Araplar Research Papers - Academia.edu (original) (raw)
Aşiret örgütlenmesinin yoğun olduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin özellikle kırsal kesimlerinde bireyin sunumu üst kimlikler yoluyla gerçekleşir. Her ilin kendi ekseninde ve kültürel dokusunda inşa ettiği ve modern döneme intikal... more
Aşiret örgütlenmesinin yoğun olduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin özellikle kırsal kesimlerinde bireyin sunumu üst kimlikler yoluyla gerçekleşir. Her ilin kendi ekseninde ve kültürel
dokusunda inşa ettiği ve modern döneme intikal eden bu tür geleneksel yapılanmalar kentin ve toplumsal hayatın dokusu üzerinde önemli tesirler bırakabilmektedir. Bitlis ili kendi özelinde bu noktada önemli bir yere sahiptir. Her bir ilçesinde farklı etno-kültürel grupların oluşturduğu kümelenmeler kentin siyasetinden gündelik hayatına her alanda kendisini hissettirmektedir. Farklı ilçelerine
yayılan farklı etnik grupların kendi kültürel değerlerini sürdürdükleri Bitlis’te, bazı grupların daha
arkada planda kaldıkları görülmektedir. Özellikle Mutki ve Güroymak ilçelerinde önemli oranda nüfusa sahip Şego ve Bıdri aşiret üyeleri ilçelerin diğer sakinlerinden görünür bir şekilde farklılaşmaktadırlar. Sason bölgesinden Mutki ve daha sonra Hasköy ve Güroymak ilçelerine gelerek yerleşen
aşiret üyeleri kentin demografik yapısını etkilemeye devam etmektedirler
Varlıkların bir dili var. Keşfedilmeyi bekliyor. İnsanoğlu bugüne kadar birçok dili öğrendi, konuştu, yazdı, çizdi. Sinema insanoğlunun keşfettiği en önemli dillerden biri oldu. Sinemanın “bütün dilleri içinde barındıran kendine özgü bir... more
- by Erdal Yıldız
- •
- Kürtler, Türkler, Araplar
Melendiz Bölgesi, Roma ve Doğu Roma dönemlerine ait zengin yerleşim alanlarının yanında tahkimat merkezleriyle de çevrilidir. Öyle ki Kapadokya’da 7. yüzyılı izleyen ve üç yüzyıl boyunca süren Doğu Roma ile Araplar arasındaki savaşlarda... more
Melendiz Bölgesi, Roma ve Doğu Roma dönemlerine ait zengin yerleşim alanlarının yanında tahkimat merkezleriyle de çevrilidir. Öyle ki Kapadokya’da 7. yüzyılı izleyen ve üç yüzyıl boyunca süren Doğu Roma ile Araplar arasındaki savaşlarda Melendiz (Matmura) tampon bölgesi konumundadır. Bu savaşlarda Harun Er-Reşid ve oğlu Halife Me’mun Melendiz’e gelirler. Melendiz bölgesi bu sayede İslam dini ile ilk kez tanışır. Doğu Romalıların Melendiz ovasında kazandıkları bir savaş sonrası bölgedeki yerleşik Araplar çekilirler. Doğu Roma idaresindeki bölge, 12. yüzyılda Türklerin Anadolu’ya daimi yerleşimleri neticesinde Türk yurdu haline gelir. Dolayısıyla Melendiz bölgesi 12. yüzyıldan itibaren Türkmenlerin yurdu olur.
- by Mustafa Eryaman
- •
- Arapça, Bizans, Antik Yunan, Türk Yurdu
Türk Orduları tarafından Birinci Dünya Savaşı’nda dahi kaybedilmemiş vatan toprağı olan Musul Vilayeti toprakları, Mondros Mütarekesi sonrasında haksız ve hukuksuz olarak işgal edilmiştir. Sonrasında başlayan Milli Mücadele döneminde... more
Türk Orduları tarafından Birinci Dünya Savaşı’nda dahi kaybedilmemiş vatan toprağı olan Musul Vilayeti toprakları, Mondros Mütarekesi sonrasında haksız ve hukuksuz olarak işgal edilmiştir. Sonrasında başlayan Milli Mücadele döneminde Türk, Kürt ve Araplardan oluşan yerel halk, aşiretler ve bölgedeki Kuvâ-yı Milliye birlikleri, İngiliz işgaline karşı büyük bir direniş göstermiş ve işgalin sonlanması noktasında başarılar kazanmıştır. Fakat Türkiye’nin bölgeden ayrılması ile Musul Vilayeti, belirsiz ve karmaşık bir ortama sürüklenmiş; o tarihten günümüze kadar büyük güçler eliyle yönetilmeye ve şekillendirilmeye devam etmiştir.
“Yeni Belgeler Işığında Vazgeçilmeyen Topraklar Mîsâk-ı Millî II” kitabımızda, Mîsâk-ı Millî I kitabımızın konusu dışında kalan ve bugünkü Irak topraklarında bulunan Musul Vilayeti dâhilindeki sancaklar, kazalar ve nahiyeler ele alınmıştır.
Mîsâk-ı Millî’ye dâhil olan Musul, Kerkük, Süleymaniye ve Erbil şehirleriyle buraya bağlı birçok ilçe ve yerleşim yeri; tarihi, coğrafi, kültürel ve sosyal yönlerden incelenmiş; Milli Mücadele döneminde yerel halkın ve Kuvâ-yı Milliye birliklerinin İngiliz işgaline karşı verdiği mücadele kaynaklar ışığında anlatılmıştır.
Savaş öncesi yıllar aynı zamanda Hindistan’da ayaklanmaların ve İngiliz sömürge hükümetine karşı hoşnutsuzlukların su yüzüne çıktığı yıllardır ve İngiliz Hükümeti Hindistan’da en azından Müslümanları tarafına çekmek istiyordu. Zira 1857... more
Savaş öncesi yıllar aynı zamanda Hindistan’da ayaklanmaların ve İngiliz sömürge hükümetine karşı hoşnutsuzlukların su yüzüne çıktığı yıllardır ve İngiliz Hükümeti Hindistan’da en azından Müslümanları tarafına çekmek istiyordu. Zira 1857 yılındaki büyük ayaklanmadan itibaren Hindistan’daki karmaşanın bir türlü üstesinden gelinememişti. Bu nedenle İngiltere, Müslüman Hintli toplumu yatıştırarak bütünden ayırmak yönünde bir politika takip ediyordu ve hac ibadeti esnasında Hintli Müslümanların haklarını korumak için özellikle kapitülasyonların sağlamış olduğu tüm imtiyazları kullanmakta tereddüt etmiyordu. Öyle ki, I. Dünya Savaşı’nın başında Kızıldeniz’e koymuş olduğu abluka nedeniyle Hicaz topraklarında oluşan kıtlık, Hacıların Kutsal Topraklara ulaşımı ve hac sonrası geri dönüşleri ile ilgili olarak Hindistan Sömürge Bakanı’nın tavsiyesi ile hem Hicaz üzerindeki ablukayı gevşetmeye hem de hacıların ziyaretleri esnasında Kızıldeniz’den geçişlere müsaade etmeye karar vermiştir. İngiliz-Şerif Hüseyin teması da resmi olarak bu dönemde başlamıştır.
İttihat Terakki tarafından 1908 yılında Paşalık payesi verilerek Mekke Emirliğine atanan Hüseyin ile İngilizler arasındaki yazışmaların gerçekleştiği dönem aynı zamanda Osmanlı Devleti için bir ölüm kalım mücadelesi olan Çanakkale Deniz ve Kara Savaşlarının yaşandığı dönemdir. Şerif Hüseyin, şahsi hırsları doğrultusunda Osmanlı Ordularının ikmal hatlarını kesip İngilizlerin zaferi için çalışırken, Arabistan ve Anadolu’dan gelen ve bir daha geri dönemeyeceğini bilen binlerce Anadolu evladı, Halife Ordularında İngilizlere karşı bir varoluş ya da yok oluş mücadelesi veriyordu. Anadolu işgalinin önündeki son kale Çanakkale idi. Daha da ilginç olan şudur ki, 2 Kasım 1917 tarihinde ilan edilecek olan Balfour Deklarasyonu’ndan çok önce İngiliz Hükümeti Siyonistlerin Filistin’de bir İsrail Devleti kurmalarına rıza göstereceğini belli etmişti ve bir Yahudi Katır Birliği İngiliz Birlikleri ile birlikte Çanakkale’de Türk Ordusuna karşı çarpışıyordu.
ÖZET Eskişehir ili kırsalı etnik yapısına ilişkin olarak geçmişte birçok araştırma yapıldığını biliyoruz ancak bu bilgilerin büyük bir kısmı güncel etnik yapıyı ifade etmekten oldukça uzaktır. Türkiye'de köyden kente ve doğudan batıya... more
ÖZET Eskişehir ili kırsalı etnik yapısına ilişkin olarak geçmişte birçok araştırma yapıldığını biliyoruz ancak bu bilgilerin büyük bir kısmı güncel etnik yapıyı ifade etmekten oldukça uzaktır. Türkiye'de köyden kente ve doğudan batıya doğru göçün olanca hızıyla devam ettiği son 40-50 yılda etnik yapının takip edilemez bir değişim geçirdiği bilinen bir gerçek. Bu durumda bilgilerin güncellenmesi zarureti de ortada. Biz üzerinde çalıştığımız TÜBİTAK projesi kapsamında, konumuzla doğrudan ilgisi olması bakımından Eskişehir ili kırsalındaki etnik yapıyı 2013 yılı itibariyle tespit etmiş bulunmaktayız. Bu çalışmada, etnik yapıya ilişkin bütün veriler, bizzat alanda en yetkili muhatabından derlenerek elde edilmiştir. Köylerde özellikle muhtarlar, belediyelik yerlerde ise genellikle belediye yetkilileri ile görüşülmüş ve bilgilerin olabildiğince resmi makamlardan alınmasına özen gösterilmiştir. Elde edilen bu bilgiler, makalenin ana verisini oluşturmaktadır. Bu verilerden hareketle ilçelerin köy köy etnik yapıları ve hane sayıları çıkartılmış ve TUİK'ten alınan 2013 nüfusları eklenmiştir. Değerlendirme ve sonuç bölümünde etnik yapıya ilişkin toparlayıcı mahiyette tablo, şekil ve haritalar çıkarılmış ve değerlendirmeler yapılmıştır. ABSTRACT It is known that a lot of researches were done in the past about current ethnicity of Eskişehir country side but most of these information is too far from expressing the current ethnicity. It is a known fact that the ethnicity had a cannot be followed change in the last 40-50 years when the immigration has continued at full speed from villages to cities and from east to west. So it is clear that the information about ethnicity must be updated. In the sense that it is directly related to our study we confirmed the ethnicity of Eskişehir country side as of 2013 within the scope of TÜBİTAK project we are studying on. In this study, all of data about ethnicity were personally collected from the most competent answerer in the field. Especially mukhtars in villages and generally municipal officals in municipalities were interviewed and attention was paid to get information as far as from offical authorities. This obtained information is the basic data of this paper. Ethnicities and house numbers of townships were village by village derived from this data and 2013 populations from TÜİK were added. In evaluation and conclusion, the evaluations were performed by deriving tables, figures and maps in rallying nature.
- by Erdoğan BOZ
- •
- Tarih, Nüfus, Kabardian language, Eskişehir
Arap Yarımadasının büyük kısmı, Yavuz Sultan Selim’in 1517 yılında Mısır’ı fethinden sonra Osmanlı Devleti’nin topraklarına katılmış ve bu tarihten 1916 yılına kadar; Mısır’ın önce Napolyon Bonobart komutasındaki Fransızlar tarafından... more
Arap Yarımadasının büyük kısmı, Yavuz Sultan Selim’in 1517 yılında Mısır’ı fethinden sonra Osmanlı Devleti’nin topraklarına katılmış ve bu tarihten 1916 yılına kadar; Mısır’ın önce Napolyon Bonobart komutasındaki Fransızlar tarafından işgali (1798-1801) ve daha sonra 1882 yılında İngiltere tarafından ilhakı istisna olmak üzere: yaklaşık 400 yıl Osmanlı idaresinde kalmıştır. Arap yarımadasındaki Osmanlı varlığı I. Dünya Savaşı’nın ilk yıllarındaki isyan ile sona ermiştir.
Osmanlı Devleti’nin karşılaştığı son başkaldırı olan Arap isyanı, I. Dünya Savaşı’nın en zorlu günlerinde Çanakkale’de bir varoluş mücadelesi verilirken gerçekleşmiştir. İsyana Araplar bütün olarak destek vermemiştir. Buna karşın Arap yarımadasındaki Türk askerleri isyan nedeniyle önemli miktarda zarar görmüş ve zayiat vermiştir. Zikredilen durum siyasallaşan Arap milliyetçiliğinin de etkisiyle Cumhuriyet kurulduktan sonra Türk-Arap ilişkilerinde bir güvensizlik ortamı oluşturmuş, dönem dönem yakınlaşmalar sağlansa bile diplomatik ilişkiler tarihsel güvensizlik üzerinde şekillenen tereddütlü telakki nedeniyle uzun süre güven artırıcı temellerde yapılanma imkânından yoksun kalmıştır.
Öz Bu çalışma gerek Osmanlı dönemi gerekse de Türkiye Cumhuriyeti arşiv belgelerine sınırlı olarak yansıyan Şego ve Bıdri adlı iki Arap aşiretini tarihsel ve sosyolojik yönleri ile incelemeye odaklanmaktadır. Tarihsel kaynaklara... more
Öz Bu çalışma gerek Osmanlı dönemi gerekse de Türkiye Cumhuriyeti arşiv belgelerine sınırlı olarak yansıyan Şego ve Bıdri adlı iki Arap aşiretini tarihsel ve sosyolojik yönleri ile incelemeye odaklanmaktadır. Tarihsel kaynaklara bakıldığında Abbasi halifesi tarafından Anadolu'nun müslümanlaştırılması için günümüz Sason (Batman) bölgesine gönderildiği öne sürülen bu aşiretlerin Kral Tavit egemenliğine son vererek bölgedeki Ermenileri egemenlikleri altına almaları, Anadolu'ya geldikleri dönemde yazılı ve somut kültüre sahip olmayan bu aşiretlerin süreç içerisinde Ermeni kültüründen etkilenmelerine neden olmuştur. Osmanlı merkezileşme politikası neticesinde haberdar olunan bu aşiretlerin farklı etnik bir yapıya sahip olmaları onların bölgedeki diğer aşiretler ile ilişkilerinin yönünü tayin etmiştir. Bu bakımdan söz konusu aşiretlerin tarihleri, onları bölgedeki diğer aşiretlerden ayıran etno-kültürel ve kolektif kimlik yapıları ve devlet ile kurmuş oldukları ilişkiler bu çalışma kapsamında incelenmiştir. Anadolu'ya geldikten sonra Müslümanlar ile önemli oranda iletişimleri kesilen bu aşiretlerin, sadece egemenlikleri altına aldıkları Ermenilerle kültürel bir etkileşime girdikleri görülmektedir. Alan verileri dikkate alındığında dâhil oldukları Sason isyanlarından sonra göreceli olarak Cumhuriyet ile iyi ilişkiler geliştirdiği görülen bu aşiretlerin, aşiret bünyesinde kabul edilen koruculuk sistemine ek olarak devlet ile ilişkileri parti ve hükümet üstü algıladıkları görülmektedir. Araplık kimliği korunmakta ve gündelik ile resmi ilişkilerde bu kimlik bilinçli olarak ön plana çıkartılmaktadır. Ayrıca görüşmelerde devletin yanında olunduğu vurgusu ön plana çıkması çalışma bulguları açısından önem arz etmektedir. Ayrıca söz konusu aşiretlerde klasik aşiret yönetiminin değişmiş ve aşiret bünyesinde yeni öncü bir grubun öne çıktığı görülmektedir.. Nitel bir yöntem ile elde edilen bu çalışmanın verileri yaklaşık bir yıla yayılan sistematik gözlem notlarına ve Bitlis ili sınırları içinde ikamet eden aşiret üyesi toplamda 21 kişi ile yarı yapılandırılmış görüşme formu kullanılarak yapılan görüşme kayıtlarına dayanmaktadır. Anahtar sözcükler: Türkiye Arapları, aşiret kimliği, devlet ve aşiret, Bitlis Arapları, aşiret yapılanması. Abstract This study focuses on the Şego and Bıdri Arab tribes which were hardly reflected in the documents either during the Ottoman Empire or the Republic of Turkey in historical and sociological aspects. It has been claimed that these tribes had been sent to Anatolia by the caliphate of Abbasid to Islamise the region. They ended the sovereignty of King Tavit and dominated the Armenians living in the Sassoon region. However, these Arab tribes were influenced by the Armenian culture as they didn't have written and concrete culture when they came to Anatolia. Different ethnic
- by Deniz Aşkın
- •
- Etnografia, Aşiretler, Kültür, Araplar
- by Deniz Aşkın
- •
- Kültürel çalışmalar, Arabs, Bitlis, Araplar
Milletlerin sahip oldukları sosyal, kültürel ve ekonomik ortamlardan haberdar olmak medeniyetin gelişmesinde önemli dinamiklerdendir. Toplumların uzun süre tecrübe ederek oluşturdukları ve asırlar boyu hassasiyetle sürdürdükleri yönetim... more
Milletlerin sahip oldukları sosyal, kültürel ve ekonomik ortamlardan haberdar olmak medeniyetin gelişmesinde önemli dinamiklerdendir. Toplumların uzun süre tecrübe ederek oluşturdukları ve asırlar boyu hassasiyetle sürdürdükleri yönetim tarzları da ideal bir düzen oluşturma gayreti içerisinde olan insanlığın ortak miraslarıdır. Ayrıca bir toplumu anlamak ve hareket tarzını anlamlandırmak için onların sahip oldukları kültürel kodlardan haberdar olunmalıdır. İşte tam da bu konuda Temir’in yapmış olduğu çalışma bir boşluğu doldurur niteliktedir. Bu incelemede Hakan Temir'in Arap Yarımadası’nda Kabile Hayatı adlı eseri değerlendirilecektir.
- by Ümit Eskin
- •
- İslam Tarihi, Cahiliye, Araplar, Arabistan
The Arabs took their place in the Assyrian written documents and in the reliefs adorning the walls of the palaces. The fact that the Arabs were the subject of Assyrian resources was related to their control of one of the important trade... more
The Arabs took their place in the Assyrian written documents and in the reliefs adorning the walls of the palaces. The fact that the Arabs were the subject of Assyrian resources was related to their control of one of the important trade routes and having rich resources in terms of aramotics and camels. Assyrian kings tried to protect their interests in the Arabian Peninsula, sometimes through military expeditions and sometimes through political compromise. Although Assyria has gained superiority over Arabs through military expeditions, the geographical and climatic conditions of the region prevented Assyria from penetrating the region. Expeditions made by Assyria to the region could not go beyond extensive looting activities, as soon as the Assyrian army returned, the Arab tribes acted independently and took part in anti-Assyrian movements at the first opportunity they had. Assyrian sources contain important information about the political, economic and social life of Arabs, as well as their military and political relations between the Assyrian and Arab kingdoms. The Assyrian written documents are also the first written sources providing information about the history of Arabia.
Keywords: The Neo-Assyrian Empire, Arabs, Desert Nomads, Trade, War, Booty
I. Dünya Savaşı başladığında İngiltere, Kızıldeniz ve Basra Körfezi’nde tartışmasız bir üstünlüğe sahipti. İngiliz Donanması’nın Atlantik ve Hint Okyanusu’ndaki tartışmasız varlığı Kızıldeniz ve Basra’daki üstünlüğe eklendiğinde Güneye... more
I. Dünya Savaşı başladığında İngiltere, Kızıldeniz ve Basra Körfezi’nde tartışmasız bir üstünlüğe sahipti. İngiliz Donanması’nın Atlantik ve Hint Okyanusu’ndaki tartışmasız varlığı Kızıldeniz ve Basra’daki üstünlüğe eklendiğinde Güneye doğru tüm Afrika kıtası, çok az bir kısım hariç İngiliz denetimindeydi. Alman İmparatoru II. Wilhelm ve Alman Genelkurmayı İngiltere’nin Arap Yarımadası ve Afrika Kıtası’ndaki üstünlüğünü sona erdirmek için I. Dünya Savaşı öncesinde ve savaş esnasında, çeşitli girişimlerde bulundular. Alman harekâtlarının bazıları Osmanlı Devleti ile birlikte yapıldı fakat 1916 yılı başına kadar bu girişimlerin hiçbirinden istenilen netice elde edilemedi. Stotzingen Misyonu, Almanya’nın Arap Yarımadası ve Afrika’daki etkinlik teşebbüslerinin son halkasıdır.
Özet Arap yarımadasının büyük kısmı, Yavuz Sultan Selim’in 1517 yılında Mısır’ı fethinden sonra Osmanlı Devleti’nin topraklarına katılmış ve bu tarihten 1916 yılına kadar; Mısır’ın önce Napolyon Bonapart komutasındaki Fransızlar... more
Özet
Arap yarımadasının büyük kısmı, Yavuz Sultan Selim’in 1517 yılında Mısır’ı fethinden sonra Osmanlı Devleti’nin topraklarına katılmış ve bu tarihten 1916 yılına kadar; Mısır’ın önce Napolyon Bonapart komutasındaki Fransızlar tarafından işgali (1798-1801) ve daha sonra 1882 yılında İngiltere tarafından ilhakı istisna olmak üzere yaklaşık 400 yıl Osmanlı idaresinde kalmıştır. Arap yarımadasındaki Osmanlı varlığı I. Dünya Savaşı’nın başlarındaki isyan ile sona ermiştir. Osmanlı
Devleti’nin karşılaştığı son başkaldırı olan Arap isyanı, I. Dünya Savaşı’nın en zorlu günlerinde Çanakkale’de bir varoluş mücadelesi verilirken gerçekleşmiştir. İsyana Araplar bir bütün olarak destek vermemişlerdir. Buna karşın Arap yarımadasındaki Türk askerleri isyan nedeniyle önemli
miktarda zarar görmüşler ve zayiat vermişlerdir. Zikredilen durum siyasallaşan Arap milliyetçiliğinin de etkisiyle Cumhuriyet kurulduktan sonra Türk-Arap ilişkilerinde bir güvensizlik ortamı oluşturmuş, kimi dönemlerde yakınlaşmalar sağlanmış olsa bile diplomatik ilişkiler tarihsel güvensizlik üzerinde şekillenen tereddütlü telakki nedeniyle uzun süre güven artırıcı temellerde yapılanma imkânından yoksun kalmıştır.
"Britain’s Plot for Arab Revolt (1914-1918): The Revolt’s Reflections on
Republic Era Government Programs"
Abstract
Arabian peninsula was brought under Ottoman rule after the conquest of Egypt by Sultan Selim the Grim in 1517. From this date onward it was ruled by Ottomans about 400 years. The only exception of Ottoman rule, were Egypt’s invasion by French under Napoleon Bonaparte (1798-
1801) and later annexation by Britain in 1882. Ottoman existence in Arabian peninsula ended due to the revolts during the first years of World War First. Arab revolts were the last uprising against the Ottomans that they had to face with. The revolts were plotted during the most difficult days of World War First during the Dardanelles Wars, because of which Turkish soldiers confronted considerable losses and damages in Arabia. Therefore after the very foundation of Turkish Republic, World War First experiences, fueled by politicized Arabian nationalism also paved the
way to mistrust of Turkish decision makers. Despite a few periodical betterments of the relations between both sides due to hesitant approaches, for a long time it could not be possible to establish
mutual confidence building measures in diplomatic relations.
Savaş öncesi yıllar aynı zamanda Hindistan’da ayaklanmaların ve İngiliz sömürge hükümetine karşı hoşnutsuzlukların su yüzüne çıktığı yıllardır ve İngiliz Hükümeti Hindistan’da en azından Müslümanları tarafına çekmek istiyordu. Zira 1857... more
Savaş öncesi yıllar aynı zamanda Hindistan’da ayaklanmaların ve İngiliz sömürge hükümetine karşı hoşnutsuzlukların su yüzüne çıktığı yıllardır ve İngiliz Hükümeti Hindistan’da en azından Müslümanları tarafına çekmek istiyordu. Zira 1857 yılındaki büyük ayaklanmadan itibaren Hindistan’daki karmaşanın bir türlü üstesinden gelinememişti. Bu nedenle İngiltere, Müslüman Hintli toplumu yatıştırarak bütünden ayırmak yönünde bir politika takip ediyordu ve hac ibadeti esnasında Hintli Müslümanların haklarını korumak için özellikle kapitülasyonların sağlamış olduğu tüm imtiyazları kullanmakta tereddüt etmiyordu. Öyle ki, I. Dünya Savaşı’nın başında Kızıldeniz’e koymuş olduğu abluka nedeniyle Hicaz topraklarında oluşan kıtlık, Hacıların Kutsal Topraklara ulaşımı ve hac sonrası geri dönüşleri ile ilgili olarak Hindistan Sömürge Bakanı’nın tavsiyesi ile hem Hicaz üzerindeki ablukayı gevşetmeye hem de hacıların ziyaretleri esnasında Kızıldeniz’den geçişlere müsaade etmeye karar vermiştir. İngiliz-Şerif Hüseyin teması da resmi olarak bu dönemde başlamıştır. İttihat Terakki tarafından 1908 yılında Paşalık payesi verilerek Mekke Emirliğine atanan Hüseyin ile İngilizler arasındaki yazışmaların gerçekleştiği dönem aynı zamanda Osmanlı Devleti için bir ölüm kalım mücadelesi olan Çanakkale Deniz ve Kara Savaşlarının yaşandığı dönemdir. Şerif Hüseyin, şahsi hırsları doğrultusunda Osmanlı Ordularının ikmal hatlarını kesip İngilizlerin zaferi için çalışırken, Arabistan ve Anadolu’dan gelen ve bir daha geri dönemeyeceğini bilen binlerce Anadolu evladı, Halife Ordularında İngilizlere karşı bir varoluş ya da yok oluş mücadelesi veriyordu. Anadolu işgalinin önündeki son kale Çanakkale idi. Daha da ilginç olan şudur ki, 2 Kasım 1917 tarihinde ilan edilecek olan Balfour Deklarasyonu’ndan çok önce İngiliz Hükümeti Siyonistlerin Filistin’de bir İsrail Devleti kurmalarına rıza göstereceğini belli etmişti ve bir Yahudi Katır Birliği İngiliz Birlikleri ile birlikte Çanakkale’de Türk Ordusuna karşı çarpışıyordu.
Öz Eski devirlerden itibaren Umman Denizi'nin karşı kıyılarıyla ticaret geleneğini sürdürmek için Hindistan sahillerinde oturan Arap tüccarlar ile buralardan iktisadî, askeri vs. nedenlerle Arabistan'a gelip yerleşen kesimler; evlilik vb.... more
Öz Eski devirlerden itibaren Umman Denizi'nin karşı kıyılarıyla ticaret geleneğini sürdürmek için Hindistan sahillerinde oturan Arap tüccarlar ile buralardan iktisadî, askeri vs. nedenlerle Arabistan'a gelip yerleşen kesimler; evlilik vb. yollarla yakın bir ilişki içerisindeydiler. Dolayısıyla Araplar, İslâm'a girdikten sonra tebliğ ve fetih gibi ulvî gayeleri de ekleyerek yabancısı olmadıkları bu coğrafyaya gazaya çıkmışlardır. İndus Nehrine dayanan akınlarını İslâm devletinin hudutlarının hızla genişlediği Hz. Ömer, Osman ve Ali dönemlerinde sürdürmüşlerdir. Batıda Bizans karşısında ilerlerken doğuda da hareketli birliklerle taarruzlarını; Hint alt kıtasındaki tarihî bölgede yani bugünkü Pakistan'ın Sind (Sindh) eyaletinde Karaçi (Dibal) ve civarında yoğunlaştırmışlardır. 659'larda Kîkan Dağlarına ulaşan Müslümanlar; zaferlerinin tadını çıkaramadan Hz. Ali'nin şehadet haberiyle harekât üssü Mekran'a dönmüşlerdir. Sızma harekâtı ve yıpratma savaşları tarzındaki başarıların yanı sıra belli oranda Sind Bölgesinin fethedilip yollarının kontrol altına alınmasıyla, Hint alt kıtasına İslâm'ın yayılmasının önündeki engeller kaldırılmıştır. Hulefâ-yi Râşidîn Döneminde, ihtiyat terkedilmeksizin bahsedilen yerlerin; birer İslâm beldesi olma sürecinin ve Muhammed b. Kasım'ın başarılarının zemini hazırlanmıştır. Abstract Since the ancient times, in order to continue the tradition of trade in the opposite shores of the sea of Oman, Arab merchants who were living in Indian shores were in close contact like marriage, similar to those that had moved in Arabia due to economic, military and similar needs. After accepting Islam, Arabs who aimed adding conquest and reporting to their goals in these geographical areas that were not unfamiliar to them, were directed and turned to Gaza. The expansion of Islamic state along the flow of the river Indus continued during the caliphs Umar, Uthman and Ali. While they were fighting against the Byzantine Empire in the west, they concentrated their attacks on Karachi (Dibal) and vicinity which is in the state of Sindh in Pakistan now with active mobile troops in the east. In the 659's, Muslims, who climbed to the Mount Kikan (Kaikan), without being able to enjoy the victory with the news of the death of Ali the Caliph, turned to Makran, the operation centre. Successes with cohesive unit and exhausting wars, the seizure of a substantial part of the environment of Sindh and holding control in their hands helped to remove the obstacles against the spread of Islam in the sub-Indian continent. At the time of Hulefa Rashid, the process of these regions' becoming Islamic locations and the background of the success of Mohammad b. Kassim were prepared.