Bizans İmparatorluğu Research Papers - Academia.edu (original) (raw)

Bizans İmparatorluğunun en zor dönemlerinin başlangıcıydı. IV. Romanos Diogenes imparatorluk tahtına askeri kanat tarafından baskıyla ve büyük umutlarla getirildi. İmparator tahta çıktığı günden itibaren tek gayesi Anadolu’dan Türkleri... more

Bizans İmparatorluğunun en zor dönemlerinin başlangıcıydı. IV. Romanos Diogenes imparatorluk tahtına askeri kanat tarafından baskıyla ve büyük umutlarla getirildi. İmparator tahta çıktığı günden itibaren tek gayesi Anadolu’dan Türkleri atmak ve bozulan düzeni sağlamaktı. Bu gayede neredeyse boşalan Bizans hazinesinin büyük bir kısmını ise savaş hazırlığına ve orduya harcadı. Bizans’ı en çok yoran Selçuklu emirlerinin sayısız ve bitmek bilmeyen akınlarıydı. Bu akınlar hızlı ve amacına uygun olduğu için merkezi Bizans güçlerinin bu akınlara yetişmesi oldukça güçtü. Bir yandan Diogenes ordusunu hazırlamakla beraber Bizans’ın içinde bulunduğu durumlarla da mücadele etti. Sultan Alp Arslan bu dönemde Anadolu dışındaki seferlerini sürdürmekle beraber isyanlarla da oldukça meşguldü. Küçüklü büyüklü çokça kez karşılaşmalar olmuş fakat hem Anadolu’nun hem de tarafların kaderini belirleyen savaş Malazgirt Meydan Muharebesi olmuştur. Malazgirt Meydan Muharebesinde Bizans ordusu sayıca üstün olmasına rağmen yenik düşmüştür. Yenilgiye iten ana sebeplerden birkaçı ise Sultan Alp Arslan’ın ovaya daha önce gelerek hem hâkim tepelere Orta Asya bozkır savaş taktiklerinden biri olan pusu taktiğini konuşlandırması ve uygulamasıdır hem de sayıca az olmalarına rağmen orduda özellikle ülkü, amaç, din birliğinin olmasıdır. Bizans ordusunda ise askerler çeşitli milletlerden ücretli olarak toplanmıştır, orduda bulunan Türk soylu Uz ve Peçenekler bir kısmı savaş öncesi diğer kısmı ise savaş sırasında soydaşlarına karşı savaşmayı reddederek Selçuklu saflarına geçmiştir. 1071 yılında Malazgirt ovasındaki son ve büyük muharebeyi Türk sultanı kazanmıştır.

Spor ve rekreatif oyunlar insanlık tarihi boyunca farklı şekillerde toplum ve birey hayatında yer almıştır. Bu aktiviteler tarihsel sürece bakıldığında farklı amaçlarla yapılmaktaydı. İlk dönemlerde avlanma ya da savaş amaçlarını... more

Spor ve rekreatif oyunlar insanlık tarihi boyunca farklı şekillerde toplum ve birey hayatında yer almıştır. Bu aktiviteler tarihsel sürece bakıldığında farklı amaçlarla yapılmaktaydı. İlk dönemlerde avlanma ya da savaş amaçlarını içerirken, günümüzde sağlıklı yaşamak başta olmak üzere birçok sosyal, ekonomik ve bireysel amaçları kapsamaktadır. Toplumlara özgü sportif ve rekreatif oyunlar aynı zamanda o toplumların kültürünün önemli bir parçasıdır. Bizans İmparatorluğu Dünya ve Anadolu tarihi bakımından önemli bir yere sahiptir. Özellikle Anadolu topraklarında Bizans İmparatorluğu’nun izleri vardır. Bu anlamda bu toplumun sportif ve rekreatif oyunlarını ortaya çıkarmak literatüre ve uygulamaya katkı sağlayacaktır. Bizans İmparatorluk saraylarının kapıları her öğleden sonra saat üçte kilitlenir ve ertesi gün şafakla birlikte açılırdı. Ilık yaz akşamlarında erkekler ok ve cirit atmak, tenis oynamak, boks ve güreş karşılaşmalarını izlemek gibi spor etkinlikleri ile uğraşırlardı. VIII. Constantinus gladyatör dövüşlerini çağrıştıran bir dövüş olan gymnopodia’yı yeniden gündeme getirmişti. Altıncı yüzyılda satranç ve tavla gibi oyunlar Doğu’dan Constantinapolis’e gelmişti ve sık sık sarayda oynanıyordu 118. Tzykanisterion; sarayın çeşitli eğlencelerine ayrılmış bir spor sahasıydı. Prensler burada ata biner, spor yaparlardı. Ayrıca İran’dan getirilen bir oyun oynanırdı ki; bu polodur. Tzykanisterion kelimesi Farsça tshu-gan (Çu-gan)’dan gelmektedir. Spor sahası adını bu oyundan almış olsa gerekir. Oyunun ve kelimenin Türkçeye yerleşmiş şekli Çevgan, Çevkan’dır.

Özet Geleneksel tarihçiler, Bizans İmparatorluğu'nun Osmanlı İmparatorluğu'nun aske-ri fethiyle yıkıldığı zaman, uygarlığıyla birlikte yok olduğunu iddia etmişlerdir. Onlara göre, politik olarak tasfiye edilmesi, uygarlığının yok olmasını... more

Özet Geleneksel tarihçiler, Bizans İmparatorluğu'nun Osmanlı İmparatorluğu'nun aske-ri fethiyle yıkıldığı zaman, uygarlığıyla birlikte yok olduğunu iddia etmişlerdir. Onlara göre, politik olarak tasfiye edilmesi, uygarlığının yok olmasını da gerektir-mişti.Bu çalışmada, Bizans'ın ölümünün, uygarlığının ölümü anlamına gelmediği eğitim sistemi baz alınarak gösterilmeye çalışılmıştır. Bizans'ta ve İslam âleminde temel öğretim, genel şartlar ve prensipler bakımından birbirlerine çok yakındı. Her iki taraf da insan yetiştirme modelinde, yerinde, yaşında özdeşim göstermekteydi. Mabetlerle eğitim iç içeydi. Öğretmenlerin statüsü birbirine yakındı. Müfredat programları, öğretim metotları aynı idi. Ortaöğretim tamamen, yükseköğretim müfredat programları açısından benzemekteydi. Enderun, Magnatura'nın izlerini taşımaktaydı. Gerek Bizans'ta gerekse Osmanlıda kız eğitiminde, üst tabaka daha şanslı olmakla birlikte yaygın bir kural olarak kızlar erkekler kadar iyi eğitim gör-mezdi. Manastırlar gibi takkeler de halka hitap eden eğitim kurumlarıydı. Kaligrafi Bizans'ta olduğu gibi Osmanlıda da muteber bir aktiviteydi. Bu durum Osmanlıla-rın Bizans eğitim sisteminden etkilendiğini göstermektedir.

Tarih boyunca bulaşıcı hastalıkların en az insanlık kadar eski olan bakteriler ve virüslerle dünyaya yayıldığı artık bilinen bir gerçektir. Salgın olarak nitelenen bulaşıcı hastalıkların yayılmasındaki en büyük etkenler; insanların... more

Tarih boyunca bulaşıcı hastalıkların en az insanlık kadar eski olan bakteriler ve virüslerle dünyaya yayıldığı artık bilinen bir gerçektir. Salgın olarak nitelenen bulaşıcı hastalıkların yayılmasındaki en büyük etkenler; insanların topluluklar halinde yaşamaları, hayvanlarla ilişkileri, çevresel sağlık koşulları, maddi zorluklar, yetersiz beslenme, dikkatsizlik ve bilgisizliktir. Eski Çağ’da bütün salgın hastalıkları belirtmek için kullanılan ve insanlığın kâbusu olan veba, tıbbın yetersiz kaldığı, insanların hastalıkların sebeplerini henüz tam olarak çözemedikleri Orta Çağ’da, “1348 Kara Ölüm, Kara Veba” adıyla dünyayı kasıp kavurarak bulaşıcı hastalıklar içinde belki de en çok merak edileni olmuştur. İnsanların vebayla nasıl mücadele edeceklerini bilememeleri, tedaviye dair doğru bildikleri yanlışlarla ve dinin Orta Çağ insanları üzerindeki baskın konumuyla birleşince ortaya, günümüzde ancak birer perhiz önerisi olarak alınabilecek tedaviden çok uzak reçeteler, gagalı doktorlar, sayıları vebayla birlikte artan vasiyetnameler, ekonomisi alt üst olmuş ülkeler, ezber bozan nüfus verileri ve psikolojisi bozuk sanatçılar çıkmıştır.
Bu çalışmada öncelikle Orta Çağ’a gelene kadar vebayla nasıl mücadele edilmeye çalışıldığı değerlendirilip; sık aralıklarla tekrar ettiği dönemin Avrupası’nda ve Bizans İmparatorluğu’nda 1348 vebasının nasıl ortaya çıktığı, yayıldığı, tedavi edilmeye çalışıldığı, hastalığın toplumun her alanında beliren sonuçlarının neler olduğu incelenip, gerçekten Orta Çağ’da feodal sistemin çöküşünde etkili olup olmadığı, neden önceki veba salgınlarının değil de “1348 Kara Ölümünün” böyle köklü değişimlere ve etkilere neden olduğu tartışılacaktır.

Bizans çalışmaları, Bizans İmparatorluğu olarak bilinegelmiş Doğu Roma İmparatorluğu’nun tarihi ve kültürü ile ilgilenir. Bu devletin merkezi, Roma İmparatorluğu’nun doğu kesimlerinin başkenti olmak üzere, 324 yılında İmparator... more

Bizans çalışmaları, Bizans İmparatorluğu olarak bilinegelmiş Doğu Roma İmparatorluğu’nun tarihi ve kültürü ile ilgilenir. Bu devletin merkezi, Roma İmparatorluğu’nun doğu kesimlerinin başkenti olmak üzere, 324 yılında İmparator Konstantinos (Konstantinos’un esas niyeti meselesi tartışmalı olarak kalsa da) tarafından kurulduğu kabul edilen Konstantinopolis (modern İstanbul) şehriydi. Sınırları yüzyıllar boyunca değişse de 1453 yılında Osmanlılar tarafından fethedilene kadar, Avrupa dünyasında, Doğu Akdeniz’de ve komşu bölgelerde müstakil ve ekseriyetle büyük bir siyasi varlık olarak kalmış, etkileri ise günümüze kadar devam etmiştir. İmparatorları ve vatandaşları kendilerini Romalı (romaioi) olarak düşünürken, Konstantinopolis sakinleri kendilerinden sürekli olarak Konstantinopolisliler, şehirlerinden de Kraliçe Şehir olarak bahsetmişlerdir.