Yaratılış ile İlgili Ayetlerin Yorumunda Kelami Paradigmanın Etkisi (Kâdî Abdülcebbâr Özelinde) (original) (raw)
Related papers
Allah almighty, while emphasizing tawheed in the Holy Quran from start to finish, has mentioned a great number of Quranic-rational proofs for anyone rational and responsible, that there is the owner and creator of the universe of beings who has mentioned many Qur'anic/rational evidences, which reveal the creation of all and the balance between mankind and all things created with him. In the Qur'an, the verses related to creation clearly reveal, within their contexts, the unquestionable existence of Allah and his undeniable power and his omnipotence in creation. The Qur'an reveals that nothing is a coincidence in the universe and that a creator must exist, through examples of human creation and creation of non-human beings. In the examples in question, the following topics are given as evidences ARAŞTIRMA Research Süleyman Narol Marife 18/2 (2018): 353-368 354
İslam Medeniyeti Araştırmaları Dergisi, 2017
Varlıkların temelde kadîm-hâdis şeklinde iki kısımda ele alındığı kelam düşüncesinde, mevcudların idrâkine ilişkin çerçeve zat, sıfat ve fiil ayrımı ekseninde şekillenmiştir. Bunu Tanrı'ya da taşıyan kelamcılar için söz konusu çerçeve, hem hâdis hem de kadîm olanı içerecek şekilde bu metafizik ayrıma dayanmaktadır. Fakat bir yanda varlığın zatın aynı kabul edilmesi, diğer taraftan zat olmak bakımından zatın varlık anlamını içermemesi, kelamcılar açısından 'vücud'un bu çerçevedeki yerini tartışmaya açmıştır. Bu hususun incelenmesi, vücudun şey ve zat kavramlarıyla irtibatlı olarak tahlil edilmesini gerekli kılmaktadır. Özellikle tartışmaların daha belirgin hale geldiği Kâdî (ö. 415/1025) ve Cüveynî (ö. 478/1085) esas alınarak yapılan bu çalışmada, mevcudların idrâkine ilişkin kavramsal bir çerçeve sunulduktan sonra, mütekaddimîn kelamcıları açısından varlığın Tanrı'ya ve hâdis varlıklara yüklem oluşunun niteliği, varlığın tek ve bir oluşunun ne anlama geldiği soruşturulacak, vücud ve zat kavramları analiz edilerek zat olmak bakımından zatın varlık anlamını içermeyecek şekilde nasıl kullanıldığı ortaya konulacak ve bunun neden mahiyet fikrine yol açmadığı sorusuna cevap aranacaktır.
Hz. Âdem’in Yaratılışı Kıssasının Tasavvuf Kaynaklarındaki Yorumları
The story of Adem is dealt with in detail in sufi resources especially in relation to human, world and being issues. The leading matter of the matters that are emphasized is the position of man among the creatures in terms of being a caliph. According to the Sufis man being appointed as a caliph on earthis man’s most important qualifier of superiority and distinguishedness from other beings. But the fulfillment of this task is directly related to him reaching the human perfection level (insan-ı kamil). Besides the caliphate, the fact that Adam was given knowledge is among the subjects that the sufis have emphasized. As a matter of fact, he has come to a higher rank than the angels because of the knowledge that was given to him. On the other hand, according to the Sufis, the creation of Adam from the soil is directly related to his humility. On the other hand, Satan is such an arrogant entitybecause he looked down on Adam. After their emphasis on the various aspects of Adam’s story, The Sufis emphasize that man can only rise to the position of the caliphate in the true sense if he can resist against all kinds of deceptions by the devil.
Marifetname, 2022
Tanrı’nın varlığını kanıtlamak (isbât-ı vâcib) kelâm ilminin başlangıcından itibaren üzerinde önemle durulan konulardan biridir. Kelâmcıların yöntemi ise bir bilgi teorisi ekseninde bunu ortaya koymaya çalışmalarıdır. Klasik dönemden günümüze ulaşan kelâm kitapları incelendiğinde, kelâmcıların başlangıçta bilgi konusuna yer verdikleri ve Tanrı‘nın varlığı, birliği ve nübüvvete dair konuları bilginin tanımı, imkânı, türleri ve kaynakları gibi epistemik ilkeler üzerinden tartıştıkları görülmektedir. Bu makalede Muʿtezile kelâmında önemli bir yeri olan Kādî Abdülcebbâr’ın (ö.415/1025) Tanrı’nın varlığını bir bilgi teorisi ekseninde nasıl kanıtlamaya çalıştığı ortaya konulacaktır. Çalışmada Kādî’nin bilgi ve isbât-ı vâcibe dair görüşleri açıklanırken onunla yakın dönemlerde yaşayan Eşʿarî ve Mâtürîdî kelâmcılarının görüşlerine de yer verilecektir. Böylelikle klasik dönemde kelâmcıların bilgi teorisi ve isbât-ı vâcib konusunda birleşip ayrıştıkları noktalar Kādî ekseninde tespit edilecektir. Bu doğrultuda makalede öncelikle Kādî’nin bilgiyi nasıl tanımladığı ve bu tanımında diğer kelâmcılardan benzeşip farklılaştığı yönler ele alınacaktır. Ardından Kādî’nin akıl, duyular ve haberden müteşekkil bilgi edinme kaynaklarını doğrudan Allah’ın yaratmasına dayalı “zarûrî” ve kişinin kendi kazanıma dayalı “iktisâbî” bilgi türleri kapsamında nasıl tasnif ettiği ortaya konulacaktır. Son olarak Kādî’nin Tanrı’nın varlığı ve başlıca özelliklerini ortaya koyduğu bilgi teorisine dayanarak nasıl ispat etmeye çalıştığı ele alınacaktır.
İlm-i Kelâm’ın Doğuşu Ve Doğası Hakkında Felsefî Bir Tahlil
Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2014
Kelam ilmi, sadece İslam'ın vazettiği inanç esaslarının ifadesi ya da açıklanmasından ibaret değildir. Kelamı 'kelam' yapan, bizzat adının da ifade ettiği gibi, kendine has düşünme metodudur; bu metot ise, yine özgün bir diyalektiğe dayanmaktadır. Kuşkusuz metodu nedeniyle, İslam akidesini ifade etmek ya da incelemekten öte, sıklıkla spekülasyon alanına giren kelam ilminin, Selef tarafından bir ilim olarak değerlendirilmediğini görmekteyiz. Kelamın özgün diyalektik düşüncesi, hakkında konuştuğu İlahi kelama eklemlenme eğilimi taşımaktadır; zira 'bilgi'nin nazara dayandığını ileri sürmekte, rasyonel bir alan içinde düşünmeye yönelmektedir. Fakat kelamcı, bunu yaparken, diğer tüm akıl yürütmeler kadar 'insanî' olduğunu unutma eğilimi taşır. Böylece bir kelamcının kelamı, ilahi kelamı sınırlar ve kayıtlar. Felsefe ve kelam arasındaki temel farklardan biri, felsefenin, insanî bir düşünce olduğunu bilmesidir. Nitekim bu konunun altını çizen Farabi, Sokrates'in şu sözünü nakleder: "Ey kavmim! Ben, sizin bu ilahi hikmetinizin batıl bir şey olduğunu söylemiyorum. Fakat diyorum ki; ben, ondan daha iyi (ahsenehâ) de değilim; ancak ben, "insanî hikmet ile hakîm olduğumu söylüyorum".
Abdülkâhir el-Bağdâdî’nin Kelâmî Düşüncesi
Abdülkâhir el-Bağdâdî’nin Kelâmî Düşüncesi, 2021
Bu yazı “Abdülkâhir el-Bağdâdî’nin Kelâmî Düşüncesi” adlı kitabın tanıtımını içermektedir. Meşhur Eş’arî kelâmcısı, Şafiî fâkihi ve matematikçi Abdülkâhir el-Bağdâdî, kendi düşünce dünyasında geliştirdiği çeşitli görüş ve yaklaşımlarla şöhret bulmuş bir mütefekkirdir. O’nun Kelâm ilminin doğuşundan beri tartışılagelen Allah’ın sıfatları, Allah-âlem ilişkisi, iman, bilgi, nübüvvet ve mucize, âhiret, kader ve imâmet gibi konularda dile getirmiş olduğu özgün görüş ve değerlendirmeleri herkesin dikkatini çekmiştir. Dili güzel kullanmadaki becerisi ve düşüncelerini farklı yönlerden savunmasıyla dikkatleri üzerine çeken Bağdâdî’nin itikâdi-kelâmi görüşleri incelenmeye ve araştırılmaya değer bir husus olarak görülmüştür
Transhümanizmin Ölümsüzlük İddiasının Kelâm İlminin Varlık Anlayışı Çerçevesinde Kritiği
Kader, 2022
Bilim ve teknolojinin gelişmesi ile birlikte 20. Yüzyıl’da insanlık dijital bir dönüşüm yaşamaya başlamıştır. Dijital dönüşüm ile birlikte insan ve insana dair her şeyde ciddi bir değişimin oluşmaya başladığı görülmektedir. İnsanın insanla, çevreyle ve Tanrıyla ilişkisinin de etkilendiği birçok noktada farklı akımların ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bu akımların başında, insan ve âleme dair ortaya koyduğu amaçlar itibariyle en kapsamlı ve iddialısının transhümanizm olduğu ifade edilebilir. Teknolojiyi insanın geleceği açısından temel referans kabul eden transhümanizm, aynı zamanda topluma yönelik söylemleri ile kültürel, sosyal ve ideolojik bir insan hareketi olarak kabul edilir. Teknolojinin insan ve insana dair her alanda kullanılmasıyla refahın arttırılması, insan yaşamının uzatılması, hastalıkların ortadan kaldırılması gibi iddialarla beraber ölümsüzlüğü de bir amaç olarak benimsemektedir. Teknoloji ile ölümsüzlüğü elde edebileceğini iddia eden transhümanistler, bunun iki şekilde gerçekleşebileceğini savunur. Biyolojik ölümsüzlük olarak kabul edilen ilk anlayışta, insanın yaşlanmasına ve ölmesine sebebiyet veren her türlü biyolojik etkenin ortadan kaldırılması ve iyileştirilmesi neticesinde ulaşılacağı iddia edilir. İkincisi ise dijital veya sanal ölümsüzlük şeklinde olup insan bilincinin biyolojik bedenden bilgisayar ara yüzlerine aktarılması ve sonrasında istenilen herhangi bir varlığa monte edilmesi neticesinde ortaya çıkmaktadır. İlahi dinlerin eskatolojik bahislerinin tamamlayıcı unsuru olan ölüme meydan okuma şeklinde kabul edilebilecek bu anlayışın ciddi bir şekilde irdelenmesi elzemdir. Bu çalışmada transhümanistlerin en önemli iddiası olarak kabul edilebilecek insanın bedensel-zihinsel ölümsüzlüğe erişebileceği iddiasının kelâm ilminin varlık anlayışı çerçevesinde kritiği yapılmıştır. Ölümsüz varlık anlayışının kelâm ilminin ebedî ve ezelî olarak nitelenen kadîm ve vâcib varlık anlayışı çerçevesinde ele alındığında, bunun imkânsız olduğu ortaya çıkmıştır. Transhümanistlerin ölümsüz olarak niteledikleri varlık, kelâm ilminde “sonradan yaratılan, var olması ve varlığını devam ettirebilmesi için başka bir varlığa ihtiyaç duyan”, anlamında kullanılan hâdis veya mümkün varlık kategorisinde değerlendirilebileceği söylenebilir. Transhümanistler, ölümsüz varlığın imkânını biyolojik iyileştirmeler veya dijital aktarım şeklinde ele aldıklarından, her iki varlık türünde de başkasına ihtiyacın olduğu görülmektedir. Dolayısıyla transhümanistlerin ölümsüzlük iddiasının yaşamın uzatılması şeklinde ele alınmasının daha makul olacağını söyleyebiliriz. Çünkü biyolojik veya dijital varlık olarak kabul ettikleri ölümsüz varlığın yaşamını devam ettirmesi birçok etken ile ilintilidir. Bu etkenler ortadan kalktığında varlığın da ortadan kalkması söz konusudur. Kelâm ilminde ölümsüz olarak kabul edilen varlığın, ölümsüzlük özelliği kendinden kaynaklı olup herhangi bir varlığa ihtiyaç duymamaktadır. Bu bağlamda ölümsüz varlık iddiasının yeniden gözden geçirilip yaşamın uzatılması şeklinde kabul edilmesi daha makul bir düşüncedir. Ölümsüzlük iddiasının yaşamın uzatılması şeklinde kabul edilmesi, kelâm ilmi açısından herhangi bir problem doğurmamaktadır. Hatta İslâm dini, insanın sağlıklı ve mutlu yaşayabilmesi için her türlü araç ve gerecin kullanılmasını da teşvik etmektedir.
Ayetler Bağlamında Âlemin Yaratılışındaki Denge
Marife Dini Araştırmalar Dergisi, 2018
Kur'an ayetleri, muhatabı olan insana hitap ederken insanın ilişkili bulunduğu diğer varlık alanlarını da gündeme getirmektedir. Bu noktada insanı çevreleyen tabiat ve âlem konuları öne çıkmaktadır. Âlemi konu edinen ayetler, yaratılışından itibaren âlemin taşıdığı belli özellikleri önemli mesajlar eşliğinde sunar. Âlemin bir unsuru olan insana yönelik söz konusu mesajlar, bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Âlemdeki dengeli işleyiş, alelade bir düzen ve amaçsız bir sisteme sahip olmakla açıklanamayacak kadar ilkeli ve sistemlidir. Âlemin her türlü çelişki ve çatışmadan uzak, hikmet dolu dengeli yapısı, ayetlerde Allah'ın yaratıcılığının, vahdetinin ve yüce kudretinin delili olarak öne sürülmektedir. Diğer yandan dengeli ve sistemli işleyişin dinamiklerindeki bozukluktan insanın bizzat sorumlu tutulması, insanın kâinat üzerindeki sorumlu ve etkin rolünü bizlere hatırlatmaktadır. Bu çok yönlü denge unsuru, insanın da bu dengeli yapıya uyum sağlamasını gerektirmektedir. Dolayısıyla âlemin dengeli yapısının varlığını sürdürmesi, insanın dengeli bir form'a ulaşmasıyla mümkün olmaktadır. Söz konusu bu denge, Kur'an'da farklı bağlamlarda dile getirilen 'orta yol'un da anahtarını bizlere sunacaktır.
Kelam’ın Terimleştirdiği Bir Kur’an Kavramı Şefaat
Anemon Muş Alparslan Üniversitesi sosyal bilimler dergisi, 2022
Şefaat kelimesi Kur'an'da on dokuz surede otuz bir defa yer almaktadır. Lügatte "aracı olmak, yardımcı olmak, vesile olmak, tek olan bir şeyin çift olması" gibi anlamlara gelmektedir. Istılah olarak ta, "âhirette günahkâr mü'minlerin günahlarının bağışlanması, günahı olmayanların da derecelerinin yükseltilmesi için Hz. Peygamber'in Allah katında dua etmesi, yalvarması ve onlara yardımcı olmasıdır." Kur'an'da şefaatin yer aldığı âyetler, bir kısmı şefaatin olmadığı bir kısmı ise Allah'ın dilemesiyle şefaatin olacağı şeklinde tasnif edilmektedir. İlgili âyetlere dayanarak bazı mezhep ya da âlimler ile yine tefsir ve kelâm gibi farklı alanlarda çalışma yapan araştırmacılar farklı sonuçlar elde etmektedirler. Konuyu, bütün ön kabulleri bir kenara bırakıp vahyin nüzul sürecini dikkate alarak mekki-medeni âyetler bağlamında siyak-sibak ilişkisi ve Kur'an'ın Kur'an ile tefsirini öncelemek suretiyle incelediğimiz zaman şefaatin sadece Allah'a ait olduğu sonucunun daha makul olduğu anlaşılmaktadır. Çalışmada asıl maksat hicri I. yy.'da tartışılmaya başlanan kavramın hicri II. yy.'a ulaşıldığında artık kelâmi bir terim halini aldığının tespit edilmesidir.