Abdullah Kasay | Necmettin Erbakan University (original) (raw)
Papers by Abdullah Kasay
Son iki yüzyıldır modernite ve uzantıları ile ortaya çıkan görünümler insanın hayatına anlam verm... more Son iki yüzyıldır modernite ve uzantıları ile ortaya çıkan görünümler insanın hayatına anlam verme
girişimini de derinden etkiledi ve “yeni anlamlar” ortaya çıktı. “Soyut sisemler” olarak tabir edilen modern
toplum kurumlarının başında modern öncesi olarak tabir edilen dönemden farklı olarak, nesne ya da
olayların sürekliliğine dayalı yeni bir “güven” duygusu inşa edildi. İnsanın varoluşsal problemine dayalı
olarak ileri sürdüğü uyum çabası, günümüzde soyut sisemler ve ortaya çıkardığı kurumlar aracılığı ile
gerçekleşmeye devam ediyor. Yine bu uyum çabası içinde insan “araçsal aklı” ile beraber doğayı yeniden
anlamlandırma ihtiyacı içinde giriyor. Bu bağlamda kullanılacak ensrümanlar da doğadan kopuk ya da
üretim boyutu “indirgenmiş” olarak ortada… Posmodernitenin ortaya çıkışıyla ve doğa-insan etkileşiminin
çeşitlenmesiyle, meta anlatılar oldukça çoğaldı bence. Hayali evren kurgularıyla beraber insana bazı
teklifer sunuldu. Gerçekliğin yerine başka şeyler koyuldu ve hatta bu dayatıldı. Bu dayatmayla beraber
hâkim kültürde “ilerlemeci bakışın” açtığı gedikler büyüyor. Popüler kültürden bahsetmeye gerek yok
zaten… Şimdi sürekli tartışılan, denenen şeyler öyküde modern ve posmodern unsurların nasıl
bulunması gerektiği. Günümüzde meta üzerinden soluklaştırılan ilişkiler, gerçeküsü bir dünya perspektif
ile zihni olarak bireyleri atomize ederken, beri taraftan insan bu çıkmazla beraber yeni yönelişlerini
sürdürmeye devam ediyor.
Gelenekselci Ekol (Tradisyonalizm); doğrudan Müslüman ve mühtedi düşünürlerin, birtakım faaliyetl... more Gelenekselci Ekol (Tradisyonalizm); doğrudan Müslüman ve mühtedi düşünürlerin, birtakım faaliyetler neticesinde ortaya koymuş olduğu çalışmaları kapsamaktadır. Gelenekselci Ekol, özellikle entelektüalist yönü öne çıkan bir ekol olarak seçkin, dar bir çevrede ortaya çıkmış ve daha sonra yine aynı çevrelere hitap edecek şekilde dünyanın birçok ülkesinde takipçiler edinmiştir.
Gelenekselci Ekol'ün en önemli özelliği genel olarak içinde bulunduğu Batı medeniyeti ve kültürüne yine Batı içerisinden eleştiriler getirmesidir. Bunu yaparken de ezelî hikmet ve dine dayalı bir perspektif ortaya koyarak, moderniteyi insanlık tarihinin geçici ve arızalı bir safhası olarak görmüşlerdir. Bu düşünce akımının temel tezi; hakikatin bir, ezelî, ebedî ve evrensel olduğu ama farklı form ve biçimlerde de tezahür edebileceğidir.
Buğday’ın çıkış noktası, bugünün dünyasındaki bu gerek maddi, gerek manevi çözülüşün; eşyanın, ta... more Buğday’ın çıkış noktası, bugünün dünyasındaki bu gerek maddi, gerek manevi çözülüşün; eşyanın, tabiatın, yaratılmışların tümünün birden, aslında bu hayatın içerisindeki durumlarının yaşadığı hâl... Bizlerin içimizde yaşamakta olduğumuz hâl… Biz burada bugünün insanının, modern insanın hayattaki duruşunda problem nedir, neden etrafına, kendine ve diğer insanlara zarar veriyor, bunun sebebi nedir, bu düşünce ile hareket ettik. Bugünün insanı bir yandan teknolojik olarak ilerlediğini, her şeye vakıf olduğunu, bilimsel yönden çok geliştiğini iddia ediyor; öte yandan bu kadar gelişmiş bir “medeniyet” aynı zamanda insanlık tarihinin yaşadığı en büyük acıları, hem tabiata hem diğer insanlara çektiriyor. Bu nedir, bunun altında ne yatar, bu yaman çelişki nereden geliyor? Bu düşünce beni yaklaşık sekiz dokuz yıldır bayağı meşgul ediyordu. Yani bunu anlamaya çalışıyordum. Buradaki insiyak nedir, yani neden böyle oluyor? Çünkü 1789’dan beri, aslında belki biraz daha öncesinden insan odaklı bir uygarlaşma, insan odaklı bir medeniyet tasavvuru, bilim, teknoloji, sanat vs. bütün bunlar, bu şaşaalı düşünce, felsefe, filozoflar gelip de bizi buraya mı getirecekti? Yani geldiğimiz şu hale mi getirecekti? İçimiz bu halde mi duracaktı? Bunu anlamaya çalışıyordum. Tabi ki bilginin çok ayrıştığını, yani bilgi dediğimiz, bilim dediğimiz şeyin parçalanmış bir yapı olduğunu gördüm, zaten bunu herkes de söylüyor. Hikmeti bilgiden çıkardığımız zaman geriye fayda üzerine kurgulanmış, onu üretenin faydası üzerine kurgulanmış, tüketimin faydası ikincilliğe düştüğü bir yapı kalıyor.
Düşünce, geniş perspektifte bakıldığında; şüpheden kavrayışa, algılayıştan onaya kadar insanın ak... more Düşünce, geniş perspektifte bakıldığında; şüpheden kavrayışa, algılayıştan onaya kadar insanın aklı temelinde, insana ait faaliyetlerin tümü olarak adlandırılır ve bu bağlam doğrultusunda nitelenir. İnsana ait olanın, bireyselden toplumsala kadar her alanda çeşitli evrelerden geçip, çeşitli iklimlerde yoğrulması ve nihai temelde dinamik etkileriyle her mecrada yeni "görüngüler" sunup, kendini var etmesi beklenir. Düşünce "insana ait oluşuyla", temas alanlarında sürekli "ötekine" aktarılmış ve "ötekinin" kendi muhteviyatında yeni anlamlar kazanarak aktarılagelmiştir. Felsefe "bütüncül bir düşünce sistemi" olarak, İslam düşünce yapısına dâhil olduğu ilk zamanlar; hâlihazırda dini, fikri, sosyal ya da siyasal alanlarda belirli bir mertebede bulunan bir "çekim merkezinde" kendini bulmuştur...
Modernleşme ve küreselleşme sürecinin katlanarak devam etmesi ve yeni toplumsal düzenler ortaya k... more Modernleşme ve küreselleşme sürecinin katlanarak devam etmesi ve yeni toplumsal düzenler ortaya koyması; özel kavram ve değerlendirmeleri yapmayı zorunlu kılmıştır. Özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren bilim ve teknolojideki gelişmelerin de etkisiyle meydana gelen sosyal ve kültürel değişmeler artık dünyada yeni bir sürecin işaretleri olarak kabul edilmiştir. Egemen olan kapitalizm ve sanayileşme sürecinin doğurduğu modern sanayi toplumu özellikleri gittikçe hızlanarak değiştiği gözlenmektedir. Sanayi toplumu sanayileşme sürecinin özelliklerini taşımakta iken, bu yeni süreçte ortaya çıkmakta olan toplumun özellikleri tanımlanmaya çalışılmaktadır. Yeni bir toplum yapısı ve yeni bir süreç yaşanmakta olduğu sosyal bilimciler tarafından genel kabul görmektedir...
Modernleşmeyle beraber temsili sanatlarda ya da edebiyatta “görme biçimlerimize” dair değişimleri... more Modernleşmeyle beraber temsili sanatlarda ya da edebiyatta “görme biçimlerimize” dair değişimlerin zaman/mekân algımıza yansıması “doğrudan” olmuştur. Sözlü edebiyatımızla başlayan, Divan Edebiyatımızla devam eden; Batı’da edebi akımların ortaya çıkmasıyla beraber Tanzimat Edebiyatımızla devam eden süreçte mekânın ele alınışı dıştan-içe doğru bir seyir göstermiştir. İçe doğru yönelen bu seyirde özellikle 19. yüzyılın sonlarına doğru batılı manada roman ve hikâye ile tanışmamız belki de dönüm noktamız olmuştur. Halk hikâyelerimiz ya da destan gibi türlerimizden çok daha farklı bir “mekân” algımız vardır artık. Dış dünyada yaşanan zamandan hariç edebiyatın da “öznel bir zamanı” vardır ve karakterler bu zaman içindeki evrenlerinde yaşamaktadırlar. Mekân simgesel değer taşımaktadır ve karakter psikolojisine bürünmektedir ya da karakterin psikolojisi mekâna bürünmektedir. Özellikle roman ve hikâyede mekânın sembolik işlevi; olay örgüsü, hareket ve aksiyonla bütünleşmiştir...
Edebiyat ve etik konusunu kabaca dört ana başlığa bölmemiz mümkündür: Edebiyatçıların etik anlayı... more Edebiyat ve etik konusunu kabaca dört ana başlığa bölmemiz mümkündür: Edebiyatçıların etik anlayışları (eserin sahibinin etik anlayışı), edebi eserlerin etik niteliği (eserin oluşum sürecini ve bizatihi eserin etiği), edebiyat eleştirisinin etiği, okur etiği. Bunların dışındaki iki diğer konu ise, kapsam olarak edebiyatçıların ve okurların etik anlayışları içine girebilecek olan “edebiyatçı-edebiyatçı” ve “edebiyatçı-okur” arasında ilişkilerdir...
Doğu ve Batı, hayata bakış açısından iki farklı uçta duruyor. Doğu toplumları ve aydınları daha z... more Doğu ve Batı, hayata bakış açısından iki farklı uçta duruyor. Doğu toplumları ve aydınları daha ziyade tümdengelimci bir yaklaşıma sahipken, Batı toplumları tümevarımcı bir yaklaşım sergilerler. Bu, doğal olarak onların edebiyat ve felsefelerini etkilemektedir...
"İdeal toplum" parolasıyla 19. yy'da şekillenen dinin ve tarımın karşısına aydınlanma ve sanayi d... more "İdeal toplum" parolasıyla 19. yy'da şekillenen dinin ve tarımın karşısına aydınlanma ve sanayi devrimi ile çıkan modernizm iki büyük dünya savaşının sebebi olarak görülmüştür. Modernizm insanlığın sorunlarına çözüm getirememiş ve ayrıca fakirlik, açlık, susuzluk, eşitsizlik, çevre kirliliği gibi sorunları beraberinde getirmiştir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünyanın düşün insanları modernizme belirli itiraz noktaları getirmeye başlamış ve postmodernizm kavramı yavaş yavaş ortaya çıkmıştır...
Gramsci "bir eser ne kadar popüler ise onun kültürel, ahlaki ve duygusal içeriğinin ulusal ahlak ... more Gramsci "bir eser ne kadar popüler ise onun kültürel, ahlaki ve duygusal içeriğinin ulusal ahlak ve hislere o derece de hitap ettiğini" iddia eder. Sosyalist, komünist partilerin manifestolarını, programlarını okuduğumuzda da "kitlesel", bir anlamıyla "popüler" bir kültürün devlet eliyle oluşturulması ve sonucunda da yeni bir bireyin "yaratılması"ndan bahsedildiğini görebiliriz. Yani kültür/popüler kültür/yüksek kültür önemli bir mesele, bireyin yeniden "yaratılması"nda ele alınan bir durum. Popüler kültür, özellikle sanayi devriminden sonra büyük halk kitlelerinin kentlere göçüyle ortaya çıkan bir kavramdır...
Malumdur ki, Tevrat'ın 'Yaratılış Bölümü' trajedi ile başlar. Âdem ile Havva'nın yasak meyveden y... more Malumdur ki, Tevrat'ın 'Yaratılış Bölümü' trajedi ile başlar. Âdem ile Havva'nın yasak meyveden yemesi üzerine, insanlık 'Aden Bahçesi'nden kovulmuştur. Tanrı şöyle demiştir Âdem'e: "Bu yaptığından ötürü bütün evcil ve yabanıl hayvanların en lanetlisi sen olacaksın". İnsanoğlu bu lanet üzerine trajedisiyle birlikte dünyadadır artık, ta ki toprağa dönünceye dek. Şimdi buradan Kafka'nın 'Dönüşüm'üne geçelim: "Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu..." diye başlıyor 'Dönüşüm'. Ben ciddi bir bağ görüyorum Tevrat'ın 'Yaratılış Bölümü'yle 'Dönüşüm' arasında. Kafka inancını tam olarak yansıtıyor, Gregor Samsa'nın sabah uyandığındaki halinde müthiş bir çıkmazı, trajediyi, böceklik durumunu (evcil ve yabanıl hayvanlık) ve uyanışıyla birlikte kendini 'Aden Bahçesi'nin ötesinde bulmasını anlatıyor. Öte yandan "trajedi" yoktur bizde diyor Ömer Lekesiz. İslam'a inanan birçok yazarın Kafkaesk öyküler, romanlar yazdığını biliyoruz, oysa Allah yarattığı için güzeldir her şey ve biz asla yalnız değilizdir, çünkü Allah bize şah damarımızdan daha yakındır, İslam inancı böyle diyor. Yani İslam'a inanan bir yazar veya öykücü Kafkaesk bir bunalımı, trajediyi yazdığında bu durumda yazar için "inancını bir başka tarafa koyuyor" ve öyle yazıyor mu demeliyiz?
Modernist ideoloji tarihsel süreçte bireyi “ancak maddi yönelişle duyularını harekete geçirebilen... more Modernist ideoloji tarihsel süreçte bireyi “ancak maddi yönelişle duyularını harekete geçirebilen” tipte karakterize etmiştir. Batı’nın aygıtlarıyla yükselen ya da yükseltilen değerler, çeşitli mekanizmalar kanalıyla yaşam tarzı ya da ideolojik hangi bağlamda olursa olsun İslam toplumuna da aksettirilmeye çalışılmıştır. Öte yandan bu çaba, muhatabının kendi öz dinamiklerini sorgulamasına ve temas ettiği alanın çekim alanına göre kendi terminolojisini yeniden tanımlama ihtiyacına itmiştir. Bunun neticesi olarak da muhatap, kendi geleneğinin temellerini ve özgünlüğünü gözden geçirme refleksi göstermiştir. Fakat öncesindeyse bu refleksi, kendi yapısal düzleminin keşfine çıkarabilecek alanları iyi tanımlayabildikten sonra göstermesi gerekmektedir...
Gelecekte ne olacağına dair rüya tabirleri kitaplarında yazanlardan, şiir kitaplarındaki tahminle... more Gelecekte ne olacağına dair rüya tabirleri kitaplarında yazanlardan, şiir kitaplarındaki tahminlere uzanalım. Tarihin dâhil edildiği metinler üzerine konuşurken, geçmişle ilgili söylenenlerde ipin ucu kaçsa da “Gelecek ve Diğer Meselelerde” durum farklı. Zira içinde bulunulan evrenden daha öte; bulunulmak istenen, belki de hiç bir zaman yaşanamayacak olandır gelecek. Mesele böyleyken, bunun üzerine şiir üretmek, metin üretmekten de daha güç hale dönüşüyor...
Yol insana ne vadediyor? Edward Said 1947 yılında, Kudüs`ten ayrıldığında yalnızca Kudüs`ü yitirm... more Yol insana ne vadediyor? Edward Said 1947 yılında, Kudüs`ten ayrıldığında yalnızca Kudüs`ü yitirmemişti. Dilini, kültürünü, evini, arkadaşlarını… Bir noktadan sonra varlığını yitirmişti. Elbette bu ayrılık yolunun ona vadettiği bir dönüşüm gerçekleşecekti sonrasında…
Dünya siyasi tarihinin çoğu döneminde darbeler kendini göstermiş ve bu bağlamda sosyal, ekonomik ... more Dünya siyasi tarihinin çoğu döneminde darbeler kendini göstermiş ve bu bağlamda sosyal, ekonomik ve kültürel birçok iz bırakmıştır. Modern askeri koşulların ürettiği darbe biçimleri özellikle son yüzyılda oldukça yaygınlaşmış ve neticede Nijer'den Meksika'ya; Endonezya'dan Suriye'ye ki sayıları bir ülke üzerinde birden fazla da görülmek üzere periyodik olarak yaşanmıştır. Hükümetlerin sosyal ya da ekonomik problemlerin çözümünde yaşadığı sorunların neticesi olarak sözüm ona meşruiyetini kazanmaya çalışan darbeler ve sonrasında gelişen süreçler toplumsal hafızalarda derin yaralar ve izler bırakmıştır. Elbette darbelerin kendi meşru zeminlerini-ki çoğu zaman bu sebep gösterilmeksizin de yaşanmıştır-kazanmaları için öncül bazı hadiselerin cereyana zorlanması veyahut bu zemine tutamaç olacak bazı argümanları edinmeleri gerekmektedir. Bu yazıda bu perspektifte, darbelerin propaganda üretimi için kullandığı görsel ve işitsel materyaller ve bunların yarattığı etkiler bağlamında, kültürel dokulara eklemlenen ve sonrasında, yaşandığı ülkenin edebiyatından, müziğine; sinemasından tiyatrosuna kadar bu etkilerin yarattığı sonuçlar aktarılmaya çalışılacaktır...
Kurgusal bir felsefe tarihi anlayışında özelde İslam felsefesinin genelde ise İslam düşüncesinin ... more Kurgusal bir felsefe tarihi anlayışında özelde İslam felsefesinin genelde ise İslam düşüncesinin ve birikiminin özgünlüğü meselesi tartışılmış, ondan öte dikte edilmiş ve nihai olarak görmezden gelinmiştir. Sistematik olarak fikrî "özgünlüğün" ne'liği üzerine yapısal manada tatmin edici bir cevap verilememişken, doğrudan doğruya günümüzde yorumlanması ve yeniden teşekkül edici vasfı da bertaraf edilmeye çalışılmıştır...
Erich Fromm'a göre, insanın kendinin farkına varması ve aklı olan bir varlık olması, onun doğa il... more Erich Fromm'a göre, insanın kendinin farkına varması ve aklı olan bir varlık olması, onun doğa ile olan uyumunda bozulmaya neden olmuştur. Bunun neticesinde de insan "ölümlü bir varlık" olarak; hayatını derinden etkileyen bu olgu karşısında "hayatına belli bir anlam verme" çabası ile bu endişesini, korkusunu, huzursuzluğunu bertaraf etmek ve "uyumlu hale getirmek" için girişimde bulunur. Son iki yüzyıldır modernizm ve uzantıları ile ortaya çıkan görüngüler; insanın hayatına anlam verme girişimini de derinden etkilemiş ve "yeni anlamlar" ortaya çıkarmıştır...
Fuzûlî kendisine kadar intikal eden süreçte gelenekten bambaşka bir terkiple vücuda getirdiği ese... more Fuzûlî kendisine kadar intikal eden süreçte gelenekten bambaşka bir terkiple vücuda getirdiği eserinde münacaat, tevhit, sâkinâme gibi bölümleri kullanmış, gazellerle parçadan bütüne doğru yükselen ve yüce bir mertebeye doğru ilerleyen bir yol izlemişti. Nizâmî veyahut Ali Şir Nevâi’nin ötesinde çağının imkânlarıyla tabiri caizse hikâyeyi yeniden “icat” etmişti. Sezai Karakoç ise geleneği doğrudan doğruya izlememiş (yapı bakımından), onu çağdaş söylemle yeniden dizayn etmişti. Fuzûlî’nin ve Sezai Karakoç’un “birbirleri üzerinden” anlaşılması için böylesi bir çalışmada kıyası, edebi metnin değerinin tam olarak yerini bulması için büyük bir boşluğu doldurması bakımından dikkat çekiyor...
Geçtiğimiz yüzyılda, Amerika siyasi tarihinin şüphesiz en tartışmalı figürlerinden biri Malcolm X... more Geçtiğimiz yüzyılda, Amerika siyasi tarihinin şüphesiz en tartışmalı figürlerinden biri Malcolm X. Bir siyah olarak dünyaya gelen ve bu dünyanın içinde birçok mücadele içerisinde bulunan; değişim, dönüşüm ve sarsıcı bir hayatın baş aktörü. Kısa denilebilecek ömrünün virajlı yollarında çok önemli hadiselerin, Müslüman dünyası için de çok anlamlı hâle büründüğü ve uzun yıllar boyunca etkisini yitirmemiş bir isim...
1974’te yayınlanan Le Guin’in Mülksüzler‘inde karakterlerin evrenlerindeki kuşku, kendi başına bı... more 1974’te yayınlanan Le Guin’in Mülksüzler‘inde karakterlerin evrenlerindeki kuşku, kendi başına bırakılmışlık ve yokluğun oluşu ve insanların tüm sınıfsal determinist tutumları bertaraf ederek, “hiçlik” yaşamaya başlaması; dünyanın indirgenip, rüşeym bilinçlilikle ortaya koyulan bir “gelecek tasarısını” karşımıza çıkarmıştı. Mülksüzler’de çizilen ya da diğer tüm ütopik ve distopik metinlerde karşımıza çıkan hayali evren kurgusunun esasında; gündemdeki postmoderne ve gündemdeyse aslında modern olmaya devam edene, modernite geleneğine dayandığı için yine postmoderne ve her ikisinin iç içe yaşanmaya devam etmesinden dolayı da “hipermodern” kavramına reddiyeler sunması, “edebiyatın” tekno olandan temellük edenlere bir tepkisi idi. Ütopyaların hem de benzer anlatıların ortaya çıkışında en büyük etken olarak görülen doğa-insan etkileşiminin bir sonucu olarak ortaya çıkan meta metinler “her şeyin açıklanabilir olduğu” iddiasını da barındırarak, bir nevi tashih süreci ortaya koyma çabası olarak modern toplumsal pozitivizme, hem de insanlığın yeniden “üretimine” karşı duruş sergiledi...
Son iki yüzyıldır modernite ve uzantıları ile ortaya çıkan görünümler insanın hayatına anlam verm... more Son iki yüzyıldır modernite ve uzantıları ile ortaya çıkan görünümler insanın hayatına anlam verme
girişimini de derinden etkiledi ve “yeni anlamlar” ortaya çıktı. “Soyut sisemler” olarak tabir edilen modern
toplum kurumlarının başında modern öncesi olarak tabir edilen dönemden farklı olarak, nesne ya da
olayların sürekliliğine dayalı yeni bir “güven” duygusu inşa edildi. İnsanın varoluşsal problemine dayalı
olarak ileri sürdüğü uyum çabası, günümüzde soyut sisemler ve ortaya çıkardığı kurumlar aracılığı ile
gerçekleşmeye devam ediyor. Yine bu uyum çabası içinde insan “araçsal aklı” ile beraber doğayı yeniden
anlamlandırma ihtiyacı içinde giriyor. Bu bağlamda kullanılacak ensrümanlar da doğadan kopuk ya da
üretim boyutu “indirgenmiş” olarak ortada… Posmodernitenin ortaya çıkışıyla ve doğa-insan etkileşiminin
çeşitlenmesiyle, meta anlatılar oldukça çoğaldı bence. Hayali evren kurgularıyla beraber insana bazı
teklifer sunuldu. Gerçekliğin yerine başka şeyler koyuldu ve hatta bu dayatıldı. Bu dayatmayla beraber
hâkim kültürde “ilerlemeci bakışın” açtığı gedikler büyüyor. Popüler kültürden bahsetmeye gerek yok
zaten… Şimdi sürekli tartışılan, denenen şeyler öyküde modern ve posmodern unsurların nasıl
bulunması gerektiği. Günümüzde meta üzerinden soluklaştırılan ilişkiler, gerçeküsü bir dünya perspektif
ile zihni olarak bireyleri atomize ederken, beri taraftan insan bu çıkmazla beraber yeni yönelişlerini
sürdürmeye devam ediyor.
Gelenekselci Ekol (Tradisyonalizm); doğrudan Müslüman ve mühtedi düşünürlerin, birtakım faaliyetl... more Gelenekselci Ekol (Tradisyonalizm); doğrudan Müslüman ve mühtedi düşünürlerin, birtakım faaliyetler neticesinde ortaya koymuş olduğu çalışmaları kapsamaktadır. Gelenekselci Ekol, özellikle entelektüalist yönü öne çıkan bir ekol olarak seçkin, dar bir çevrede ortaya çıkmış ve daha sonra yine aynı çevrelere hitap edecek şekilde dünyanın birçok ülkesinde takipçiler edinmiştir.
Gelenekselci Ekol'ün en önemli özelliği genel olarak içinde bulunduğu Batı medeniyeti ve kültürüne yine Batı içerisinden eleştiriler getirmesidir. Bunu yaparken de ezelî hikmet ve dine dayalı bir perspektif ortaya koyarak, moderniteyi insanlık tarihinin geçici ve arızalı bir safhası olarak görmüşlerdir. Bu düşünce akımının temel tezi; hakikatin bir, ezelî, ebedî ve evrensel olduğu ama farklı form ve biçimlerde de tezahür edebileceğidir.
Buğday’ın çıkış noktası, bugünün dünyasındaki bu gerek maddi, gerek manevi çözülüşün; eşyanın, ta... more Buğday’ın çıkış noktası, bugünün dünyasındaki bu gerek maddi, gerek manevi çözülüşün; eşyanın, tabiatın, yaratılmışların tümünün birden, aslında bu hayatın içerisindeki durumlarının yaşadığı hâl... Bizlerin içimizde yaşamakta olduğumuz hâl… Biz burada bugünün insanının, modern insanın hayattaki duruşunda problem nedir, neden etrafına, kendine ve diğer insanlara zarar veriyor, bunun sebebi nedir, bu düşünce ile hareket ettik. Bugünün insanı bir yandan teknolojik olarak ilerlediğini, her şeye vakıf olduğunu, bilimsel yönden çok geliştiğini iddia ediyor; öte yandan bu kadar gelişmiş bir “medeniyet” aynı zamanda insanlık tarihinin yaşadığı en büyük acıları, hem tabiata hem diğer insanlara çektiriyor. Bu nedir, bunun altında ne yatar, bu yaman çelişki nereden geliyor? Bu düşünce beni yaklaşık sekiz dokuz yıldır bayağı meşgul ediyordu. Yani bunu anlamaya çalışıyordum. Buradaki insiyak nedir, yani neden böyle oluyor? Çünkü 1789’dan beri, aslında belki biraz daha öncesinden insan odaklı bir uygarlaşma, insan odaklı bir medeniyet tasavvuru, bilim, teknoloji, sanat vs. bütün bunlar, bu şaşaalı düşünce, felsefe, filozoflar gelip de bizi buraya mı getirecekti? Yani geldiğimiz şu hale mi getirecekti? İçimiz bu halde mi duracaktı? Bunu anlamaya çalışıyordum. Tabi ki bilginin çok ayrıştığını, yani bilgi dediğimiz, bilim dediğimiz şeyin parçalanmış bir yapı olduğunu gördüm, zaten bunu herkes de söylüyor. Hikmeti bilgiden çıkardığımız zaman geriye fayda üzerine kurgulanmış, onu üretenin faydası üzerine kurgulanmış, tüketimin faydası ikincilliğe düştüğü bir yapı kalıyor.
Düşünce, geniş perspektifte bakıldığında; şüpheden kavrayışa, algılayıştan onaya kadar insanın ak... more Düşünce, geniş perspektifte bakıldığında; şüpheden kavrayışa, algılayıştan onaya kadar insanın aklı temelinde, insana ait faaliyetlerin tümü olarak adlandırılır ve bu bağlam doğrultusunda nitelenir. İnsana ait olanın, bireyselden toplumsala kadar her alanda çeşitli evrelerden geçip, çeşitli iklimlerde yoğrulması ve nihai temelde dinamik etkileriyle her mecrada yeni "görüngüler" sunup, kendini var etmesi beklenir. Düşünce "insana ait oluşuyla", temas alanlarında sürekli "ötekine" aktarılmış ve "ötekinin" kendi muhteviyatında yeni anlamlar kazanarak aktarılagelmiştir. Felsefe "bütüncül bir düşünce sistemi" olarak, İslam düşünce yapısına dâhil olduğu ilk zamanlar; hâlihazırda dini, fikri, sosyal ya da siyasal alanlarda belirli bir mertebede bulunan bir "çekim merkezinde" kendini bulmuştur...
Modernleşme ve küreselleşme sürecinin katlanarak devam etmesi ve yeni toplumsal düzenler ortaya k... more Modernleşme ve küreselleşme sürecinin katlanarak devam etmesi ve yeni toplumsal düzenler ortaya koyması; özel kavram ve değerlendirmeleri yapmayı zorunlu kılmıştır. Özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren bilim ve teknolojideki gelişmelerin de etkisiyle meydana gelen sosyal ve kültürel değişmeler artık dünyada yeni bir sürecin işaretleri olarak kabul edilmiştir. Egemen olan kapitalizm ve sanayileşme sürecinin doğurduğu modern sanayi toplumu özellikleri gittikçe hızlanarak değiştiği gözlenmektedir. Sanayi toplumu sanayileşme sürecinin özelliklerini taşımakta iken, bu yeni süreçte ortaya çıkmakta olan toplumun özellikleri tanımlanmaya çalışılmaktadır. Yeni bir toplum yapısı ve yeni bir süreç yaşanmakta olduğu sosyal bilimciler tarafından genel kabul görmektedir...
Modernleşmeyle beraber temsili sanatlarda ya da edebiyatta “görme biçimlerimize” dair değişimleri... more Modernleşmeyle beraber temsili sanatlarda ya da edebiyatta “görme biçimlerimize” dair değişimlerin zaman/mekân algımıza yansıması “doğrudan” olmuştur. Sözlü edebiyatımızla başlayan, Divan Edebiyatımızla devam eden; Batı’da edebi akımların ortaya çıkmasıyla beraber Tanzimat Edebiyatımızla devam eden süreçte mekânın ele alınışı dıştan-içe doğru bir seyir göstermiştir. İçe doğru yönelen bu seyirde özellikle 19. yüzyılın sonlarına doğru batılı manada roman ve hikâye ile tanışmamız belki de dönüm noktamız olmuştur. Halk hikâyelerimiz ya da destan gibi türlerimizden çok daha farklı bir “mekân” algımız vardır artık. Dış dünyada yaşanan zamandan hariç edebiyatın da “öznel bir zamanı” vardır ve karakterler bu zaman içindeki evrenlerinde yaşamaktadırlar. Mekân simgesel değer taşımaktadır ve karakter psikolojisine bürünmektedir ya da karakterin psikolojisi mekâna bürünmektedir. Özellikle roman ve hikâyede mekânın sembolik işlevi; olay örgüsü, hareket ve aksiyonla bütünleşmiştir...
Edebiyat ve etik konusunu kabaca dört ana başlığa bölmemiz mümkündür: Edebiyatçıların etik anlayı... more Edebiyat ve etik konusunu kabaca dört ana başlığa bölmemiz mümkündür: Edebiyatçıların etik anlayışları (eserin sahibinin etik anlayışı), edebi eserlerin etik niteliği (eserin oluşum sürecini ve bizatihi eserin etiği), edebiyat eleştirisinin etiği, okur etiği. Bunların dışındaki iki diğer konu ise, kapsam olarak edebiyatçıların ve okurların etik anlayışları içine girebilecek olan “edebiyatçı-edebiyatçı” ve “edebiyatçı-okur” arasında ilişkilerdir...
Doğu ve Batı, hayata bakış açısından iki farklı uçta duruyor. Doğu toplumları ve aydınları daha z... more Doğu ve Batı, hayata bakış açısından iki farklı uçta duruyor. Doğu toplumları ve aydınları daha ziyade tümdengelimci bir yaklaşıma sahipken, Batı toplumları tümevarımcı bir yaklaşım sergilerler. Bu, doğal olarak onların edebiyat ve felsefelerini etkilemektedir...
"İdeal toplum" parolasıyla 19. yy'da şekillenen dinin ve tarımın karşısına aydınlanma ve sanayi d... more "İdeal toplum" parolasıyla 19. yy'da şekillenen dinin ve tarımın karşısına aydınlanma ve sanayi devrimi ile çıkan modernizm iki büyük dünya savaşının sebebi olarak görülmüştür. Modernizm insanlığın sorunlarına çözüm getirememiş ve ayrıca fakirlik, açlık, susuzluk, eşitsizlik, çevre kirliliği gibi sorunları beraberinde getirmiştir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünyanın düşün insanları modernizme belirli itiraz noktaları getirmeye başlamış ve postmodernizm kavramı yavaş yavaş ortaya çıkmıştır...
Gramsci "bir eser ne kadar popüler ise onun kültürel, ahlaki ve duygusal içeriğinin ulusal ahlak ... more Gramsci "bir eser ne kadar popüler ise onun kültürel, ahlaki ve duygusal içeriğinin ulusal ahlak ve hislere o derece de hitap ettiğini" iddia eder. Sosyalist, komünist partilerin manifestolarını, programlarını okuduğumuzda da "kitlesel", bir anlamıyla "popüler" bir kültürün devlet eliyle oluşturulması ve sonucunda da yeni bir bireyin "yaratılması"ndan bahsedildiğini görebiliriz. Yani kültür/popüler kültür/yüksek kültür önemli bir mesele, bireyin yeniden "yaratılması"nda ele alınan bir durum. Popüler kültür, özellikle sanayi devriminden sonra büyük halk kitlelerinin kentlere göçüyle ortaya çıkan bir kavramdır...
Malumdur ki, Tevrat'ın 'Yaratılış Bölümü' trajedi ile başlar. Âdem ile Havva'nın yasak meyveden y... more Malumdur ki, Tevrat'ın 'Yaratılış Bölümü' trajedi ile başlar. Âdem ile Havva'nın yasak meyveden yemesi üzerine, insanlık 'Aden Bahçesi'nden kovulmuştur. Tanrı şöyle demiştir Âdem'e: "Bu yaptığından ötürü bütün evcil ve yabanıl hayvanların en lanetlisi sen olacaksın". İnsanoğlu bu lanet üzerine trajedisiyle birlikte dünyadadır artık, ta ki toprağa dönünceye dek. Şimdi buradan Kafka'nın 'Dönüşüm'üne geçelim: "Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu..." diye başlıyor 'Dönüşüm'. Ben ciddi bir bağ görüyorum Tevrat'ın 'Yaratılış Bölümü'yle 'Dönüşüm' arasında. Kafka inancını tam olarak yansıtıyor, Gregor Samsa'nın sabah uyandığındaki halinde müthiş bir çıkmazı, trajediyi, böceklik durumunu (evcil ve yabanıl hayvanlık) ve uyanışıyla birlikte kendini 'Aden Bahçesi'nin ötesinde bulmasını anlatıyor. Öte yandan "trajedi" yoktur bizde diyor Ömer Lekesiz. İslam'a inanan birçok yazarın Kafkaesk öyküler, romanlar yazdığını biliyoruz, oysa Allah yarattığı için güzeldir her şey ve biz asla yalnız değilizdir, çünkü Allah bize şah damarımızdan daha yakındır, İslam inancı böyle diyor. Yani İslam'a inanan bir yazar veya öykücü Kafkaesk bir bunalımı, trajediyi yazdığında bu durumda yazar için "inancını bir başka tarafa koyuyor" ve öyle yazıyor mu demeliyiz?
Modernist ideoloji tarihsel süreçte bireyi “ancak maddi yönelişle duyularını harekete geçirebilen... more Modernist ideoloji tarihsel süreçte bireyi “ancak maddi yönelişle duyularını harekete geçirebilen” tipte karakterize etmiştir. Batı’nın aygıtlarıyla yükselen ya da yükseltilen değerler, çeşitli mekanizmalar kanalıyla yaşam tarzı ya da ideolojik hangi bağlamda olursa olsun İslam toplumuna da aksettirilmeye çalışılmıştır. Öte yandan bu çaba, muhatabının kendi öz dinamiklerini sorgulamasına ve temas ettiği alanın çekim alanına göre kendi terminolojisini yeniden tanımlama ihtiyacına itmiştir. Bunun neticesi olarak da muhatap, kendi geleneğinin temellerini ve özgünlüğünü gözden geçirme refleksi göstermiştir. Fakat öncesindeyse bu refleksi, kendi yapısal düzleminin keşfine çıkarabilecek alanları iyi tanımlayabildikten sonra göstermesi gerekmektedir...
Gelecekte ne olacağına dair rüya tabirleri kitaplarında yazanlardan, şiir kitaplarındaki tahminle... more Gelecekte ne olacağına dair rüya tabirleri kitaplarında yazanlardan, şiir kitaplarındaki tahminlere uzanalım. Tarihin dâhil edildiği metinler üzerine konuşurken, geçmişle ilgili söylenenlerde ipin ucu kaçsa da “Gelecek ve Diğer Meselelerde” durum farklı. Zira içinde bulunulan evrenden daha öte; bulunulmak istenen, belki de hiç bir zaman yaşanamayacak olandır gelecek. Mesele böyleyken, bunun üzerine şiir üretmek, metin üretmekten de daha güç hale dönüşüyor...
Yol insana ne vadediyor? Edward Said 1947 yılında, Kudüs`ten ayrıldığında yalnızca Kudüs`ü yitirm... more Yol insana ne vadediyor? Edward Said 1947 yılında, Kudüs`ten ayrıldığında yalnızca Kudüs`ü yitirmemişti. Dilini, kültürünü, evini, arkadaşlarını… Bir noktadan sonra varlığını yitirmişti. Elbette bu ayrılık yolunun ona vadettiği bir dönüşüm gerçekleşecekti sonrasında…
Dünya siyasi tarihinin çoğu döneminde darbeler kendini göstermiş ve bu bağlamda sosyal, ekonomik ... more Dünya siyasi tarihinin çoğu döneminde darbeler kendini göstermiş ve bu bağlamda sosyal, ekonomik ve kültürel birçok iz bırakmıştır. Modern askeri koşulların ürettiği darbe biçimleri özellikle son yüzyılda oldukça yaygınlaşmış ve neticede Nijer'den Meksika'ya; Endonezya'dan Suriye'ye ki sayıları bir ülke üzerinde birden fazla da görülmek üzere periyodik olarak yaşanmıştır. Hükümetlerin sosyal ya da ekonomik problemlerin çözümünde yaşadığı sorunların neticesi olarak sözüm ona meşruiyetini kazanmaya çalışan darbeler ve sonrasında gelişen süreçler toplumsal hafızalarda derin yaralar ve izler bırakmıştır. Elbette darbelerin kendi meşru zeminlerini-ki çoğu zaman bu sebep gösterilmeksizin de yaşanmıştır-kazanmaları için öncül bazı hadiselerin cereyana zorlanması veyahut bu zemine tutamaç olacak bazı argümanları edinmeleri gerekmektedir. Bu yazıda bu perspektifte, darbelerin propaganda üretimi için kullandığı görsel ve işitsel materyaller ve bunların yarattığı etkiler bağlamında, kültürel dokulara eklemlenen ve sonrasında, yaşandığı ülkenin edebiyatından, müziğine; sinemasından tiyatrosuna kadar bu etkilerin yarattığı sonuçlar aktarılmaya çalışılacaktır...
Kurgusal bir felsefe tarihi anlayışında özelde İslam felsefesinin genelde ise İslam düşüncesinin ... more Kurgusal bir felsefe tarihi anlayışında özelde İslam felsefesinin genelde ise İslam düşüncesinin ve birikiminin özgünlüğü meselesi tartışılmış, ondan öte dikte edilmiş ve nihai olarak görmezden gelinmiştir. Sistematik olarak fikrî "özgünlüğün" ne'liği üzerine yapısal manada tatmin edici bir cevap verilememişken, doğrudan doğruya günümüzde yorumlanması ve yeniden teşekkül edici vasfı da bertaraf edilmeye çalışılmıştır...
Erich Fromm'a göre, insanın kendinin farkına varması ve aklı olan bir varlık olması, onun doğa il... more Erich Fromm'a göre, insanın kendinin farkına varması ve aklı olan bir varlık olması, onun doğa ile olan uyumunda bozulmaya neden olmuştur. Bunun neticesinde de insan "ölümlü bir varlık" olarak; hayatını derinden etkileyen bu olgu karşısında "hayatına belli bir anlam verme" çabası ile bu endişesini, korkusunu, huzursuzluğunu bertaraf etmek ve "uyumlu hale getirmek" için girişimde bulunur. Son iki yüzyıldır modernizm ve uzantıları ile ortaya çıkan görüngüler; insanın hayatına anlam verme girişimini de derinden etkilemiş ve "yeni anlamlar" ortaya çıkarmıştır...
Fuzûlî kendisine kadar intikal eden süreçte gelenekten bambaşka bir terkiple vücuda getirdiği ese... more Fuzûlî kendisine kadar intikal eden süreçte gelenekten bambaşka bir terkiple vücuda getirdiği eserinde münacaat, tevhit, sâkinâme gibi bölümleri kullanmış, gazellerle parçadan bütüne doğru yükselen ve yüce bir mertebeye doğru ilerleyen bir yol izlemişti. Nizâmî veyahut Ali Şir Nevâi’nin ötesinde çağının imkânlarıyla tabiri caizse hikâyeyi yeniden “icat” etmişti. Sezai Karakoç ise geleneği doğrudan doğruya izlememiş (yapı bakımından), onu çağdaş söylemle yeniden dizayn etmişti. Fuzûlî’nin ve Sezai Karakoç’un “birbirleri üzerinden” anlaşılması için böylesi bir çalışmada kıyası, edebi metnin değerinin tam olarak yerini bulması için büyük bir boşluğu doldurması bakımından dikkat çekiyor...
Geçtiğimiz yüzyılda, Amerika siyasi tarihinin şüphesiz en tartışmalı figürlerinden biri Malcolm X... more Geçtiğimiz yüzyılda, Amerika siyasi tarihinin şüphesiz en tartışmalı figürlerinden biri Malcolm X. Bir siyah olarak dünyaya gelen ve bu dünyanın içinde birçok mücadele içerisinde bulunan; değişim, dönüşüm ve sarsıcı bir hayatın baş aktörü. Kısa denilebilecek ömrünün virajlı yollarında çok önemli hadiselerin, Müslüman dünyası için de çok anlamlı hâle büründüğü ve uzun yıllar boyunca etkisini yitirmemiş bir isim...
1974’te yayınlanan Le Guin’in Mülksüzler‘inde karakterlerin evrenlerindeki kuşku, kendi başına bı... more 1974’te yayınlanan Le Guin’in Mülksüzler‘inde karakterlerin evrenlerindeki kuşku, kendi başına bırakılmışlık ve yokluğun oluşu ve insanların tüm sınıfsal determinist tutumları bertaraf ederek, “hiçlik” yaşamaya başlaması; dünyanın indirgenip, rüşeym bilinçlilikle ortaya koyulan bir “gelecek tasarısını” karşımıza çıkarmıştı. Mülksüzler’de çizilen ya da diğer tüm ütopik ve distopik metinlerde karşımıza çıkan hayali evren kurgusunun esasında; gündemdeki postmoderne ve gündemdeyse aslında modern olmaya devam edene, modernite geleneğine dayandığı için yine postmoderne ve her ikisinin iç içe yaşanmaya devam etmesinden dolayı da “hipermodern” kavramına reddiyeler sunması, “edebiyatın” tekno olandan temellük edenlere bir tepkisi idi. Ütopyaların hem de benzer anlatıların ortaya çıkışında en büyük etken olarak görülen doğa-insan etkileşiminin bir sonucu olarak ortaya çıkan meta metinler “her şeyin açıklanabilir olduğu” iddiasını da barındırarak, bir nevi tashih süreci ortaya koyma çabası olarak modern toplumsal pozitivizme, hem de insanlığın yeniden “üretimine” karşı duruş sergiledi...