarihine Bir Katkı: 1612 Ahidnâmesi", S. 82 (2024/1), s. 133-167.

Bu çalışmada, literatürde daha önce müstakil olarak ele alınmamış olan 1612 tarihli İngiltere ahidnâmesi değerlendirilerek mevcut bilgiler tartışılmaktadır. İngiltere’ye verilen ahidnâmeler, İngiltere bayrağı altında bulunan gemilerin Osmanlı sularında seyrüseferi ve İngiliz tüccarının Osmanlı Devleti sınırları dahilinde dolaşması, ikamet etmesi ve ticari faaliyetler yürütmesi ile ilgili hak ve yükümlülüklerin çerçevesini belirliyordu. Sultan III. Murad döneminde (1574-1595), 1580 yılında İngiltere’ye bahşedilen ilk ahidnâmeden sonra zaman içinde yapılan eklemelerle İngiliz ahidnâmelerinin kapsamı genişletilmiştir. Bu makalede, İngiltere’ye verilen ahidnâmelere dair genel bir giriş sunulduktan sonra 1612 yılına giden sürece değinilecektir. 1612 ahidnâmesi, ihtiva ettiği maddeler açısından kendi başına çığır açan bir metin olmasa da evvelki maddelerin tecdid ve revize edilmesinin yanı sıra yeni hükümlerin ihdas edildiği bir düzenleme olması bakımından oldukça kıymetlidir. Zira 1612 tarihli ahidnâme, 1580’den 1612’ye kadar olan İngiliz ahidnâmelerini kümülatif olarak görerek söz konusu imtiyazların gelişim sürecini takip etmeyi mümkün kılar.

Çeviride 52. Yılında Seçkin Selvi: Bizler talebi olmayan bir arz halindeyiz.

Ayraç Dergisi, 2009

Çevirmenlikte 59.yılına giren Seçkin Selvi Üsküdar Amerikan kolejini bitirdikten sonra öğrenimini Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi İngiliz dili ve edebiyatı bölümünde sürdürdü. Meslek yaşamını çevirmenlik, gazetecilik ve tiyatro eleştirmenliği dallarındaki paralel çalışmalarıyla yürüttü. 1971-1980 yılları arasında "tiyatro 70" dergisini, 1981-1982'de "edebiyat 81" dergisini çıkardı ve genel yayın yönetmenliğini üstlendi. 1982-1993 döneminde Günaydın ve Sabah gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. 1986 yılından bu yana Milliyet Sanat dergisinde tiyatro eleştirileri yazıyor. Müjdat gezen sanat merkezinde dört yıl tiyatro eleştirisi dersi verdi. 1998-2006 yıllarında Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümünde öğretim görevlisi olarak eleştiri dersi verdi. 1957 yılında başlayan çevirmenlik alanında tiyatro, felsefe ve edebiyat dallarında 138 yapıt çevirdi. Şu anda 139. kitabı (bir Paul Auster kitabı) çevirmekle meşgul. Çeviriye ilk olarak 1957 senesinde bir tiyatro oyunuyla adım atan Seçkin Selvi, çevirmenliğinin 50. yıldönümündeki toplantıda çoğunluğunu yine çevirmenlerin oluşturduğu kalabalık bir dinleyici topluluğuyla çevirmenlik serüvenini paylaştı. Son 6 yıldır Can Yayınları’nda editör olarak çalışıyor.

Mustafa Kutlu'nun Gezi Kitaplarına Göre İstanbul'u

RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 2023

Türk edebiyatında edebi bir tür olarak gezi/seyahat yazıları, yazarının ziyaret ettiği, bulunduğu yerlerdeki özellikleri edebi bir üslupla yazıya aktarması bakımından son derece önemli metinlerdir. Gez yazıları, yazarın yaşadığı yerden şu ya da bu sebeple gittiği başka bir şehri, ülkeyi, kıtayı konu olabileceği gibi aynı şehrin içindeki bir seyahatini de ele alabilir. İstanbul, tarihi ve kültürel mirası ile gezi yazıları içinde önemli bir konumdadır. İstanbul konulu gezi yazıları ele alındığında Türk Edebiyatı’nın önemli hikâyecilerinden birisi olan Mustafa Kutlu’nun kaleme almış olduğu “İstanbul Gezi Yazıları -1- Topkapı’dan Topkapı’ya, İstanbul Gezi Yazıları -2- Haliç ile Çepeçevre İstanbul ve İstanbul Gezi Yazıları -3- Boğaziçi” başlıklı üç eseri, İstanbul’un tarihi ve kültürel yapısının incelenmesi açısından kaynak olabilecek niteliktedir. Yazar eserlerinde İstanbul’a geldiği tarihten itibaren gezdiği birbirinden farklı mekânları kendine has bir üslup ile tanıtmıştır. Eserlerde öne çıkan en belirgin özellik mekânların tasvirinin salt gözleme dayalı olmamasıdır. Gözlemlere yazarın perspektifinden yorumlar eşlik etmekte ve yer yer düşülen dipnotlarla okuyucunun mekânlar hakkında daha geniş bilgilere sahip olması sağlanmaktadır. Sade bir üslupla İstanbul yazılarını kaleme alan Kutlu, adeta okuyucuya metinler üzerinden canlı bir İstanbul seyahatine çıkartır. Bu çalışmada Mustafa Kutlu’nun bahsi geçen eserleri incelenmiş, gezilen mekânların tasnifi yapılarak hangi semtleri, hangi mekânları öne çıkarttığı tespit edilmiş ve gezi yazısı türü çerçevesinde analiz edilmiştir.

Mustafa Kutlu İstanbul'un İkonolojisini Anlatıyor

Yeditepe Fatih, 2022

İlk hikâyesi 1968 yılında ''Fikir ve Sanatta Hareket'' dergisinde yayımlanan ve günümüz Türk edebiyatının hikâye alanında en verimli yazarların başında gelen Mustafa Kutlu, yaklaşık 50 yıl devam eden hikâye yazımına ara vermiş ve bundan sonra hikâye yazmayacağını belirtmişti. Ardından iki önemli fikir eseriyle karşımıza çıkan yazarın önce ''Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş, (2020)'' eseri, hemen akabinde ''Akıntıya Karşı, (2021)'' isimi kitabı Dergâh Yayınları'ndan yayımlanmıştı. Kutlu, edebiyatın farklı alanlarında eserler vermeye devam ediyor; hikâye ve düşünce alanından sonra gezi yazılarını bir araya toplamaya başlayan yazarın ilk eseri ''Topkapı’dan Topkapı’ya & İstanbul Gezi Yazıları 1 (1986)'' geçtiğimiz aylarda yayımlandı. Kitabın hemen başında İstanbul’a ailecek 1972 yılında geldiğini belirten Mustafa Kutlu, önce Sultanahmet-Akbıyık bölgesinde, sonra da Erenköy’de ikamet etmekte, aynı zamanda Cağaloğlu’nda Dergâh Yayınları’nda editör olarak çalışmaktadır. Elbette bu sırada Nurettin Topçu ile de tanışır ve onun eserlerinden, fikriyatından, Anadolu’ya dair ürettiği fikirlerden ve hareket felsefesinden çok beslenir. Topçu, Mustafa Kutlu’ya göre Anadolu ve İslam medeniyetini sentezleyen, Anadolu coğrafyasında yaşayan her milleti tek bir merkeze koyarak "Anadoluculuk" düşünce hareketini geliştiren bir filozoftur. Bugün Mustafa Kutlu’nun kitaplarında gerek hikâyelerinde bir kurgu olarak okuduğumuz gerek alt metinde sık sık kendimizi şehirle mekânın arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışırken fark ettiğimiz gerçeklik, Kutlu’nun Nurettin Topçu gibi Anadolu toprağına, İslam dinine ve Türk tarihine sıkı sıkıya bağlı bir düşünce anlayışını benimsemesi bulunmaktadır.

Ressam Hüseyin Avni Lifij’in Türk Yurdu Dergisi’nin Ocak 1927 Sayısında Ayasofya İle İlgili Yazdığı “Sanat Aleminde Beynelmilel ve Mühim Bir Mesele” Başlıklı Yazısı ve Bu Yazısında Yer Verdiği Ayasofya İle İlgili Görseller

HAGIA SOPHIA 3.International Conference On On Multidisciplinary Scientific Studies / AYASOFYA 3.Uluslararası Multidisipliner Bilimsel Araştırmalar Kongresi, 2021

ÖZET İstanbul’un fethedilmesinden sonra Cami’ye çevrilen hem içerisine hem de çevresine eklenen çeşitli yapılarla birlikte Ayasofya klasik bir Türk külliyesi hâline gelmiştir. Fatih’ten itibaren başlayan Ayasofya’nın tamiri meselesi de günümüze kadar uzanan, zaman zaman da devam edegelen bir faaliyet olmuştur. Ayasofya’nın Sultan Abdülmecit devrinde Fossati tarafından gerçekleştirilen onarımdan sonra ciddî bir tadilat geçirmemiş, savaşlar ve benzeri sebeplerle 1925 yılına gelindiğinde Ayasofya’da restorasyonu meselesini tekrar gündeme gelmiştir. Bunun üzerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 1926 yılında aldığı kararla kısmî de olsa Ayasofya bir tadilattan geçirilmiştir. Bu tadilat hemen Avrupa kamuoyu tarafından yakından takip edilmiş, Avrupa medyası bu tadilata duyarsız kalmamıştır. Avrupa basınında çıkan söz konusu haberlerin neticesi olarak Türk kamuoyunda dönemin entelektüelleri de yazılar yazmışlardır. Yazı yazan bu isimlerin biri de ülkemizde çağdaş resmin kurucularından Ressam Hüseyin Avni Lifij gelmektedir. Lifij’in Ayasofya’yla ilgili yazdığı yazılar tadilatın hemen gerçekleştiği zamana 1926 yılının aralık ayına ve 1927 yılının ocak ayına denk gelmektedir. Yazımızın konusunu oluşturan ve yazarın 1927’de yayımladığı “Sanat Aleminde Beynelmilel ve Mühim Bir Mesele” başlıklı makale ressamın Ayasofya’yla ilgili olarak yazdığı son yazıdır. Ressam, bu makalesinde Bizans tarihçisinin Ayasofya’yla ilgili yazına ve Ayasofya’da daha önceden incelemelerde bulunan yüksek mimar Henri Prost’un mektubunun Türkçesine yer vermiştir. Yazıyı önemli kılan faktörlerden birisi de Lifij’in kadrajından 1926 yılının son aylarında bizzat kendisinin çektiği Ayasofya fotoğrafına ve kaynağı şu an için belirsiz olan karakalem Ayasofya çizimine yer vermesidir. Ressam Hüseyin Avni Lifij’in Ayasofya’ya olan yakından ilgisi hem kişisel hem ulusal hem de evrensel sebeplerledir ve tek isteği Bizans mimarîsinin son ve en büyük örneğinin yıkılmadan gelecek kuşaklara içerisindeki sanat abideleriyle taşınmasıdır. Anahtar Sözcükler : Ayasofya, Ressam Hüseyin Avni Lifij, Henri Prost, Ayasofya’nın tamiri, mimarî. ABSTRACT After the conquest of Istanbul, Hagia Sophia became a classical Turkish complex, with various structures added both inside and around it, which were converted into a mosque. The issue of repairing Hagia Sophia, which started from Fatih, has also been an activity that continues until today and continues from time to time. After the restoration carried out by Fossati during the reign of Sultan Abdülmecit, Hagia Sophia did not undergo a serious renovation, and in 1925, due to wars and similar reasons, the issue of restoration in Hagia Sophia was brought to the agenda again. Thereupon, Hagia Sophia was renovated, albeit partially, with the decision taken by the State of the Republic of Turkey in 1926. This renovation was immediately followed by the European public, and the European media did not remain indifferent to this amendment. As a result of the news in the European press, the intellectuals of the period also wrote articles in the Turkish public opinion. One of these writers is Painter Hüseyin Avni Lifij, one of the founders of contemporary painting in our country. Lifij’s writings about Hagia Sophia correspond to december of 1926 and january of 1927, when the renovation took place immediately. The article titled “Sanat Aleminde Beynelmilel ve Mühim Bir Mesele”, which is the subject of our article and published by the author in 1927, is the last article of the artist about Hagia Sophia. In this article, the painter included the Byzantine historian’s writing about Hagia Sophia and the Turkish version of the letter of the master architect Henri Prost, who had previously examined Hagia Sophia. One of the factors that makes the article important is that it includes the Hagia Sophia photograph taken by Lifij himself in the last months of 1926, and the charcoal drawing of Hagia Sophia, the source of which is currently unknown. Painter Hüseyin Avni Lifij’s close interest in Hagia Sophia is for both personal, national and universal reasons, and her only wish is to convey the last and greatest example of Byzantine architecture to future generations with the art monuments inside it, without being destroyed. Keywords : Hagia Sophia, Painter Huseyin Avni Lifij, Henri Prost, Repair of Hagia Sophia, Architectural.

II. Meşrutiyet Dönemi Anıtlarına Erken Tarihli Bir Örnek: Raymond Péré'nin Projesi/An Early Example of Second Constitutional Era Monuments: The Project of Raymond C. Péré

16. Uluslararası Türk Sanatları Kongresi/16th International Congress of Turkish Art II. Meşrutiyet'in ilanı, Osmanlı Devleti'nde büyük bir değişim sürecini beraberinde getirmiş; bu dönüm noktasını simgelemek amacıyla, İstanbul ve Selanik’te birer anıt inşa edilmesine karar verilmiştir. İstanbul için hazırlanan ilk proje, Mimar Vedad (Tek) Bey’in Hürriyet Abidesi’dir. Sultanhamet Meydanı'nda yer alması planlanan bu proje, 31 Mart Vakası’nın ardından rafa kalkmış ve Çağlayan’a, Muzaffer Bey’in tasarımı olan Abide-i Hürriyet inşa edilmiştir. Selanik için hazırlanan projenin temeli atılmışsa da inşası tamamlanamamıştır. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri’nde bulunan, Raymond Péré’ye ait II. Meşrutiyet Anıtı projesi, bir diğer anıtın İzmir’de yapılmasının gündeme geldiğini göstermektedir. Bildiri kapsamında, bu anıt önerisinin, yeni rejimi temsil eden tasarım anlayışı içinde nasıl konumlandığı tartışılacaktır. Péré’nin projesi, "Raymond C. Péré. Architecte & Peintre. Smyrne (Turquie d'Asie)" antetli bir kağıda çizilmiş olup, sağ üst köşede bulunan "Smyrne, le ... 190..." yazılı tarih kısmı boş bırakılmıştır. Evrak üzerinde herhangi bir açıklama, tarih veya imza bulunmamaktadır. Anıtın üzerinde "24 Juill[et] 1908" yazan bir kuşak bulunması, II. Meşrutiyetin ilanını simgelemek amacıyla hazırlandığını göstermektedir. Péré’nin tasarımı, kaide olarak büyük ölçekli bir mimari düzenlemenin üzerine yerleştirilmiş bir sütundan oluşmaktadır. Sütun ile mimari düzenleme arasında, etrafı parçalanmış halat ve zincirlerle sarılı bir kaya; bu kayanın iki yanında ise devletin askeri gücüne vurgu yapmak üzere bir top ve bir savaş gemisi heykeli bulunmaktadır. Sütunun üzerine ise Osmanlı arması yerleştirilmiştir. Sütunun altındaki mimari düzenleme, aynı mimarın eseri olan İzmir Saat Kulesi ile büyük benzerlikler taşımaktadır. Milli Mimari üslubunun devlet katında tercih edildiği II. Meşrutiyet yıllarında Raymond Péré 'nin projesi, oryantalist yaklaşımın ağır bastığı eklektik bir tasarımdır. Bu bakımdan, İstanbul’da inşa edilmiş olan Abide-i Hürriyet ile Tayyare Şehitleri Anıtı'ndan ayrılmaktadır. II. Abdülhamid döneminde mimar Raimondo D’Aronco tarafından tasarlanmış olan Şam Telgraf Anıtı’nın istisnai durumu tartışmaya açık olmakla beraber, yönetim biçiminin değişmesi gibi bir dönüm noktasını simgelemesi bakımından Abide-i Hürriyet; Osmanlı Devleti’nde inşa edilmiş ilk anıt olarak kabul edilmektedir. Raymond Péré ile Vedad (Tek) Bey'in II. Meşrutiyet Anıtı projeleri, Abide-i Hürriyet'ten önceye tarihlenmeleri bakımından dikkat çekicilerdir. Selanik için hazırlanan projeye ve Vedad Bey'in projesine ilişkin herhangi bir görsel belgeye henüz ulaşılamaması göz önünde bulundurulduğunda, Raymond Péré'nin tasarımı, Osmanlı mimarlık ve sanat tarihindeki erken tarihli anıt önerilerinden biri olarak önem kazanmaktadır. Söz konusu projenin tanıtılması, tasarım özelliklerinin incelenmesi ve dönem örnekleri ile karşılaştırılması sonucunda; Raymond Péré'nin tasarımı, geç dönem Osmanlı mimarlık ve sanat tarihi yazınında yer bulacaktır.

Halil İnalcık 1916? - 2016

Review of Middle East Studies, 2017

Halil İnalcık was born in Istanbul, the capital of the Ottoman Empire, into a refugee family, probably in 1916 (he did not know his birthday; in Turkey he adopted 29 May, in the US 4 July). He died at age 100 in Ankara on 25 July 2016, as the premier Ottoman historian in the world. To quote one of his students, “Professor İnalcık transformed the field of Ottoman studies from an obscure and exotic subfield into one of the leading historical disciplines that covers the history of the greater Middle East and North Africa as well as the Balkans from the late medieval to the modern period. He set the tone of debate and critical inquiry from the early modern to the modern period.” Born an Ottoman, he made Ottoman studies a crucial part of world history.

Atatürk Ve Süryani̇ler

9. Uluslararası Atatürk Kongresi Bildiriler, 2021

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olarak ülke toprakları üzerinde yaşayan bütün halkı Türk halkı olarak adlandırmıştır. Müslüman ya da gayrimüslim olduğuna bakılmaksızın bütün ahaliye eşit yaklaşılmasını istemiştir. Laiklik ilkesi ile birlikte Türkiye’de yaşayan gayrimüslimlerden olan Süryaniler de kendilerini güvende ve laikliğin garantisi altında hissetmişlerdir. Bu güven duygusuyla birlikte Türkiye’de yaşayan diğer gayrimüslim gruplardan farklı olarak Süryanilerin genelinde devlete bağlılık duygusu oluşmuştur. Din adamları aracılığıyla her fırsatta devlete ve devlet başkanı olarak Atatürk’e bağlılık ve sadakat bildiren Süryanileri zaman içerisinde diğer gayrimüslim milletlerde olduğu gibi kendi menfaatleri uğruna kullanmak isteyenler olmuşsa da Kadim Süryaniler, bu çağrılara uzun süre kulak asmamışlardır. Özellikle 1917-1932 yılları arasında Patriklik yapan ve Türkiye’de görev yapan son patrik olma özelliğini taşıyan III. İlyas Şakir Efendi döneminde ilişkil...