Memlûkler Dönemi Ulemâsından Ebü'l-Velîd İbnü'ş-Şıhne ve Timur İle Münasebeti (original) (raw)

Sultan II. Abdülhamid Döneminde Mâbeyn-i Hümâyûn

2016

Mâbeyn; "Mâ" ve "Beyn" kelimelerden oluşan Arapça bir terkip olup "iki şeyin arası" anlamına gelir. "Mâbeyn-i Hümâyûn", "Mâbeyn-i Hümâyûn-ı Cenâb-ı Mülûkâne" olarak da kullanılırdı. Bununla beraber, "Mâbeyn" denince, genel olarak bir yönetim yeri olarak Saray anlaşılırdı. 1 Kaynaklarda, Sarayların resmî bölümüne neden bu adın verildiğine dair net bir bilgiyi tespit edilememektedir. Bununla beraber, Osmanlı saraylarının Mâbeyn dairelerinin işleyişi ve kadrosu incelendiğinde bu tanımlamanın ipuçları belirmektedir. Bu bağlamda Mâbeyn-i Hümâyûn'un işleyişinde belirleyici rol ve etkileri olan mâbeynciler sarayla dış daireler arasındaki irtibatı sağlarlar; huzura kabule edilecek yerli ve yabancı devlet adamlarının sarayda karşılanması ve ağırlanması işleri ile ilgilenirdi. Sarayla dış dünya arasındaki bu köprü ve iletişim görevinin, kendilerine "mâbeynci" isminin verilmesinin nedeni olduğu değerlendirilmektedir. Buradan hareketle mâbeynci'nin görev yaptığı yer olarak Mâbeyn-i Hümâyûn ise "sarayla dış dünya arasında iletişimin sağlandığı, sarayın ve dolayısıyla devletin en üst düzeyde temsil edildiği bir merkez" olarak da değerlendirilebilir. Mâbeynci yerine "yakın" anlamına gelen "karîn", başmabeynci yerine de "serkurena" ifadesi kullanılırdı. Karîn kelimesinin çoğulu olan kurenâ ise "mâbeynciler" anlamında yerine geçerdi. 2 XIX. Yüzyıl öncesi Osmanlı sarayında bu vazifeyi "kapı ağası" ya da kapıcılar kethudası" görürdü. Padişaha bir meselenin doğrudan arz edilmesi, ya da huzuruna çıkılacak olanlara eşlik edilmesi, sarayın iç düzeni ile ilgili her konuyla ilgilenmek kapı ağasının vazifeleri arasındaydı. Kapı ağasının emri altında olmakla beraber hasodabaşı da doğrudan padişahın hizmetinde bulunan ve şahsi hizmetlerini yerine getiren sarayın en büyük memurlarındandı. Modernleşme sürecinden önce saraydaki bu iki vazife, yani kapı Ağalığı ve hasodabaşılık görevleri mâbeynciliğe dönüştürülmüştür 3 .

İbnü’l-Arabî Tâkipçisi Olarak Abdurrahman Câmî Ve Şerhu Fusûsi'l-Hikem'i

Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2019

All rights reserved İbnü'l-Arabî Tâkipçisi Olarak Abdurrahman Câmî Ve Şerhu Fusûsi'l-Hikem'i 1 Öz: Bu makāle, daha çok şâirlik ve dilciliğiyle tanınan Abdurrahman Câmî'nin tasavvufî hayâtına, bilhassa İbnü'l-Arabî düşüncesi çerçevesindeki faaliyetlerine odaklanmıştır. Onun bu çerçevedeki faaliyetleri, söz konusu düşüncenin anlaşılmasını sağlamak için şerh ve te'lif çalışmaları ve ona îtiraz edenlere karşı İbnü'l-Arabî'yi sözlü olarak müdâfaa etmek şeklinde olmuştur. Câmî, İbnü'l-Arabî düşünc esinin genel olarak anlaşılması ve kabul görmesine mühim katkılar sağlamıştır. Onun bu katkıları devrin kaynakları tarafından, genel olarak yaşadığı c oğrafyada, bilhassa müntesibi olduğu Nakşibendiyye muhîtinde gözlemlenmiş ve nakledilmiştir. Câmî, bu ç erç evedeki ilk eserini de son eserini de Fusûsu'l-hikem'e hasretmiştir. Bu iki eseri arasında İbnü'l-Arabî düşünc esine dâir birçok eser kaleme almıştır. Fusûsu'l-hikem'in tam metin şerhi olan son eseri Şerhu Fusûsi'l-hikem'in birçok nüshası bulunmakla birlikte ilmî neşri henüz yapılmamıştır. Bu eserin ve nüshalarının tanıtımı bu makālenin odak noktalarından biri olmuştur.

Mülûk-İ Mülk-İ Suhen Veya Müfli̇sân-I Ki̇myâ- Furûş: Enverî Ve Nef’Î

2019

Kaside dendigi zaman Fars edebiyatinda Turk soylu Enveri-i Ebiverdi, klasik Turk edebiyatinda ise 17. asrin dikkat ceken sairi Nef’i-i Erzurumi akla gelir. Her iki sair de kendi donemlerini asarak kendilerine has bir kaside uslubu olusturmuslardir. Bundan dolayi her iki sair de kasidede ustâd olarak kabul gormuslerdir. Her iki sairin de sade, akici ve konusma uslubuyla olusturduklari kasidelerinde muhayyilenin onemli bir yeri oldugu gorulmektedir. Bu calismada Enveri ve Nef’i’nin sultan ve vezir ovgulerinde yazmis oldugu kasidelerinden hareketle usluplari mukayeseli olarak degerlendirilecektir. Bu degerlendirmede sairlerin, vezir ve padisahlari siirlerinde ele alis tarzlari uzerinde durulacaktir.

Beşir Çelebi ve Eseri Mecmutü'l-fevâid

Giriş Fatih’in Hekimlerinden Beşir Çelebi Beşir Çelebi Nerelidir? Osmanlı / Karamanoğlu Akrabalığı ve Hekimin Edirne’ye Gidişi Mecmûatü’l-Fevâid Mecmûatü’l-Fevâid’in elde edilişi Mecmûatü’l-Fevâid Selanik Nüshası Mecmûatü’l-Fevâid’in içeriği Mecmûatü’l-Fevâid’in çevirisi Mecmûatü’l-Fevâid’in Muhtevası Hakkında Mecmûatü’l-Fevâid Çevirisi Nasıl Yapıldı? Sonuç

Semîn el-Halebî'nin ed-Durru'l-Masûn Adlı Eserinde Mefʻûlün Lehe Dair Tartışmalar

Öz: Hicrî VIII. yüzyılda yaşamış olan Semîn el-Halebî, Halep'te doğmuş ve uzun yıllar Mısır'da yaşamıştır. Nahiv, tefsir, kırâat, fıkıh vb. alanlarda uzmanlaşmış ve faydalı eserler telif etmiştir. Bu eserlerden bir tanesi de Kur'ân'ın iʻrâb vecihlerini ele alarak değerlendirdiği ed-Durru'l-masûn fi ulûmi'l-Kitâbi'l-meknûn adlı eseridir. Bu eserinde müellifin daha çok "eş-Şeyh" olarak nitelediği Ebû Hayyân ve Zemahşerî arasında bir hakemlik yaptığı söylenebilir. Bununla beraber eser bu hakemlik ile sınırlı bir çalışma da değildir. Zira eserde mütekaddim ve müteahhir birçok âlimin görüşü ele alınmıştır. Çalışmamızda bu tartışma ve ihtilaflardan mefʻûlün leh ile alakalı olanlardan önemli olduklarını düşündüklerimiz ele alınmış ve nahiv ve tefsir literatürü esas alınarak bu tartışmalar hakkında çeşitli değerlendirmelerde bulunulmuştur.

Semîn el-Halebî’nin ed-Dürrü’l-Masûn fî ʻUlûmi’l-Kitâbi’l-Meknûn İsimli Eserinde Züheyr b. Ebî Sülmâ’nın Muallakasından Yapılan İstişhadlar Üzerine Bir İnceleme

Semîn el-Halebî’nin ed-Dürrü’l-Masûn fî ʻUlûmi’l-Kitâbi’l-Meknûn İsimli Eserinde Züheyr b. Ebî Sülmâ’nın Muallakasından Yapılan İstişhadlar Üzerine Bir İnceleme, 2024

Unequal circumstances and unfair living conditions make people leave their hometowns and move to developed ones with the hope of having a better future and reaching higher living standards. However, those who flee to other countries are not welcomed and even maltreated in some parts of the world. Especially in racist countries, immigrants suffer from different sorts of violence and even lose their lives out of racial hatred. In The White Family, Maggie Gee depicts the misery that foreign people face in England. Those who carry pure English blood disdain non-natives, especially black people, and they cannot endure their existence in their country, which leads some of the dark racist ones to insult or harass the immigrants. The author, inspired by a real-life event, conveys a family that despises the immigrants and the family's hardships due to their racist manners, which results in a separation of the members.

15. yy’a Ait Bilinmeyen Bir Yazma: Seyfü’l-Mülûk ile Bedi‘ü’l- Cemâl

Tarih Okulu Dergisi, 2019

Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından Osmanlının kuruluş dönemini kapsayan, XIII-XV. yüzyıllar arası Beylikler Döneminde Oğuzların dili artık bir yazı dili olmaya başlamış, çok sayıda telif ve tercüme eserler verilmeye başlanmıştır. Beylikler döneminde genel olarak dinî, tasavvufî ve ahlâkî eserlerin tercümesi yapılırken hem manzum hem de mensur eserler verilmiştir. Bu eserler arasında geçmeyen ve bugüne kadar kayda geçmemiş bir mesnevi de Seyfü’l-Mülûk ile Bediü’l-Cemâl hikâyesidir. Türk Dil Kurumu Kütüphanesi’nde bulunan Yazma 596 numarada kayıtlı yazmanın ilk kısmında yer alan mesnevi, Seyfü’l-Mülûk ile Bedi‘ü’l- Cemâl hikâyesidir. H. 874/ M. 1470 tarihinde istinsah edilmiş olan bu hikâyenin ilk telif tarihi ise mesnevinin sonunda H. 843/ M. 1439 olarak verilmiştir. Yazma, gerek konusu itibariyle gerekse hem telif hem istinsah tarihi 15. yüzyıl olması itibariyle eşsiz bir eserdir. Bu makale, 1001 Gece Masalları arasında yer alan hikâyelerden birinden ibaret olan mesneviyi konu alan yazmanın tanımından ibarettir. From the downfall of the Seljuk Empire to the forming of the Ottoman Empire, XIIIXV centuries was the time Oguz Language was recognized as a written language, translated and referenced in foreign literature. In this period, many sufi, religious and moral works were translated, as well as new poetry and prose works. Seyfü’l-Mülûk and Bediü’l-Cemâl story was one of those mathnawis, although it was not recorded among other works. The Seyfü’l-Mülûk and Bedi‘ü’l- Cemâl story is a masnavi located under the label Manuscript 596 in Turkish Language Association (TDK) Library. It was originally written in 1439 (843 Islamic calendar), but its first copy was made in 1470 (854 Islamic calendar). The manuscript, considering it was written and copied in the 15th century, is a unique piece. This article is an introductory on this manuscript, which is one of the stories from The One Thousand and One Nights.

Başlangıçlar veya İlkeler: İbnü’l-Hâcib’in Muhtasarü’l-Müntehâ’sındaki Mebâdî Kavramı Üzerine Şerh ve Haşiyeler

Nazariyat Dergisi, 2023

Bu makale Aristotelesçi bilim teorisinin ve filozofların ilmî eserlere belirli konularla giriş yapma geleneğinin İslamî ilimlerin tasavvur edilmesi ve sunulmasında etkili olduğunu fıkıh usulü el kitaplarından Muhtasarü’l-Müntehâ’nın girişi üzerine yapılan tartışmalara binaen göstermektedir. Aristotelesçi bilim teorisi her ilmin konu, ilke ve meselelerden oluştuğunu ileri sürmekte, felsefî mukaddime yazma geleneği ise bir eserin konusunu, amacını ve sair belli başlı meselelerini ele alarak giriş yapma tarzını sunmaktaydı. Makale felsefî bilim teorisiyle ilmî eserlere mukaddime yazma geleneğinin, İbnü’l-Hâcib’in (ö. 646/1249) Muhtasarü’l-Müntehâ’sının girişi üzerine yapılan şerh ve haşiyelerde kesiştiklerini göstermektedir. Bu metne onlarca şerh ve haşiye yazılmıştır, fakat makalede bunlar içerisinden on üç ve on dördüncü yüzyıllarda Kâdî el-Beyzâvî (ö. 691/1291-92), Ziyâüddin et-Tûsî (ö. 706/1306-7), Kutbüddin eş-Şîrâzî (ö. 710/1311), Cemâleddin el-Hillî (ö. 726/1325), Bedreddin et-Tüsterî (ö. 732/1332), Adudüddin el-Îcî (ö. 756/1355), Sa‘deddin et-Teftâzânî (ö. 792/1390) ve Seyyid Şerif el-Cürcânî (ö. 816/1413) tarafından yazılanlar incelenmektedir. İbnü’l-Hâcib’in giriş mahiyetindeki iki cümlesi üzerine yapılan yorumlar mebâdî kelimesinin ilkeler ve başlangıçlar şeklindeki -ilki bilim teorisi ikincisi ise bilimlere giriş yazma geleneğiyle ilişkili olan- iki anlamı arasındaki gerilimi göstermektedir. Makale İbnü’l-Hâcib’in Muhtasar’ı üzerine yapılan şerh ve haşiyelerdeki tartışmalar üzerinden hem fıkıh usulünün tasavvur ve sunumunun felsefî bilim teorisi ve bilimlere giriş yazma geleneği doğrultusunda olduğunu hem de bu metnin mebâdî kavramının lügavî ve ıstılahî anlamlarını kapsayacak şekilde yeniden tasavvur edilmesini tetiklediğini ortaya koymaktadır. En nihayetinde, mebâdî üzerine yapılan tartışmaların bir bilimin birlik yönünü bilmeyi temellendiren etkili bir argümanı doğurduğu, ayrıca o dönemdeki yaygın bilim teorisine karşı ilimlerin esasında üç değil tek bir öğeden oluştuğu şeklinde bir eleştiriye yol açtığı gösterilmektedir.