Amerika Birleşik Devletleri Research Papers (original) (raw)

• ABD uzun süredir çok sayıda yaptırım programı uygulamaktadır. • Geçmişte nispeten çok başarılı olmayan yaptırımların etkisi, eski ABD Başkanı Clinton döneminde uygulanmaya başlanan akıllı yaptırım mekanizmaları ile artmıştır. • Akıllı... more

• ABD uzun süredir çok sayıda yaptırım programı uygulamaktadır. • Geçmişte nispeten çok başarılı olmayan yaptırımların etkisi, eski ABD Başkanı Clinton döneminde uygulanmaya başlanan akıllı yaptırım mekanizmaları ile artmıştır. • Akıllı yaptırımların üç ana bileşeni vardır; belirlenen amaçlar çerçevesinde yaptırım kapsamına alınan sektörler (mallar), yaptırım kapsamında hedef alınan gerçek ve tüzel kişiler ve küresel finans ağının kullanılarak yaptırım etkinliğin artırılması. • Rusya CAATSA akıllı yaptırım kategorisinde olup 3 sektör ve 84 firma hedeflenmiş ve küresel finans sistemi ile yaptırım mekanizması güçlendirilmiştir. • Yakın dönemde ABD Başkanı Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile gerçekleştirdiği görüşmelerden çıkan mesajlar CAATSA’nın Türkiye’ye uygulanmasında ılımlı bir rota izleneceği düşündürmektedir.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’nin eğitim amacı ile en çok öğrenci gönderdiği ülkelerden birisidir. Bu nedenle, bu araştırmada Amerika Birleşik Devletleri’nin eğitim sistemi incelenmiş ve bazı özellikleri bakımından Türkiye’nin... more

Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’nin eğitim amacı ile en çok öğrenci gönderdiği ülkelerden birisidir. Bu nedenle, bu araştırmada Amerika Birleşik Devletleri’nin eğitim sistemi incelenmiş ve bazı özellikleri bakımından Türkiye’nin eğitim sistemi ile kıyaslanmıştır. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’ne doktora için giden öğrencilerin maliyeti çok dikkat çekicidir. Üniversitelere ödenen yüksek harçlar nedeniyle, lisansüstü öğrenim gören bir öğrencinin yıllık ortalama maliyeti 25,000- 30,000 ABD Doları olduğu belirtilmektedir. Bu meblağ ile Türkiye’de 146 okul öncesi, 52 ilköğretim, 37 ortaöğretim, 21 lisans, 10 lisansüstü ve 7 yükseköğretim öğrencisi eğitim alabilmektedir. Türkiye bütçesine bu derece yük getiren bir durumun, daha dikkatli incelenmesine ihtiyaç bulunmaktadır.

Teknolojik ilerlemelere bağlı ve hızla gelişen bir alan olarak yapay zekâ (YZ), uluslararası güvenlik ve politika ile ilgili gelişmelere önemli etkilerde bulunmaktadır. Bu etkinin temel nedeni devletlerin YZ alanı ile ilgili olarak ortaya... more

Teknolojik ilerlemelere bağlı ve hızla gelişen bir alan olarak yapay zekâ (YZ), uluslararası güvenlik ve politika ile ilgili gelişmelere önemli etkilerde bulunmaktadır. Bu etkinin temel nedeni devletlerin YZ alanı ile ilgili olarak ortaya çıkan teknolojik gelişmeleri, sert güçlerini (hard poer) artırmaya yönelik bir fırsat olarak görmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede devletler YZ yönetimine ilişkin faaliyetlerini, özellikle istihbarat toplama ve analiz etme, yeni lojistik imkanları yaratma, siber uzay operasyonları geliştirme ve yönetme, geçmişe kıyasla çok daha sofistike askeri silah türleri üretme amaçları doğrultusunda planlamaya gayret göstermektedirler. YZ uygulamalarının yeni nesil bir güvenlik ve sert güç enstrümanı olarak kullanılmasına yönelik planlamaların öncülüğünü ise sahip oldukları teknolojik imkanlar ve ekonomi gelişmişlik düzeyleri kapsamında Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) ve Rusya Federasyonu (RF) yapmaktadır. Bu doğrultuda ABD, RF, ÇHC arasında YZ sektörünün bir sert güç, güvenlik ve istihbarat enstrümanı olarak kullanılmasına yönelik rekabet süreçleri, doğrudan uluslararası sistemi de etkilemektedir. Belirtilen hususlar dahilinde bu makalede temel olarak YZ yönetimine ilişkin planlamaların uluslararası güvenlik üzerine etkileri değerlendirilecektir. Bu kapsamda devletlerin YZ yönetimi ile ilgili temel yaklaşımlarının uluslararası güvenliğe etkileri, güç dengesi, uluslararası rekabet süreçleri ve güvenlik ikilime (security dilemma) kavramları kapsamında realist bir bakış açısıyla analiz edilecektir. Çalışmanın sonuç bölümünde ise konu ile ilgili bir gelecek perspektifi ortaya konmaya çalışılacaktır.

Afrika Dosyası: ABD-Afrika İlişkileri başlıklı editöryal dosyamızda 10 makale bulunmaktadır. Editör: Hasan Aydın Yazarlar: Muhammed Salih Demirtaş, Hasan Aydın, Neslihan Bayramoğlu, Begüm Gün, Gözde Söğütlü, Tuğrul Oğuzhan Yılmaz, Osman... more

Bu çalışmada; çağdaş Amerikan eğitimine ve okul sosyal hizmetine etki eden demografik, politik ve sosyal eğilimlere yer verilmiştir. Bu bağlamda; ABD’de çocuk ve gençlerin karşılaştıkları problemler ele alınacak olup ABD’de eğitimin genel... more

Bu çalışmada; çağdaş Amerikan eğitimine ve okul sosyal hizmetine etki eden demografik, politik ve sosyal eğilimlere yer verilmiştir. Bu bağlamda; ABD’de çocuk ve gençlerin karşılaştıkları problemler ele alınacak olup ABD’de eğitimin genel yapısı hakkında kısaca bilgi verilecektir. Okul sosyal hizmetinin ABD’deki tarihsel gelişiminden bahsedilecek ve ABD’deki okul sosyal hizmet uygulamalarına değinilecektir.

Uluslararası İlişkiler Teorileri Temel Kavramlar Kitap Bölümü

ÖNSÖZ 11 Eylül 2001’den itibaren ABD’nin küresel ve bölgesel politika-sında meydana gelen farklılaşmalar ve buna bağlı olarak önce Afga-nistan’ın, arkasından Irak’ın işgali ile gerek bölgesel politikada ge-rekse global politikada meydana... more

ÖNSÖZ
11 Eylül 2001’den itibaren ABD’nin küresel ve bölgesel politika-sında meydana gelen farklılaşmalar ve buna bağlı olarak önce Afga-nistan’ın, arkasından Irak’ın işgali ile gerek bölgesel politikada ge-rekse global politikada meydana gelen köklü değişiklikler çalışmanın hazırlanmasında belirleyici motivasyon unsurları olmuştur.
Özellikle Soğuk Savaş sonrası Orta Doğu ve global politikada ya-şanan hızlı değişim, uluslararası ilişkiler ve dünya politikasını biraz daha anlaşılmaz ve grift hale getirmiştir. Çalışma okuyucuya geçmişi ve günümüzü anlamak ve geleceği yorumlamak konusunda derinlik kazandırmayı amaçlamaktadır. Çalışmada Orta Doğu’nun gerçeği ve Amerikan dış politikasının temel parametreleri ortaya konmuştur Bu bağlamda özellikle Irak işgali, İran’a yönelik Amerikan politikası ve olası gelişmeler tartışılmaktadır.
Çalışmada hem ABD’nin hem de geçmişten günümüze tüm glo-bal güçlerin bölgeye ilişkin politikalarında oldukça belirleyici bir rol oynayan petrol faktörü gerek Irak sürecini gerekse İran’a yönelik olası müdahaleyi açıklamada da temel alınması gereken bir unsur olarak dikkate alınmıştır. Bu çerçevede ABD’nin açıklanmayan enerji politikası, petrolün çok uluslu şirketler tarafından ele geçirilmesi, Amerikan şirketlerinin bölgedeki ayrıcalık kapma yarışında oynadık-ları rol, OPEC ve sonrasında petrolün dünya politikasında ve Ame-rikan askeri stratejisindeki yeri ve önemi tartışılmaktadır. Çalışma-da özellikle Irak ve İran’ın siyasal ve toplumsal yapıları, istikrarsız-lık unsurları, bölgesel güvenlik sorunları, geçmişten günümüze glo-bal güçlerle ilişkileri, ABD’nin bölgeye yönelik politikaları, bu politi-kalarda belirleyici olan dinamikler, İran Devrimi ve devrim sonrası İran’ın bölge ülkeleriyle ilişkileri, bu arada İran-Irak Savaşı, Irak’ın Kuveyt’i işgali ve sonrası, Irak’ın kitle imha silâhları ve ambargo, bölgedeki Amerikan askerî varlığı ve Amerikan politik ve ekonomik çıkarları ve Irak’ın işgali ve yeniden yapılandırma süreci, Kürt soru-nu ve temel dinamikleri ve bölge ülkelerinin soruna yaklaşımları çalışmanın kapsamı çerçevesinde irdelenmekte ve tartışılmaktadır.
Çalışmanın hazırlanması sırasında her zaman olduğu gibi bu defa da pek çok meslektaşımın ve arkadaşımın yardımlarını gördüm. Hep-sinin burada adını saymak belki mümkün olmayabilir. Ancak özellik-le asistan arkadaşlarım Dr. Veysel Ayhan ve Ferhat Pirinççi’nin katkı ve yardımlarını zikretmem gerekir. Tüm çalışmalarımda oldu-ğu gibi bu çalışmamda da beni sürekli teşvik eden ve gerekli çalışma ortamını hazırlayan eşime ve çocuklarıma da elbette şükran borçlu-yum. Ayrıca yaklaşık on beş yıldır tüm çalışmalarımı büyük bir titiz-likle baskıya hazırlayan ve yayınlayan değerli dostum Alfa Basım Yayım Dağıtım’ın sahibi M. Faruk Bayrak’a ve kardeşleri sevgili Vedat ve Ali Bayrak’a teşekkür etmek istiyorum . Doğal olarak ça-lışmanın bütün eksiklikleri ve kusurları bana aittir.
Prof. Dr. Tayyar ARI
Ocak 2007

Federal yapılı devletleri dünyada temsil eden en büyük iki ülke Amerika birleşik devletleri ve Rusya Federasyonudur. Tarihleri, sosyolojik yapıları, nüfusları ve yönetim biçimleri birbirinden çok farklı olan bu iki ülkenin ortak yanı olan... more

Federal yapılı devletleri dünyada temsil eden en büyük iki ülke Amerika birleşik devletleri ve Rusya Federasyonudur. Tarihleri, sosyolojik yapıları, nüfusları ve yönetim biçimleri birbirinden çok farklı olan bu iki ülkenin ortak yanı olan “federalizm” yapıları da birbirinden farklılık göstermektedir. Bu farklılığın en temel sebebi ise iki ülkenin tarihinde yatmaktadır. Rusya Federasyonu imparatorluk geleneği olan bir devlet olması ve büyük bir toprak parçasına yayılması ile bilinirken, Amerika birleşik devletleri eski bir koloni ülkesi olması ve bir devrim ile bağımsızlığını kazanması ile bilinir. Bu makalemizde ki amacımız birbirinden çok farklı yapılara sahip bu iki ülkenin Federal sistemlerinin karşılaştırılarak ortak ve zıt olan yönlerini ortaya çıkarmaktır.

Uluslararası Politik Ekonomi alandaki en ihtilaflı konulardan biri Amerikan hegemonyasının 20.yüzyılın son çeyreğinden itibaren zayıflaması olgusu ve bu süreçle paralel giden başta Çin olmak üzere uluslararası sistemde yükselen güçler... more

Uluslararası Politik Ekonomi alandaki en ihtilaflı konulardan biri Amerikan hegemonyasının 20.yüzyılın son çeyreğinden itibaren zayıflaması olgusu ve bu süreçle paralel giden başta Çin olmak üzere uluslararası sistemde yükselen güçler fenomenidir. Doğrusu ihtilaf bu iki sürecin gerçekleşip gerçekleşmediği üzerine olmaktan ziyade 1 ; bu sürecin uluslararası rejim, uluslararası sistem, güç dağılımı ve çatışma dinamikleri üzerindeki implikasyonlarına ilişkindir. Bu değerlendirme yazısında bahsi geçen süreçler betimlenecek ve bu süreçlerin çeşitli implikasyonları Joseph Nye 2 , John J. Mearsheimer 3 ve John Ikenberry'nin 4 bazı çalışmaları ve " Mearsheimer vs. Nye on 'The Rise of China and Possibility of a Great Power War " başlıklı video etrafında tartışılacaktır.

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Karadeniz’e ilgisi kuruluşundan hemen sonra başlamıştır. İlk yıllarda Karadeniz, ABD için askerî olmaktan daha çok ticari öneme sahipti. I. Dünya Sa-vaşı’na savaşın başlangıcından üç yıl sonra katılan... more

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Karadeniz’e ilgisi kuruluşundan hemen sonra başlamıştır. İlk yıllarda Karadeniz, ABD için askerî olmaktan daha çok ticari öneme sahipti. I. Dünya Sa-vaşı’na savaşın başlangıcından üç yıl sonra katılan ABD, Osmanlı Devleti’ndeki mevcut misyoner mülk ve varlıklarını koruyabilmek için Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmedi. Hatta savaş devam ederken 1917 yılı sonunda Başkan Wilson’un onayı ile Osmanlı Devleti’nin İttifak Bloğu’ndan koparak ayrı barış imzalaması dü-şünüldü. Bu teşebbüs İngiltere ve ABD’deki Siyonistlerin engelle-mesi nedeniyle başarıya ulaşamadı. Mondros Mütarekesi imza-landıktan sonra Bağlaşıklar İstanbul’a büyükelçi ataması yapma-dılar. Çünkü Osmanlı Devleti’ni nasıl bir sonun beklediğine henüz karar verilmemişti. Bağlaşıkların ardından ABD, Tuğamiral M. Lambert Bristol’u İstanbul’a atadı ve daha sonra Bristol’a Yüksek Komiser görevlendirmesi yapıldı. Millî Mücadele süresince Bris-tol’un ABD’ye gönderdiği raporlar, Yakın Doğu dış politikasının şekillenmesinde belirleyici oldu.

Sungur Savran: ABD Kongresi'nin basılmasının anlamı Özgür Öztürk, Pandemide ve Sonrasında Kapitalizm Volkan Sakarya, Marx’ın ekoloji anlayışı ve ekolojik kriz 3: Marx’ın koloji anlayışının siyasi içerimleri Kurtar Tanyılmaz,... more

25 Kasım 1956 sabaha karşı, içinde Fidel, Raul, “Che”, Camilo, Juan Almeida dahil 82 devrimciyi taşıyan emektar “Granma” teknesi Meksika sularından ayrıldı. Tekne açık sularda yol almak için yetersizdi. 30 Kasım’da “Santiago de Cuba”... more

25 Kasım 1956 sabaha karşı, içinde Fidel, Raul, “Che”, Camilo, Juan Almeida dahil 82 devrimciyi taşıyan emektar “Granma” teknesi Meksika sularından ayrıldı. Tekne açık sularda yol almak için yetersizdi. 30 Kasım’da “Santiago de Cuba” kıyılarına varmaları gerekiyordu. Fakat yükü nedeniyle çok ağır seyrediyordu. Bu yüzden çıkartma ile eşgüdümlü başlaması gereken ayaklanma yarım kaldı. Plan açığa çıkmıştı. 2 Aralık gece yarısı Granma karaya oturdu. Yardım botu su aldığından mühimmatın bir kısmını çıkarabildiler. Üçüncü gün kuşatılmışlardı. Yoğun bombardıman altında dağıldılar. Yirmi biri orada hayatını kaybetti ve büyük kısmı ele geçirildi. Tekrar bir araya gelmeyi başardıklarında 12 adam ve sadece 7 silahları vardı. Fidel perişan durumdaki adamlarına baktı ve şöyle dedi: “İşte şimdi savaşı kazandık!”. Raul, yıllar sonra, o an abisinin delirdiğini düşündüğünü itiraf edecektir.

Günümüz sistem yapısının karmaşıklığı elbette ki geçmişle bağlantılı ve bir şekilde devamı gibi gelmektedir. Çalışmanın ana konusu Ekim 1962 tarihli Küba Krizi'nin hegemonya yarışı bağlamında değerlendirilmesi ve diplomasinin yükselişinin... more

Günümüz sistem yapısının karmaşıklığı elbette ki geçmişle bağlantılı ve bir şekilde devamı gibi gelmektedir. Çalışmanın ana konusu Ekim 1962 tarihli Küba Krizi'nin hegemonya yarışı bağlamında değerlendirilmesi ve diplomasinin yükselişinin en üst düzey olduğu 1945 sonrası diplomasinin kazandığı en büyük ve kesin zaferlerden olan Küba'yı stratejik hegemon diplomasisi bağlamında incelemeye çalıştım. Bir gece yarısı dünya yok olabilirdi lakin diplomasi etkisini hissettirmeseydi. Hegemon devlet olma mücadelesi ve hırsı buna sebep olabilirdi. Küba bir dünyaya mal olabilirdi. Zafer için kelime belliydi; diplomasi.

Devletler Özel Hukuku dersi kapsamında sunum olarak hazırlanan çalışmada, Amerika Birleşik Devletler vatandaşlığının kazanılması halleri incelenmiştir. Birleşik Devletler Anayasasında yer alan vatandaşlık ile ilgili bölümler... more

Devletler Özel Hukuku dersi kapsamında sunum olarak hazırlanan çalışmada, Amerika Birleşik Devletler vatandaşlığının kazanılması halleri incelenmiştir. Birleşik Devletler Anayasasında yer alan vatandaşlık ile ilgili bölümler çalışmada verilmiş olup vatandaşlığın sonradan kazanılması yöntemlerinden “Green Kart Uygulaması” ve “Çeşitlilik Göçmen Vize Programı(DV-2016)” ele alınmıştır.

Bu çalışmada, ABD’nin Donald Trump dönemindeki Afrika politikası değerlendirilmektedir. Çalışmanın arka planını, Trump’ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’ın 2018 yılının sonunda Heritage Foundation’da açıkladığı “Afrika... more

Bu çalışmada, ABD’nin Donald Trump dönemindeki Afrika politikası değerlendirilmektedir. Çalışmanın arka planını, Trump’ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’ın 2018 yılının sonunda Heritage Foundation’da açıkladığı “Afrika Stratejisi” oluşturmaktadır. Bu kapsamda, söz konusu stratejide ortaya konulan “ticaretin arttırılması, dış yardımlarda seçici davranılması, terörle etkili bir şekilde mücadele edilmesi ve Çin gibi rakip aktörlerin dengelenmesi” hedeflerinin başarılı olup olmadığı sorgulanmaktadır. Çalışma boyunca, Trump yönetiminin Afrika politikası selefleri George W. Bush ve H. Barack Obama yönetimleriyle ve kıtadaki en nüfuzlu dış aktörlerden biri olan Çin’le kıyaslanmaktadır. Çalışmada varılan nihai nokta, ABD’nin Donald Trump döneminde ilan edilen Afrika stratejisindeki hedeflerinin bir kısmına göreceli olarak ulaşılsa da, genel anlamda arzu edilen başarının yakalanamadığıdır.

Radyo ve televizyon yayıncılığının sınırları aşan bir nitelik kazanması, bu alanda bazı hukukî düzenlemelerin yapılması gereğini ortaya çıkarmıştır. Nitekim, kamu hizmeti niteliği taşıyan radyo ve televizyon yayınlarında “kamu yararı”nın... more

Radyo ve televizyon yayıncılığının sınırları aşan bir nitelik kazanması, bu alanda bazı hukukî düzenlemelerin yapılması gereğini ortaya çıkarmıştır. Nitekim, kamu hizmeti niteliği taşıyan radyo ve televizyon yayınlarında “kamu yararı”nın gözetilmesi gerekmektedir. Bu gereklilik, günümüzde görsel ve işitsel yayın hizmetlerinin yayın sonrası olmak kaydı ile denetimini zorunlu hâle getirmektedir. Öte yandan, günümüzde özellikle radyo ve televizyon yayın hizmetlerine uygulanan sıkı denetimin, düşüncelerin serbestçe iletilebilmesi bakımından düşünce ve ifade hürriyeti ile çeliştiği de görülmektedir. Ancak, bir taraftan da bu hürriyetin sorumsuzca kullanılması hâlinde, kamu düzeni ve genel ahlâkın bozulacağı, özellikle de ayırt etme yeteneği henüz gelişmemiş çocukların ve/veya gençlerin gelişimine zarar verileceği ihtimali, bu hürriyete de bir sınır getirilmesi gerekliliğini gündeme getirmektedir. Zira, yayıncının yalnızca izlenme oranı kaygısıyla yaptığı şiddet ve müstehcen içerikli yayınlardan görece savunmasız izleyicilerin nasıl etkileneceği önemli bir soru işaretidir. Görsel -işitsel yayın hizmetlerinin denetlenmesi hususunda ABD, Japonya ve Rusya’daki hukuki mevzuatı ve mevcut durumu irdelemeyi amaçlayan bu çalışmada, öncelikle denetim kavramı tanımlanmakta, görsel-işitsel yayın hizmetlerinde denetim olgusunun gerekliliği ortaya konmaktadır. Çalışma kapsamında Avrupa kıtası dışında yer alan görece üç büyük ülke (ABD, Japonya ve Rusya) üzerinde ayrı ayrı durulmaktadır. Söz konusu ülkeler, AB ülkelerine nazaran görsel-işitsel yayın politikalarını inceleyen araştırmalara daha az konu olmaları nedeniyle tercih edilmişlerdir. Betimsel nitelikteki bu çalışma, konu ile ilgili yapılacak araştırmalar için bir temel oluşturma niteliği taşımaktadır.

Ölme Hakkı isimli bu kitap, yaşama hakkına yüklenen dini ve ahlâki değerleri tartışmaya açarak yirminci yüzyılın yükselen değeri özerkliğin, yaşama hakkını sınırlayan bir hak olup olamayacağını sorgulamaktadır. Dini bakış açısı “yaşamın... more

Ölme Hakkı isimli bu kitap, yaşama hakkına yüklenen dini ve ahlâki değerleri tartışmaya açarak yirminci yüzyılın yükselen değeri özerkliğin, yaşama hakkını sınırlayan bir hak olup olamayacağını sorgulamaktadır. Dini bakış açısı “yaşamın kutsallığından”, klasik laik bakış açısı “yaşamın dokunulmazlığından” söz ederek yaşama hakkından kişinin kendi iradesi ile vazgeçmesini reddederler. Kişinin yaşamına özgür iradesi ile son verebileceğini savunan tez ise “yaşamın niteliği”ni temel alır; bu teze göre, yaşam, katlanılmaz hale geldiğinde terk edilebilecek bir şeydir. Tıp bilimi ve kullandığı teknoloji modern insana yaşamı uzatabilme olanaklarını sunmuştur, fakat diğer yandan bazı durumlarda ölüm uzun ve acılı bir bekleyiş haline gelmiştir. Bu tür olaylarda, hasta, yaşamının bu son bölümünde dayanılmaz acılara katlanmak zorunda kalmakta, yakınlarının ya da hastane personelinin bakımına muhtaç olmakta, zevk aldığı şeyleri yapamaz hale gelmekte ve yaşamına anlam kazandıran hemen her şeyden mahrum olmaktadır. Bu ölümü bekleyiş sürecine hastanın müdahale etme, diğer bir deyişle kendi kaderini veya ölümünü belirleme hakkının olup olmadığı son otuz yıldır Batı’nın gündeminde yer alan bir tartışma konusudur. Bu çalışma, söz konusu tartışmayı Türkiye’ye taşımakta, hem yaşam ve ölüme ilişkin etik değerlerdeki hem de ötanaziye ilişkin normatif alandaki değişimi Türk okuyucusuna sunmaktadır.
Bugün dokunulmaz olarak kabul ettiğimiz yaşam, kişinin kendisi tarafından terk edilebilir mi? Kişi, pek çok alanda sahip olduğu ya da sahip olmak için mücadele verdiği özgürlük ve haklarına; yaşam kalitesinin çok düştüğü, acı çektiği, tıbbın olanaklarının tükendiği bir noktada ölme hakkını neden ekleyememektedir? Yaşam, dini ve toplumsal bir değerden çok, kişinin özerk bir biçimde karar vermesi gereken bir konu değil midir? Kişinin kendi bedeni ve yaşamı üzerinde ne kadar özerkliği vardır? Belli bazı hastalıklarda hasta tedaviye devam etmek zorunda mıdır? Yaşamı uzatmayı sağlayan solunum ya da beslenme araçları gibi yaşam destekleyici araçlar devreden çıkarılabilir mi? Hasta ölümün kendiliğinden gerçekleşmesini beklemeksizin öldürülmeyi talep edebilir mi ya da kendisi bilinçsiz durumda ise yaşamının sonuna ilişkin bu kararı başkaları verebilir mi? Tüm bu sorulara kişisel özerklik ekseninde cevap aranmaktadır. Batı’da bazı ülkelerde kabul edilen ötanazi uygulamaları bu çerçevede örneklenmektedir.

Çevrilen makale Amerika Birleşik Devletleri merkezli araştırma ve politika geliştirme kuruluşu olan Rand Corpartion’un üyeleri James Dobbins, Gabrielle Tarini ve Ali Wyne tarafından Eylül 2020 tarihinde hazırlanan The Lost Generation in... more

Çevrilen makale Amerika Birleşik Devletleri merkezli araştırma ve politika geliştirme kuruluşu olan Rand Corpartion’un üyeleri James Dobbins, Gabrielle Tarini ve Ali Wyne tarafından Eylül 2020 tarihinde hazırlanan The Lost Generation in American Foreign Policy başlıklı ve How American Influence Has Declined, and What Can Be Done About It alt başlıklı çalışmanın bir parçasıdır. Çeviriye grafik ve tablolar dahil edilmemiş, çeviride ana fikrin verilmesine odaklanılmıştır. Makaleyi değerlendirirken yazıldığı dönemin ABD Başkanlık seçimlerine giden dönemi kapsadığı unutulmamalıdır. Zira bu yorumla raporun aslında dönemin ABD Başkanı Donald Trump ile ilgili de önemli kısımları olduğu fark edilebilir.

Ekonomik refah seviyesinin yüksek olduğu ülkelerde ortalama ömür 80 yaşın üzerine çıkmaktadır. Fakat dünya üzerinde öyle yerler bulunmaktadır ki burada yaşayan insanlar kendi ülkesinin ortalama ömründen daha da uzun yaşamaktadır. Bu... more

Ekonomik refah seviyesinin yüksek olduğu ülkelerde ortalama ömür 80 yaşın üzerine çıkmaktadır. Fakat dünya üzerinde öyle yerler bulunmaktadır ki burada yaşayan insanlar kendi ülkesinin ortalama ömründen daha da uzun yaşamaktadır. Bu insanların dünya üzerinde yaşadığı yerler Mavi Bölgeler olarak bilinir. Mavi Bölgeler tabiri, ilk kez Dan Buettner'ın insanların ortalamadan çok daha uzun yaşadığını iddia ettiği yerleri tanımlamak için kullanılmıştır. Bu terim ilk defa National Geographic dergisinin Kasım 2005 sayısında "Uzun Yaşamın Sırları" başlığı altında yayınlanmıştır. Buettner, dünya üzerinde 5 bölge belirler ve buraları "Mavi Kuşak Bölgeleri" diye adlandırır.

11 Eylül olayları bir “paradigma” değişimine yol açmış mıdır? Uluslararası sistem açısından, 11 Eylül “yeni bir milat” mı yoksa Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra oluşan yeni dünya düzeninin kendi içindeki bir “kırılma noktası”... more

11 Eylül olayları bir “paradigma” değişimine yol açmış mıdır? Uluslararası sistem açısından, 11 Eylül “yeni bir milat” mı yoksa Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra oluşan yeni dünya düzeninin kendi içindeki bir “kırılma noktası” mıdır? Yeni dünya düzenindeki yeri tam olarak ortaya konamayan 11 Eylül 2001 tarihi, 15. yıldönümü geride bırakılırken,
uluslararası sistem açısından tek başına bir analiz konusu olmayı hak ediyor. Bu çalışmamızda 11 Eylül’ün dünya politikasında yarattığı büyük etkiyi sorgulayacak, bir “paradigma değişimi” yaşayıp yaşamadığımızı tartışacak ve kabuk değiştiren “uluslararası sistemin tanımının nasıl yapılması gerektiği” sorusuna yanıt arayacağız.

28 Mart 1928 Varşova/Polonya doğan ve 2017 hayata gözlerini yuman Zbigniew Kazimierz Brzezinski yaşamının sadece 6 yılı Beyaz Saray’da güvenlik bürokrasisinde, geri kalanı üniversitelerde geçen bir akademisyendir. Buna rağmen dünyayı... more

28 Mart 1928 Varşova/Polonya doğan ve 2017 hayata gözlerini yuman Zbigniew Kazimierz Brzezinski yaşamının sadece 6 yılı Beyaz Saray’da güvenlik bürokrasisinde, geri kalanı üniversitelerde geçen bir akademisyendir. Buna rağmen dünyayı değiştirmeyi, Amerikan politikasını şekillendirmeyi amaçlayan Brzezinski akademik dünyada çalışmaktan öte bildiklerini politikaya yansıtarak ABD’nin geleceğinde söz sahibi olmak istemiştir.
Bu yola çıktığında 1950’li yıllardaki yüksek lisans ve doktorası esnasında Sovyetler Birliği üzerine çalışan Brzezinski sonraki yıllarda da çalışmalarına bu yönde devam etmiştir. Bu dönem itibarıyla Brzezinski ilk etapta SSCB’yi tanımak ve tanıtmak üzere Carl Friedrich ile birlikte totaliterlik teorisini geliştirmiş ve bu çalışmasıyla SSCB’nin iç ve dış dinamikleri ile hassas ve güçlü taraflarını tespit etmiştir. 1960’lı yıllarda barışçıl katılım (peaceful engagement) stratejisi üzerinde çalışmıştır. 1970’li yıllara gelindiğinde ise dünyanın bir teknolojik devrim geçirdiği tespitinde bulunan Brzezinski ABD ile diğer devletler arasında makasın açıldığına dikkat çekmiştir. Ayrıca Brzezinski yine aynı yıllarda kuzey-güney ilişkilerinde yaşanan problemleri aşmak üzere ABD, Japonya ve Avrupa’nın ortak çalışmasını önermiştir.
Fikirlerine destek bulmak için ise 1960 yılında Harvard’dan Columbia Üniversitesine geçtikten sonra New York’ta etkili kurum, kuruluş ve kişilerle temasla medyanın da sayesinde tanınırlığı artmıştır. Ayrıca Brzezinski bu yıllardan itibaren demokrat başkan adaylarının seçim kampanyalarında görev almıştır. 1973 yılında David Rockefeller ile birlikte Üçlü Komisyonu kurmuş ve burada Georgia Senatörü Jimmy Carter ile ilişkisini geliştirmiştir. Carter başkan seçildikten sonra da başkanın Milli Güvenlik Danışmanı olarak görev yapmıştır.
Brzezinski’nin çalışmaları ve düşünceleri incelendiğinde temel amacının Amerikan üstünlüğünün sağlanması olduğu görülecektir. Bu hususa ilişkin görüşlerini ise iki safhada açıklamıştır. Soğuk Savaş dönemi ve Soğuk Savaş sonrası dönem. Soğuk Savaş döneminde ABD üstünlüğünün sağlanması amacıyla Sovyetlerin dağılmasını sağlayacak politikalara destek vermiştir. SSCB’nin yıkılması üzerine ise Amerikan üstünlüğünün nasıl sürdürebileceği üzerine görüşlerini açıklamıştır. Bu kapsamda ABD’nin dünyada liderlik rolünü üstlenmesi gerektiğini ifade eden Brzezinski, bu rolün, tek taraflı politikalar izlemeksizin, müttefik ve diğer dost devletlerle ittifaklar gerçekleştirilmesi yoluyla icrasını savunmuştur.

Soğuk Savaş sonrası dönemde iki kutuplu sistemin sona ermesi ve uluslararası sistemin yapısında meydana gelen güç değişimiyle beraber yeni aktörler ve yeni tehditler ortaya çıkmıştır. Sistemde tek kutuplu yapıdan çok kutuplu yapıya doğru... more

Soğuk Savaş sonrası dönemde iki kutuplu sistemin sona ermesi ve
uluslararası sistemin yapısında meydana gelen güç değişimiyle
beraber yeni aktörler ve yeni tehditler ortaya çıkmıştır. Sistemde tek
kutuplu yapıdan çok kutuplu yapıya doğru geçiş yaşanırken,
ekonomide neoliberal ideoloji belirleyici olmuş, güvenlik alanında ise
Batı ittifakı örgütleri tarafından belirlenen normatif çerçevede sistem
yeniden inşa edilmiştir. Büyük durgunluk olarak adlandırılan 2008
küresel ekonomik krizi aktörler arasındaki güç dağılımında meydana
gelen değişim ve sistemin aksaklıklarını göz önüne çıkarmıştır. Bu
bağlamda Çin, ABD’nin karşısındaki yeni rakip güç olarak ortaya
çıkmış ve bu yükselişin uluslararası sistemde bir değişime neden olup
olamayacağı sorgulanmaya başlanmıştır. Çin, ABD’ye rakip güç olarak
konumlanıp sistem içerisinde önemli bir aktör haline gelirken
ABD’den farklı yöntemler kullanmaktadır. Çin, Şangay İşbirliği
Örgütü, ASEAN (Güneydoğu Asya Uluslar Birliği) örgütü gibi bölgesel
örgütler çerçevesinde etkinliğini arttırırken, Kuşak ve Yol Projesi gibi
projelerle pek çok ülkeyi finanse etmekte, yaptığı ikili ve çok taraflı serbest ticaret antlaşmalarıyla bölgesel işbirliği ağını
genişletmektedir. Bu makalenin amacı, ABD ve Çin rekabeti
çerçevesinde uluslararası sistem içerisinde yaşanan değişimi ele
almaktır. Bu çerçevede Çin’in başarısını sınırlandıran siyasi, askeri,
ekonomik ve kültürel faktörler neorealist kuram çerçevesinde ele
alınacaktır. Çalışmada metodolojik çoğulculuk ve tarihsel
karşılaştırmalı araştırma yöntemleri kullanılarak nitel bir çalışma
yapılmıştır.

Kapitalist sistemin çok ciddi iç çelişkilere sahip olmasına karşın nasıl tüm dünyada hâkim bir ekonomik sistem olarak varlığını sürdür-meyi başardığını sorguladığı eseri “Hapishane Defterleri”nde Gramsci, hegemonyanın esasen bir ekonomik... more

Kapitalist sistemin çok ciddi iç çelişkilere sahip olmasına karşın nasıl tüm dünyada hâkim bir ekonomik sistem olarak varlığını sürdür-meyi başardığını sorguladığı eseri “Hapishane Defterleri”nde Gramsci, hegemonyanın esasen bir ekonomik yapı tarafından belirle-nen üretim yönteminin doğurduğu toplumsal gruplardan, egemen olanın diğer grupların da rızasını elde ederek kurguladığı “tarihsel blok”tan kaynaklandığını iddia etmiştir. Robert Cox gibi neo-Gramşi-yan düşünürler tarafından Uluslararası İlişkiler disiplinine de uygula-nan bu anlayış çerçevesinde uluslararası düzendeki hegemonyanın, bir devlet içerisinde yer alan egemen toplumsal sınıfın değerlerinin uluslararasılaşması yoluyla gerçekleştiği belirtilmiştir. Hegemon devlet de esasen bu egemen sınıfın çıkarlarının tezahüründen ibarettir. Büyük ölçüde 17. yüzyılda Birleşik Eyaletler ile başladığı kabul edilen kapitalist dünya hegemonyası, 19. yüzyılda İngiltere’ye geçerek daha da yaygın bir hal alarak, güç kazanmış, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ise gerek iktisat politikasında gerekse üretim yönteminde getirdiği yeniliklerle dünyanın en büyük kapitalist ülkesi haline gelen Amerika Birleşik Devletleri’ne geçmiştir. 1970’li yılların başında ve 2000’li yılların sonunda yaşanan ekonomik krizlere ve 2000’li yıllarda Çin Halk Cumhuriyeti, Almanya ve Hindistan gibi devletler ile AB ve BRICS gibi ulus üstü aktörlerin meydan okumalarına karşın Amerika hegemonyasını günümüze kadar devam ettirmeyi başarmıştır. Ancak tüm bu gelişmeler Amerikan hegemonyasının geleceğinin daha yüksek bir sesle sorgulanmaya başlanmasına neden olmuştur. Bu çerçevede çalışmada, ABD’nin hegemonyasının geleceği Gramşiyan perspektif çerçevesinde değerlendirilmeye çalışılacaktır

Amerika Birleşik Devletleri Yeknesak Arabuluculuk Kanunu (Uniform Mediation Act; kısaca UMA) adlı bu Kanunun çevirisine geçmeden önce, Kanun ile ilgili olarak genel bilgi vermekte yarar vardır. Şöyle ki: Tüm arabuluculuk faaliyetlerine... more

Amerika Birleşik Devletleri Yeknesak Arabuluculuk Kanunu (Uniform Mediation Act; kısaca UMA) adlı bu Kanunun çevirisine geçmeden önce, Kanun ile ilgili olarak genel bilgi vermekte yarar vardır. Şöyle ki: Tüm arabuluculuk faaliyetlerine uygulanabilecek olan Amerika Birleşik Devletleri Yeknesak Arabuluculuk Kanunu (Uniform Mediation Act; kısaca UMA); tarafların, tarafsız katılımcıların ve arabulucuların görüşmeleri nasıl kullanabilecekleri konusunda kesin hükümler içeren yasal bir düzenlemedir. UMA, Yeknesak Eyalet Kanunlarına İlişkin Ulusal Komisyon Üyeleri Konferansı (The National Conference of Commissioners on Uniform State Laws; kısaca NCCUSL) olarak da bilinen Yeknesak Hukuk Komisyonu (The Uniform Law Commission; kısaca ULC) tarafından hazırlanmış ve 10-17 Ağustos 2001 tarihinde onaylanarak, bu Kanun’un tüm ABD eyaletlerinde kanunlaştırılması tavsiye edilmiştir.

Mayıs başı itibariyle 3 milyonu aşkın kişiyi enfekte eden ve 200 bini aşkın kişinin ölümüne neden olan Kovid-19 salgını karşısında izlediği tavırdan dolayı Çin, gerek Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin gerekse diğer ülkelerin tepkisini... more

Mayıs başı itibariyle 3 milyonu aşkın kişiyi enfekte eden ve 200 bini aşkın kişinin ölümüne neden olan Kovid-19 salgını karşısında izlediği tavırdan dolayı Çin, gerek Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin gerekse diğer ülkelerin tepkisini çekmiştir. Neden olarak; hastalığın Çin’in Vuhan bölgesinde ortaya çıkması ve Çin’in gerekli tedbirleri alma yönünde yavaş davranması gösterilmektedir. ABD Başkanı Donald Trump’ın Pekin yönetimini eleştiren ağır sözleri Çin hükümeti tarafından öfke ile karşılanmıştır. Öte yandan ABD, salgının yayılmasında üzerine düşen görevi etkin bir şekilde yürütemediğini iddia ettiği Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün Çin’e karşı fazla yumuşak davrandığını ve bundan dolayı yapılan maddi katkıların askıya alınacağını duyurmuştur.