Kültür Sosyolojisi Research Papers - Academia.edu (original) (raw)
Bu makale, genel anlamda din ve kültür ilişkisini sosyolojik bir bakışla incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışma boyunca din ve kültür olgusu, sosyolojik bir çerçevede açıklandıktan sonra, her iki olguya ait temsillerin birbirleriyle olan... more
Bu makale, genel anlamda din ve kültür ilişkisini sosyolojik bir bakışla incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışma boyunca din ve kültür olgusu, sosyolojik bir çerçevede açıklandıktan sonra, her iki olguya ait temsillerin birbirleriyle olan ilişkileri ve grift durumları anlaşılmaya çalışılmaktadır. Bu çalışmada, din ve kültür tanımları, salt özcü bir yaklaşımla ele alınmamakta, daha çok, özcü ve sosyal inşacı yaklaşımların bir sentezinden faydalanılarak, bu iki kavram tanımlanmaktadır. Din ve kültür olgusunun maddi ve manevi unsurlarının dışavurumları, örneklerle gündelik hayatın içinden gösterilmekte ve aynı anda söz konusu iki olgunun karşılıklı ilişkilerinin yoğunluğu netleştirilmektedir. Örneğin; mimari, giyim-kuşam, sanat, eğlence, yemek ve ölüm-cenaze gibi unsurlar üzerinden din ve kültür ilişkisi somutlaştırılmaktadır. Tartışılan konu açısından ön plana çıkan iki sorun vardır: Birincisi, inanç ve kültür unsurlarının iç içe geçmiş olmalarıdır. İkincisi ise, söz konusu iki kavramın temsillerini birbirinden ayırt etme güçlüğüdür. Bu iki problem, din ve kültür ilişkisini bir dönüşüme dâhil ederek esasında senkretik bir durum oluşturmuştur. Bu anlamda iki kavram da birbirlerine kıyasla iki toplumsal görüngü olarak aynı değerde ön plana çıktığı görülmüştür. Çalışmanın bilimsel literatüre katkısı, din sosyolojisi açısından kültür ve din ilişkisine ve onun temsilleriyle hangi tür örneklerle görülebileceğine dair somut bir katkıdır. Ayrıca genel anlamda bilimsel literatürde tartışılan din ve kültür olgusunun kavramsal çıkmazları bazı değerlendirmelerimizle yorumlanarak bu anlamda yapılan tartışmalara kapı aralamaktadır. Sonuç olarak din ve kültür ilişkisi kavramsal, teorik ve somut örneklerle açıklanmaya ve anlaşılmaya çalışılmıştır.
- by Ali Tanrıverdi and +1
- •
- Din Sosyolojisi, İnanç, Kültür, Kültür Sosyolojisi
Müzik sanatının üretimi ve alımlanmasına ilişkin süreçler, içinde bulunduğumuz Endüstri 4.0 gibi terimlerle ifade edilen dijital dönüşüm çağında değişime uğrayıp, artırılmış gerçeklik gibi bir dizi terim yardımıyla açıklanmaya başlayarak,... more
Müzik sanatının üretimi ve alımlanmasına ilişkin süreçler, içinde bulunduğumuz Endüstri 4.0 gibi terimlerle ifade edilen dijital dönüşüm çağında değişime uğrayıp, artırılmış gerçeklik gibi bir dizi terim yardımıyla açıklanmaya başlayarak, elektronik bazlı bir ses dünyası inşa etmeye başlamıştır. Bu çerçevede bu çalışmanın amacı, müziğin üretim ve alımlanma aşamalarına nüfuz eden dijital dönüşümü analiz etmektir. Bu doğrultuda, niteliksel araştırma yöntemleri kullanılarak yürütülen çalışmada, müziğin üretimiyle ilgili olarak beste ve icralarında dijital teknolojileri kullanan yedi müzisyen ile derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Elektronik bazlı müzik bestecileri ve icracılar arasında, bilgisayar ya da ‘laptop müzisyeni’, ‘ses kütüphanesi kullanıcısı’, ‘DJ’ gibi kendi içlerinde, eğitim ekollerinden bağımsız bir mesleki farklılaşma ortaya çıkması ve bu müzisyenlerin önceki kuşak müzisyenlerden farklı olarak çeşitli yeni medya mecralarını etkin kullanmaları, çalışmanın müziğin üretimindeki dönüşümlere ilişkin temel bulguları arasında yer almaktadır. Sonuç olarak müziğin üretiminde, arka planda ritim, tempo, gam kullanımını ayarlayan ‘insansı özellikleri’ artmış besteleme programları, müzisyeni adeta robotik özellikleri artan bir insana yakınsatmaktadır.
Yaygın ve etkin bir iletişim aracı olarak sinema, teknolojinin hızı ve küreselleşme olgusu ile birlikte yaygınlığını arttırmakta ve etki alanını genişletmektedir. Küresel yapılanmaya direnen yerel kültürler, başta sinema olmak üzere... more
Yaygın ve etkin bir iletişim aracı olarak sinema, teknolojinin hızı ve küreselleşme olgusu ile birlikte yaygınlığını arttırmakta ve etki alanını genişletmektedir. Küresel yapılanmaya direnen yerel kültürler, başta sinema olmak üzere kendilerini ifade etmek için özgün ve özerk mecralar aramaktadırlar. Bir yanda güçlü bir yapının çekiciliği, diğer yanda ise kendi gibi olma dürtüsü bu süreci yarışçıl ve zorlu kılmaktadır. Günümüzde mikro ve makro ölçekteki yerel direnişler ve eklemlenmeler, akademinin de önemli bir çalışma sahası haline gelmiştir.
- by Ozgur Yilmazkol and +2
- •
- Türk Sineması, Kültür Sosyolojisi
“İnsanlar babalarından çok, zamanlarının çocuklarıdır.” Marc Bloch Lübnanlı, Hristiyan-Arap kökenli bir aileye mensup olan Amin Maalouf, yirmi yedi yılını Lübnan’da geçirmiş, 1976’da iç savaş sonrası ise Fransa’ya yerleşerek burada... more
“İnsanlar babalarından çok, zamanlarının çocuklarıdır.” Marc Bloch
Lübnanlı, Hristiyan-Arap kökenli bir aileye mensup olan Amin Maalouf, yirmi yedi yılını Lübnan’da geçirmiş, 1976’da iç savaş sonrası ise Fransa’ya yerleşerek burada Ölümcül Kimlikler eserini kaleme almıştır. Kendisini yarı Fransız, yarı Lübnanlı olarak görmeyen Maalouf, kimliğin bölmelere ayrılamayacağını, onun yarımlardan, üçte birlerden ne de kuşatılmış diyarlardan oluşamayacağını ifade etmektedir. Bu sebeple kendisini çok kimlikli olarak değil, bütün ögelerden oluşmuş tek bir kimliğe ait olarak görmektedir. Bu çok yapılı aidiyetleri tek bir biçimselliğe sığdırmaya çalışan anlayışları ise, kimlik ve aidiyet kavramlarını merkeze alarak sormaktadır: “Kendimden bir parçayı kesip atmış olsaydım, daha mı gerçek olurdum?”
Özet Eğitim programlarının oluşturulması sürecinde sosyal kökenlerin göz ardı edilmesi ve çokkültürlü eğitim modellerinin referans olarak alınmaması hem eğitimdeki başarısızlıkları tetikleyerek fırsat eşitliği ilkesini gölgede bırakmakta... more
Özet Eğitim programlarının oluşturulması sürecinde sosyal kökenlerin göz ardı edilmesi ve çokkültürlü eğitim modellerinin referans olarak alınmaması hem eğitimdeki başarısızlıkları tetikleyerek fırsat eşitliği ilkesini gölgede bırakmakta hem de mevcut toplumsal eşitsizliklerin süregelmesine neden olmaktadır. Literatürde "kültürel farklılıklar" kuramı olarak ifade edilen bu bakış açısına göre öğrencilerin eğitimdeki başarısızlıkları kültürel yoksunluktan değil, egemen kültürden farklı bir kültüre sahip olmalarından kaynaklanır. Bu çalışma, kültürel farklılıkların başarıdaki eşitsizlikleri belirleyen bir etken olup olmadığını, sürecin aktörleri diğer bir deyişle süreci deneyimleyen ve gözlemleyen öğretmenler üzerinden ele almaktadır. Bu amaç doğrultusunda Hakkâri/Yüksekova'da görev yapan 17 öğretmenle derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Veriler, içerik analizi yöntemiyle çözümlenmiştir. Sonuç olarak öğretmenler, eğitim sisteminden (sık sık öğretmen değişmesi, öğretmen açığı, mesleki tecrübe eksikliği, materyal yetersizliği ve imkânların sınırlılığı gibi) ve toplumsal yapıdan (ataerkil düzen, cinsiyet ayrımcılığı, çokeşlilik ve kalabalık hanelere sahip olma gibi) kaynaklanan sorunların yanı sıra dil ve etnik aidiyet farklılığının da bir kültürel farklılık olarak öğrencinin eğitim başarısını etkilediğini ifade etmiştir.
Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi'ne aittir. Yazılı izin alınmadan ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve dağıtımı yapılamaz.
Türkiye’de bir siyasi partinin “bozkurt”u siyasi arma olarak kullanması, onun tarihi ve kültürel değerini değiştiremez. Bu nedenle “bozkurt” hakkında araştırma yapmak ve yapanı o parti ile ilişkilendirmek doğru değildir. Türkiye’de... more
Türkiye’de bir siyasi partinin “bozkurt”u siyasi arma olarak kullanması, onun tarihi ve kültürel değerini değiştiremez. Bu nedenle “bozkurt” hakkında araştırma yapmak ve yapanı o parti ile ilişkilendirmek doğru değildir.
Türkiye’de bazıları tarafından Amerika yerlilerinin aslen nereli olduğu tartışılsa da dünyada yapılan önemli araştırmalara göre Amerika yerlilerinin Asyalı olduğu kabul edilmiştir. Bundan dolayı artık Amerika yerlilerinin nereli olduğu tartışılmıyor. Ancak ne zaman nasıl geldikleri ve gelirken neler getirdikleri araştırmacıların ilgisini çekmeye devam ediyor.
As it perceived as a threat to national stability, the initial general approach to the phenomenon of cultural diversity in Western countries was within the framework of assimilationist policies that imposed (state-mandated) the dominant... more
As it perceived as a threat to national stability, the initial general approach to the phenomenon of cultural diversity in Western countries was within the framework of assimilationist policies that imposed (state-mandated) the dominant culture and denied cultural differences, but after the increasing opposition to these policies, multiculturalist practices started to emerge in some countries as an approach to recognizing cultural differences. In recent years, there have been some debates on different platforms that multiculturalist practices in Western countries have failed, and so instead of this approach, it is argued that interculturalism, which emphasizes dialogue and interaction between different cultural groups, should be adopted. Especially within the focus on immigrants, this study aims to evaluate the current debates around these two approaches and to make a critical analysis of whether multiculturalism is a failed state policy or not. In accordance with this purpose, it focuses on the problematic evaluations in the analyses made in the relevant scientific literature.
The general failure of assimilation policies in the Western countries and the growth in the demand for recognition from different people whose identity is ignored have enabled the continuation of various debates within the... more
The general failure of assimilation policies in the Western countries and the growth in the demand for recognition from different people whose identity is ignored have enabled the continuation of various debates within the multiculturalism as an identity politics. Considering the approaches advocating multiculturalism, it is seen that libertarian and communitarian approaches are brought forward as two dominant approaches. While the libertarian approach gives priority to individual rights, the communitarian approach argues that the priority should be given to community and group rights. Both approaches base their claims on different reasons in this context. In this study, firstly, it will be emphasized why identity has become such a foreground nowadays, then it will be focused on the relationship between this and multiculturalism in the context of libertarian and communitarian approaches, and the main paradoxes in these approaches. So, it is aimed to contribute to the scientific literature on this subject by making a unique evaluation in a critical perspective on the dominant in multiculturalism. As the libertarian approach in terms of multiculturalism has included various paradoxes, such as over identification basic human principles like equality and freedom as individual-centered to liberalism and criticism of higher social formations at this point, the communitarian approach that places community and group identities to forefront, and ignores individual differences among them has also various paradoxes in itself.
Tunceli’nin her yeri kültür veya kültür tarihi araştırması yapanlar için özel imkânlar ve kültür unsurları sunmaktadır. Hozat’ta karşılaştığımız en ilginç durum at başlı mezar taşlarının, bizim araştırmamıza kadar koç başlı mezar... more
Tunceli’nin her yeri kültür veya kültür tarihi araştırması yapanlar için özel imkânlar ve kültür unsurları sunmaktadır.
Hozat’ta karşılaştığımız en ilginç durum at başlı mezar taşlarının, bizim araştırmamıza kadar koç başlı mezar taşları olarak bilinmesi ve kilimlerde kullanılan damgaların yöreye ait olduğunun ifade edilmesiydi.
Geleneğin temsilcisi olan insanların, geleneksel usullerle meydana getirdikleri belgeler, okumuşların belgelerine göre tarihi süreci ve otantik kültürü daha sağlıklı ifade ederler. Bu nedenle geleneğin önemli temsilcileri olan etnografya eserlerinden mezar taşları, halı, kilim ve benzerleri, kültür tarihi araştırmalarında en otantik belgeler olarak araştırmacıları beklemektedir.
1- GİRİŞ İlk Osmanlı tarih yazıcılarından Aşıkpaşazade, özellikle 13. ve 14.yy’larda Anadolu’nun teşkilatlı bir toplum şemasına işaretle, dört önemli zümrenin isimlerini zikreder. Bunlar; Gaziyan-ı Rum, Ahiyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum ve... more
1- GİRİŞ
İlk Osmanlı tarih yazıcılarından Aşıkpaşazade, özellikle 13. ve 14.yy’larda
Anadolu’nun teşkilatlı bir toplum şemasına işaretle, dört önemli zümrenin isimlerini
zikreder. Bunlar; Gaziyan-ı Rum, Ahiyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum ve Bacıyan-ı Rum
zümreleridir.1 Gaziyan-ı Rum, Anadolu’da daha çok uç bölgelerde kafire karşı cihad yapan
zümreyi, Ahiyan-ı Rum, tarikat ehli ile de, gazilerle de sıkı münasebetleri olan zanaatkar
zümreyi, Abdalan-ı Rum, Anadolu’nun göçebe ve sivil topluma hitabeden tarikatların
mensubu olan dervişler zümresini ve Bacıya-ı Rum’da, bu dervişler zümresinin kadınlar
kısmını teşkil ederler.
- by Mehmet Anık and +1
- •
- Sociology, Economic Sociology, Sociology of Culture, Youth Studies
Bu makalede 1930-1939 yılları arasında Türkiye’de basılmış olan “Adab-ı Muaşeret” kitapları değerlendirilmiştir. Öncelikle adab-ı muaşeret kitapları etrafında gündeme getirilebilecek belli başlı sorunsal alanları sıralanmış ve bu... more
Bu makalede 1930-1939 yılları arasında Türkiye’de basılmış olan “Adab-ı
Muaşeret” kitapları değerlendirilmiştir. Öncelikle adab-ı muaşeret kitapları etrafında gündeme getirilebilecek belli başlı sorunsal alanları sıralanmış ve bu çerçevede sorulabilecek sorular örneklenmiştir. Bu bölümde yer yer bu literatürü değerlendirirken kullanılabilecek olası teorik çerçevelere de değinilmiştir. Bu bölüm vasıtasıyla adab-ı muaşeret literatürünün ne kadar geniş bir araştırma olanağı açtığı gösterilmeye çalışılmıştır. Ardından adab-ı muaşeret kitapları genel
özellikleri açısından tanıtılmış ve gruplanmıştır. Bu gruplama çerçevesinde kamusal yaşamda disiplini vurgulayan, kurallarda belirsiz noktalara değinmeyen, hayatın getirdiği gerçek olasılıklara yer bırakmayan ve öğretici ya da emredici bir üslûp kullanan, tartışmaya kapalı “ideal” kitapları ile yine orta sınıf bir okuru hedefleyen ve yine günlük yaşamın olağan etkinliklerine ağırlık veren, ancak
kurallardaki tartışmalı noktalara ve günlük hayatta karşılaşılabilecek hakiki aksaklık ve pürüzlere değinen ve okurla dostane bir üslûpta konuşan “tecrübe” peşindeki kitaplar ayrıştırılmıştır. Sonuçta da erken Cumhuriyet döneminde adab-ı muaşeret anlayışını ayıran temel çizginin resmiyet, eksiksiz bir denetim ve mükemmel bir özdenetim olduğu vurgulanmıştır. Bunun nüfusun geniş kesimlerini değilse de belli bir uyarlamadan geçerek, kentli orta sınıfları etkileyebileceği tespit edilmiştir. Böylece kitaplar aristokratik ayrıcalıklara dayalı
veya züppelikle birleştirilen ‘aşırı’ ince bir adaptan çok, orta sınıfa özgü sade bir yaşam biçimini öne çıkarmaktadır.
Fotoğraflar geçmişteki yaşanmışlıkların kaydedilmesini sağlayan görsel verilerdir. Geçmişin bir izdüşümü olarak fotoğraflar, kültürel değerlerin bireyler arası aktarımında ve toplumsal hafızanın inşa edilmesinde etkilidir. Bir... more
Fotoğraflar geçmişteki yaşanmışlıkların kaydedilmesini sağlayan görsel verilerdir. Geçmişin bir izdüşümü olarak fotoğraflar, kültürel değerlerin bireyler arası aktarımında ve toplumsal hafızanın inşa edilmesinde etkilidir. Bir toplumun gelenek, görenek, örf ve adetlerini kapsayan ve toplumsal kimliğin oluşmasını sağlayan kültürel bellek, geçmişteki kültürel temsillerin toplamından oluşmaktadır. Kültürel bellek fotoğraflar aracılığıyla geçmişi şimdiye yansıtır ve toplumların kültürel değerleri normalleştirmesini sağlar. Fotoğraf kültürel belleğin devamlılığını ve kuşaklar arası aktarımını sağlayan bir araçtır. Vernakular fotoğraflar olarak adlandırılan aile fotoğrafları ve stüdyo fotoğraflarının yanı sıra arşiv fotoğrafları veya haber fotoğrafları da kültürel belleğin inşa edilmesinde ve toplumlar tarafından kalıcı hale getirilmesinde görsel bir kayıt aracı olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada Assmann’ın kültürel bellek kuramı ile fotoğraf arasındaki ilişki kurulacak, fotoğraf kültürel bellek bağlamında incelenecektir. Çalışmada kültürel belleğin fotoğraftaki temsillerini incelemek ve fotoğrafların kültürel belleğin aktarımındaki rolünü kavramak amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kültürel Bellek, Toplumsal Kimlik, Fotoğraf.
Batılılaşma, modernleşme, "kültür değişmesi", imparatorluk bakiyesi üzerinde ulus-devlet inşâsı... bu kabil büyük dönüşümlerin zihinlerde açtığı derin yaralar, yarattığı muğlaklıklar, ikircimler, yarımlıklar, kifayetsizlikler var.... more
Batılılaşma, modernleşme, "kültür değişmesi", imparatorluk bakiyesi üzerinde ulus-devlet inşâsı... bu kabil büyük dönüşümlerin zihinlerde açtığı derin yaralar, yarattığı muğlaklıklar, ikircimler, yarımlıklar, kifayetsizlikler var. Türkçede "iyi" edebiyatın, ancak bu zaaflarla yüzleşen, bunları bizzat yazma tecrübesine içselleştirmekten kaçmayan yazarlarca ortaya çıkabildiğini anlatıyorsun Kör Ayna, Kayıp Şark"ta. Peki, bu "iyi" edebiyatın, Türkiye"de hiç değilse okur-yazar nüfusun söz konusu zaaflarla yüzleşebilmesinde ne kadar etkisi olabildi sence? Olamadıysa neden? Müfredatın ve gûya-kanonik edebî "töre"nin körleştirici etkisinden mi, eleştirinin yetersizliğinden mi, okur kamuoylarının şuursuzluğundan mı? okuma alışkanlık Şimdi ve bundan sonra ne denli etkili olabilir? Öncelikle edebiyattan, ya da iyi edebiyattan diyelim, toplumsal beklentilerimizin çok yüksek olmaması gerekir. Ya da "yüksek" demeyelim de, iyi yapıtların etkisinin çok hızlı ya da yaygın olmasını bekleyemeyiz. Çünkü iyi edebiyat, açmazların bilgisidir. İçsel çatışmalarla, içsel gelgitlerle, endişe yaratan içeriklerle, hatta çoğu zaman doğrusu olmayan yanlışlarla uğraşır. İşini açmazların üzerine gidebildiği için, tereddüt edebildiği için, bunun dilini bulabildiği için iyi yapar. Ama edebiyatı bir kez böyle tanımlayınca, etkisinin de sınırlı olacağını, en azından yavaş olacağını kabul etmiş oluruz. Edebiyat tek tek insanlar üzerinde derin etkiler bırakır
Batılı teorilerin Batı dışı sosyal yapıları açıklamaları mümkün olmadığı gibi böyle beklenti, bilimi kutsallaştırmaktan başka bir şey değildir. Evrimci ve yayılmacı kültür teorileri ile damgaların tarihî seyir içinde gösterdiği... more
Batılı teorilerin Batı dışı sosyal yapıları açıklamaları mümkün olmadığı gibi böyle beklenti, bilimi kutsallaştırmaktan başka bir şey değildir.
Evrimci ve yayılmacı kültür teorileri ile damgaların tarihî seyir içinde gösterdiği kararlılık/değişmezlik izah edilemez. Çünkü Türkler, yüzyıllarca Çin, Slav ve Fars halklarıyla aynı coğrafya yan yana veya bir arada yaşamışlar ve yaşamaktalar.
Bir çok kültür unsuru, özellikle geleneksel kültür unsurları tarihi ve dini köklerinden dolayı muhafazakârlığı ve kutsallığı barındırırlar.
In recent years, the conflicts in different parts of the world that have been caused by cultural, religious, ideological or ethnic differences are not merely unique problems to today’s societies. Looking from past to present, it is often... more
In recent years, the conflicts in different parts of the world that have been caused by cultural, religious, ideological or ethnic differences are not merely unique problems to today’s societies. Looking from past to present, it is often possible to encounter such conflicts in both Western and Oriental societies. Following the declaration of the Canadian government as an official state policy at the beginning of the 1970s, multicultural policies as an expression of the search for peaceful coexistence with differences has led to many debates, particularly political and academic. Although multiculturalism expresses a peaceful search for cultural diversity in modern political conception, it is possible to say that cultural diversity is not only specific to modern times, but also more foreground in some respects before the nation-states. In this study, the example of Andalusia will be analyzed in this context. Because Andalusia is not just a region or state, but also a culture and a civilization that shows examples of different tongues, religions, ethnicities and cultures that can live together peacefully. The political and sociological dimension of this historical situation in the Andalusian civilization, where differences from different civilization basins are seen as elements of social wealth, not conflict, will form the main content of this work.
Binlerce yıllık Türk kültürünün bilgi ve birikiminin taşıyıcısı olan ve ayrıca Türk dünyasının ortak mirası olan Dede Korkut / Korkut Ata, bütün dünyada Türklüğün en önemli simgelerinden biridir. Ayrıca günümüzde Türk dünyasının “bilge... more
Binlerce yıllık Türk kültürünün bilgi ve birikiminin taşıyıcısı olan ve ayrıca Türk dünyasının ortak mirası olan Dede Korkut / Korkut Ata, bütün dünyada Türklüğün en önemli simgelerinden biridir. Ayrıca günümüzde Türk dünyasının “bilge atası” Dede Korkut, tüm insanlığa mâl olarak UNESCO'nun İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi'nde de yer almaktadır. Hakkında yeterince tarihî bilgi olmamasına karşın, zamanla toplum tarafından bilgeliğin ve irfanın sembolü olarak kabul edilen Dede Korkut özellikle Oğuz Türklerinin eski destanlarında yüceltip kutsallaştırılmış; bozkır hayatının gelenek ve töresini çok iyi bilen, Türk toplumsal yaşantısının koruyucusu yarı mitolojik bir bilgedir ve Türklerin en eski destanı olan Dede Korkut Kitabı'ndaki hikayelerin anlatıcısı halk şairi / ozandır. Dede Korkut hikayelerinde güzel ve hikmetli sözlerin yanında Türklerin tarihine ait rivayetler, zamanın yöneticileri hakkında methiyeler, Türk sosyal yapısına (Türk boylarının savaşları, barışları, aile ve eğitim yapısı) ve töresine ait pek çok konu işlenmiştir. Hikayelerin özünde ise, iyiye övgü, kötüye eleştiri, üstün ahlak, erdem ve karakter sağlamlığına vurgu yapılır. Cesaretin, merhametin, dayanışmanın, dürüstlüğün övüldüğü hikâyelerde aile bağlarının önemine değinilmiştir. Dede Korkut Hikâyelerinde yer alan Türk toplumuna ait bu sosyolojik betimlemeler günümüzde pek çok araştırmaya konu olmuş, özellikle Türk kültürel değerlerinin sonraki nesillere aktarımında kaynaklık etmiştir. Hikâyelerde Dede Korkut’un kendisi, bazen büyük bir halk ozanı, bazen şaman kâhini bazen de bir Müslüman Türk velisi olarak tanıtılmıştır. Dede Korkut’un kimliği veya gerçekliği her ne olursa olsun Türklerin İslam’ı kabulü sürecinde kültürel değişime paralel olarak içinde bulunduğu toplumun bozulma gözlenen alanlarına veya kesinlikle dokunulmaması gereken toplumsal hususlara mercek tuttuğu ve belirli bir misyon çerçevesi içerisinde hareket ettiği kesindir. Buradan hareketle Dede Korkut ve hikayelerini, günümüz “Kültürel Diplomasi” kavramı çerçevesinde ele aldığımızda İstimalet Siyaseti (kalpleri ısındırma, cezbetme, meylettirme, gönül alma gibi amaçlar taşıyan faaliyetler) içerisinde değerlendirmek mümkündür.
ÖZET Altaylar"dan, Kosova"ya kadar uzanan bir coğrafyada yaşayan topluluklar arasında alan çalışması yapılarak tespit edilen Türk ve Kürt damgalarının benzerden öte aynı olmaları; buna mukabil Slav ve Farslarınkinin farklı olması konuyla... more
ÖZET Altaylar"dan, Kosova"ya kadar uzanan bir coğrafyada yaşayan topluluklar arasında alan çalışması yapılarak tespit edilen Türk ve Kürt damgalarının benzerden öte aynı olmaları; buna mukabil Slav ve Farslarınkinin farklı olması konuyla alakalı çok önemli ipuçları vermektedir. Türkiye"de yapılan kazı çalışmalarında, eli belinde, koçboynuzu, gülsayra, bereket,pıtrak, haç gibi isimlerle adlandırılan damgalar bilinen tarihten beri Büyük Türkistan coğrafyasında, batı Sibirya Türklerinde kullanılmış ve hâlâ kullanılmaktadır. Bu nedenle Türkiye"de halı-kilimlerde kullanılan damgaları, Çatalhöyük"te bulunan ana tanrıça; koç heykellerini de Akkoyunlu ve Karakoyunlularla açıklamak yerine, Türk tarihinin bilinen en eski devirlerinden hareketle açıklanmasının daha anlamlı olacağı aşikârdır. Etnografya eserleri geleneksel olarak yapıldığı ve atalardan genç kuşaklara aktarıldığı için tarih yazıcıları ve sosyo-kültürel konularda çalışanların, bunları birincil kaynaklar olarak değerlendirmesi gerekir. Çünkü bu belgeler resmî duygular ile ideolojik bilgilerin karışmadığıen yalın tarihî ve sosyo-kültürel vesikalardır.
- by Mustafa Aksoy
- •
- Sanat, Kultura, Fars, Tarih Sosyolojisi
Bugün "uygarlık" diye andığımız ve aslında gönderme alanı bir hayli dolu ve değişken kavram, tarihsel bir arka plana sahiptir. Uygarlık, modern öncesi çağ boyunca, 1500-1800 arasında, tam olarak üç yüzyıl süren bir süreç içinde, bugün... more
Bugün "uygarlık" diye andığımız ve aslında gönderme alanı bir hayli dolu ve değişken kavram, tarihsel bir arka plana sahiptir. Uygarlık, modern öncesi çağ boyunca, 1500-1800 arasında, tam olarak üç yüzyıl süren bir süreç içinde, bugün Batı dediğimiz coğrafyada şekillendi 1 . Ardından, modernleşme ve modern sömürgecilikle eş zamanlı olarak yeryüzünün geri kalanına yayıldı. Yavaş, ama dalgalanmalar ve gelgitlerle olsa dahi belli bir yöne doğru istikrarlı şekilde ve belli bir düzen içinde ilerleyen bir süreçti bu 2 . Onunla birleştirilen genel geçer kodların aksine, uygarlık bir akıl ürünü değildi ve bilinçle planlanmamıştı. Bir dizi tarihsel gelişme, tek tek insanların iradelerinin, eylemlerinin, planlarının eklemlenmesi sonucu uygarlık sürecine yol açmıştı.
İÇİNDEKİLER 5 -15 16 -23 24 -34 35 -46 47 -59 60 -71 72 -86 87 -94 95 -108 109 -123 124 -134 135 -140 141 -160 161 -173 174 -183 444 -464 425 -443 407 -424 389 -406 373 -388 352 -372 338 -351 314 -337 290 -313 284 -289 271 -283 254 -270... more
İÇİNDEKİLER 5 -15 16 -23 24 -34 35 -46 47 -59 60 -71 72 -86 87 -94 95 -108 109 -123 124 -134 135 -140 141 -160 161 -173 174 -183 444 -464 425 -443 407 -424 389 -406 373 -388 352 -372 338 -351 314 -337 290 -313 284 -289 271 -283 254 -270 232 -253 215 -231
15 Temmuz darbe girişimi günü ve sonrasında yaşanan süreçler, Türk toplumunun her kesiminden fertleri belli derecelerde etkilemiştir. Birçok insanın şehit ve gazi olduğu bu darbe girişimi, yalnız fertlerin kendisinde değil toplumsal... more
15 Temmuz darbe girişimi günü ve sonrasında yaşanan süreçler, Türk toplumunun her kesiminden fertleri belli derecelerde etkilemiştir. Birçok insanın şehit ve gazi olduğu bu darbe girişimi, yalnız fertlerin kendisinde değil toplumsal hafızasında da derin izler bırakmıştır. Bu sebeple bireylerin toplumsal hafızasının canlı tutulması adına farklı strateji ve teknikler geliştirilmiştir. Geliştirilen stratejilerin temelini ise darbe girişimi sonrası kurgulanmış söylemler oluşturmaktadır. Bahsi geçen söylemlerin hedef kitlesi çekişmeyi deneyimleyen bireyler ve bu bireylerin gelecek nesilleriyken, amacı da bireyleri ortak bir kültürel miras oluşturma süreçleriyle etkilemek olmuştur. Bu etkileme süreçlerinin ürünlerinden biri olan kültürel miras yapım süreçleri de 15 Temmuz sonrası yaşanan değişiklikler ve yenilikler yoluyla kendini göstermiştir. Kültürel miras açısından deneyimlenen değişiklik ve yeniliklerin yansımalarından biri de sembolik iyileşmeye yönelik geliştirilen kültürel ve söylemsel pratikler olmuştur. Bu pratiklerin başında ise 15 Temmuz kahramanlık motif ve anlatıları, 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü ve 15 Temmuz sonrası inşa edilen ya da üzerinde sembolik değişiklikler yapılan mekân ve yapılar gelmektedir. 15 Temmuz buhranı sonrası yaşanan bu yenilikler şüphesiz toplumun deneyimlediği çekişme sonrası süreçleri sembolik anlamda hatırlatmaya, iyileştirmeye ve yaşatmaya yöneliktir.
Nevruzun tarihî, mitolojik ve folklorik özelliğinden dolayı bu kavramlar dikkate alınmadan nevruz hakkında sağlıklı bilgiler ifade etmek, önemli ölçüde mümkün değildir. Ayrıca konu bilimler arası bir anlayışla, karşılaştırmalı olarak... more
Nevruzun tarihî, mitolojik ve folklorik özelliğinden dolayı bu kavramlar dikkate alınmadan nevruz hakkında sağlıklı bilgiler ifade etmek, önemli ölçüde mümkün değildir. Ayrıca konu bilimler arası bir anlayışla, karşılaştırmalı olarak değerlendirilmediği takdirde, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da siyasal zeminde tartışılmaya devam edecektir.
Çokkültürcülük konusundaki tartışmaların son senelerde yaygınlık kazanması, çokkültürlü toplumlara tarihte ilk defa günümüzde rastlandığı şeklinde yanlış bir izlenime neden olmaktadır. Bu yöndeki tartışmaların yaygınlık kazanması,... more
Çokkültürcülük konusundaki tartışmaların son senelerde yaygınlık kazanması, çokkültürlü toplumlara tarihte ilk defa günümüzde rastlandığı şeklinde yanlış bir izlenime neden olmaktadır. Bu yöndeki tartışmaların yaygınlık kazanması, ulus-devletin hiyerarşik bir düzlem temelindeki yapılanması ve kültürel alana da bu minvalde yaklaşması yönündeki eleştirilerin artması ile yakından alakalıdır. Ulus-devlet idealleştirmesinin dışındaki kimliklerden gelen, farklılıklarının tanınması yönündeki ısrarlı talepler, bu yöndeki tartışmalara dikkat çekilmesini sağlamıştır. Oysa tarihsel açıdan bakıldığında, imparatorluk ya da krallık şeklindeki çokuluslu yapılanmaların, sosyolojik açıdan daha çokkültürlü bir yapı arzettikleri görülmektedir. Bu durumdan hareketle, bu çalışmada da çokuluslu bir yapılanma olarak Osmanlı Devleti, çokkültürcülük bağlamında ele alınıp değerlendirilmiştir.
Sosyoloji okurken en büyük amacım ve idealim Eröz’ün yanında, onun araştırma alanlarından birinde doktora yapmaktı. Eröz bugün içinde bulunduğumuz sorunları ilk akademik hayata atıldığı yıllarda görmüş ve memleketimiz için önem taşıyan... more
Sosyoloji okurken en büyük amacım ve idealim Eröz’ün yanında, onun araştırma alanlarından birinde doktora yapmaktı.
Eröz bugün içinde bulunduğumuz sorunları ilk akademik hayata atıldığı yıllarda görmüş ve memleketimiz için önem taşıyan çok önemli yazılara imza atmıştır.
Eröz, önemli makaleler ve kitaplar yazmış ve yazdıklarının önemli bir kısmı neredeyse Türkiye’de bir ilk olmuştur. O bununla da kalmayıp Fuat Köprülü’den sonra kendi kendini tashih eden ikinci akademisyen olmuştur.
Bu makalede Orhan Pamuk anlatılarında, İstanbullu burjuvazinin yer aldığı yeme içme sahnelerinin nasıl ele alındığı ve bu sahnelerin Türkiye modernleşmesi açısından ne temsil ettikleri ele alınmıştır. Makale burjuvaziyi tanımlamanın... more
Bu makalede Orhan Pamuk anlatılarında, İstanbullu burjuvazinin yer aldığı yeme içme sahnelerinin nasıl ele alındığı ve bu
sahnelerin Türkiye modernleşmesi açısından ne temsil ettikleri ele alınmıştır. Makale burjuvaziyi tanımlamanın zorlukları ve
kavramın çok anlamlı yapısı üzerine bir tartışma ile başlar. Ardından gündelikliğin modern edebiyattaki merkezî konumu ve
bu bağlamda, yeme-içme sahnelerinin, Moretti’nin tanımladığı hali ile ‘dolgular’ kavramı etrafında ele alınabileceği tartışılır.
Daha sonra Orhan Pamuk’un özellikle Masumiyet Müzesi, ayrıca Sessiz Ev ve Cevdet Bey ve Oğulları romanları ile Manzara’dan
Parçalar, İstanbul: Hatıralar ve Şehir gibi otobiyografik anlatıları yeme-içme sahneleri ekseninde derinlemesine bir okuma ile
analiz edilmiştir. Bu sahnelerin hem olgusal içeriği; hem de sınıf, kadınlık ve erkeklik, modernlik ve geleneksellik açısından,
bu sahneler vasıtasıyla inşa edilen çeşitli anlamlar incelenmiştir. Bu inceleme sonucunda, birincil olarak, Orhan Pamuk
anlatılarında burjuvazinin yeme-içme alşıkanlıklarının tarihsel ve toplumsal olarak inşa edilmiş büyük anlam kümeleriyle sıkı
bağlantı içinde olduğu söylenebilir. Ancak aynı zamanda bu anlatılar, gıdanın ve yeme-içmenin tarihsel ve toplumsal bağlamın
ötesinde, evrensel ve zamanüstü anlamlar içerdiğini de vurgularlar.
göre doğrudan haber kanalları/ tematik haber kanalları ile doğrudan haber kanalı olmayan/ tecimsel televizyon kanalları, göstergebilimsel açıdan bir zıtlığın ifadesi olabilir. Türkiye'deki popüler kanallarda yayınlanan dizilerle birlikte,... more
göre doğrudan haber kanalları/ tematik haber kanalları ile doğrudan haber kanalı olmayan/ tecimsel televizyon kanalları, göstergebilimsel açıdan bir zıtlığın ifadesi olabilir. Türkiye'deki popüler kanallarda yayınlanan dizilerle birlikte, gezi, yemek, müzik-eğlence, kadın, spor gibi programların sürekli olarak birbirini tekrarlaması, bu kanallarda ağırlıklı olarak moda televizyon terimi ile "light (hafif) konular"ın işlenmesi, yine bu kanallardaki haber akışının oldukça kısıtlı, derine inilmeksizin verilmesinin, tematik haber kanallarını doğurduğu öne sürülebilir. Nitekim tematik haber kanallarında saat başı haber bültenlerinin olması, programların ağırlıklı olarak siyasi tartışma programlarından oluşması, belgesellerin yayınlanması, tematik haber kanallarının, popüler kanallar karşısında varlığını göstermesine, fark edilmesine sebep olmuştur. O halde, "İzlenme oranının az olmasına, dolayısı ile de popüler kanallara göre daha sınırlı reklam alabilmesine rağmen, yayın hayatına devam eden tematik haber kanalları, farkında olarak ya da olmayarak kültürel alanda bir mücadele vermektedir" denilebilir. Bu araştırmada; televizyonun bütünleştirme etkisi karşısında, "tematik haber kanalları"nın, çoğunluğun seçimine göre değil, bireyin-azınlığın tercihlerine göre şekillendirmesine dikkat çekilecektir. Ardından tematik haber kanallarının, kültürel dönüşüm-algı oluşturma/ pekiştirme ajanları olarak işlev görüp görmedikleri konusu tartışılacaktır.
- by Baran Dural and +1
- •
- Cultural Studies, Television Studies, Television, Mass media
Methodology Discussions in Cultural Sociology: Culture as an Ideology and Culture as an Action ÖZET Kültürel çalışmalar ve kültür sosyolojisi içinde yöntem tartışmaları makro ve mikro teoriler çerçevesinde şekillenmiştir. Kültür tanımının... more
Methodology Discussions in Cultural Sociology: Culture as an Ideology and Culture as an Action ÖZET Kültürel çalışmalar ve kültür sosyolojisi içinde yöntem tartışmaları makro ve mikro teoriler çerçevesinde şekillenmiştir. Kültür tanımının klasikleşen tanımında, toplumun maddi ve manevi ögelere yapılan vurgu aynı zamanda kültürün eylem ve ideoloji olarak ortaya çıkışıdır. Kültür sosyolojisi içinde değerlendirilen çalışmalar bu iki ayrım (maddi ve manevi yönü) üzerinden farklı metodoloji tartışmalarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kültürel bir ögenin eylem olarak mı yoksa ideoloji olarak mı ortaya çıktığı sorusu yöntem tartışmalarının iki yönünü belirlemiştir. Kültür kavramının ilk kullanımı insanoğlunun doğada yaptığı değişikliğe gönderme yaparak ekme, biçme faaliyeti olarak algılanmıştır. Bu ekme-biçme eylemsel bir olaydır. Fakat ekme-biçme biranda kendiliğinden ortaya çıkan bir olay değildir, bu eylemin arkasında düşünsel bir geçmiş yatmaktadır. Toplumların kültürlerine baktığımızda sadece günümüzde yaşayan bireyler değil ilk atalarından itibaren her bireyin o toplumun kültürünün yaratılmasında etkisi vardır. Düşünsel bir birikimin yaratılması bu bütünlüğün bir sonucudur. Kültür sosyoloji gündelik yaşam pratikleri içinde sadece somut olayları değil bireylerin değer yüklü eylemlerinin sonuçlarını da kendine inceleme konusu yapar. ABSTRACT Macro and micro theories have determined methodological discussions within cultural studies and sociology of culture. In the classical definition of the definition of culture, the emphasis on the material and spiritual content of society is also the emergence of culturally action and ideology. Studies on the sociology of culture have been made on different methodology debates over these distinctions. The question of how a cultural pillar emerges as action or ideology has identified two directions of discussion. The first use of the concept of culture was perceived as a planting, mowing activity by referring to the changes made by man in nature. This planting is an operational one. But planting is not a spontaneous phenomenon, and there is a deep past behind this action. When we look at the cultures of the societies, not only the individuals who live today, but every individual from the first ancestors affects the creation of the culture of that community. The creation of an intellectual accumulation is the result of this unity. The sociology of culture is not only about concrete events in everyday life practices but also about the results of valuable actions of individuals.
“Tırkanlar”, Orta Asya’dan, önce Erzurum civarına, oradan da Siverek’in Çıkrık köyüne geliyorlar. Tırkan kelimesi, bölgedeki insanların ifadesine göre, “Türkmen” kelimesinin “Kurmançca” ifade ediliş şeklidir. Karacadağ’da 58 Tırkan köyü... more
“Tırkanlar”, Orta Asya’dan, önce Erzurum civarına, oradan da Siverek’in Çıkrık köyüne geliyorlar. Tırkan kelimesi, bölgedeki insanların ifadesine göre, “Türkmen” kelimesinin “Kurmançca” ifade ediliş şeklidir.
Karacadağ’da 58 Tırkan köyü vardır. Büyüklerimizden öğrendiklerimize göre “Beydilli-Baydilli” aşiretiyle akrabayız.
Toplumsal yapıyı anlayabilmek için “kültürel bellek” ve “toplumsal değişim” kavramlarının izini sürmek gerekmektedir. Sosyokültürel bir ürün olan toplumsal hafıza ile bağımlı/bağımsız değişkenlerden oluşan ve karmaşık bir süreç içerisinde... more
Toplumsal yapıyı anlayabilmek için “kültürel bellek” ve “toplumsal değişim” kavramlarının izini sürmek gerekmektedir. Sosyokültürel bir ürün olan toplumsal hafıza ile bağımlı/bağımsız değişkenlerden oluşan ve karmaşık bir süreç içerisinde şekillenen toplumsal değişim kavramlarının her biri tarihsel özellik arz eder. Bu bağlamda toplumsal hafızanın ve değişimin bir bütünü olarak ortaya çıkan toplumsal yapı, nesiller boyunca toplanan bilgi ve birikiminin tarihsel süreç içerisinde çeşitli değişimlere uğrayarak sürekli hatırlanışı olarak tanımlanabilir. İdil Ural bölgesinde yaşayan Tatar Türkleri kendi tarihleri boyunca aynı coğrafyayı paylaştıkları toplumlarla birlikte yaşamanın yollarını aramışlardır. Etnik kimliklerin çeşitliliği ve beraberinde getirdiği çatışmaların en yoğun olduğu dönemlerde bile Tatar Türklerinin birlikte yaşam arayışı devam ederken Tatar Türk toplumsal yapısının ve kültürünün muhafazası için çeşitli mücadele ve savaşlar da verilmiştir. Özellikle bu coğrafyada toplumlar, bazen kaynaştırılarak bazen de ayrıştırılarak çeşitli suni ve politik coğrafi sınırlar içerisinde azınlık kimliklere dönüştürülmüşler, çoğu zaman bir problem nazarıyla bakılan siyasi enstrümana dönüşmüşlerdir. Günümüz Rusya Federasyonu içerisinde Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte tüm federasyonda olduğu gibi İdil-Ural bölgesinde de yeniden gündeme gelen kültür ve aidiyet arayışları, Rusya içerisinde hem nüfus hem de nüfuz olarak önemli bir yer teşkil eden Tatar-Türk milletini de etkilemiştir. Bu çalışma ile bölgede yüzlerce yıldır farklı toplumlarla kesintisiz etkileşim sonucu demografik ve toplumsal değişim içerisinde olan TatarTürk kültür ve kimliğinin araştırılması amaçlanmıştır. İdil-Ural bölgesinde yaşayan Tatar-Türk kültür ve kimliğinin araştırıldığı bu çalışma nitel veri toplama yöntemleri kullanılarak hazırlanmıştır.
Maddi sanat eserleri insanların veya sosyal yapıların zihniyetlerinin ürünü olarak, onların duygu, düşünce ve kültürel özelliklerini yansıtırlar. Özellikle etnografik veya tarihi özelliği olan eserlerde bu durum daha belirgin olarak... more
Maddi sanat eserleri insanların veya sosyal yapıların zihniyetlerinin ürünü olarak, onların duygu, düşünce ve kültürel özelliklerini yansıtırlar. Özellikle etnografik veya tarihi özelliği olan eserlerde bu durum daha belirgin olarak görülmektedir.
- by Mustafa Aksoy
- •
- Türbe, Yurt, Mezar, Etnografya
Sosyolojinin araştırma alanı ve sınırlarına dair oldukça fazla literatür birikmiş durumdadır. Bu literatür sadece sosyolojinin alanını ve sınırlarını çizmekle kalmamış, sosyoloğun araştırma nesnesine nasıl bakması gerektiğine dair... more
Sosyolojinin araştırma alanı ve sınırlarına dair oldukça fazla literatür birikmiş durumdadır. Bu literatür sadece sosyolojinin alanını ve sınırlarını çizmekle kalmamış, sosyoloğun araştırma nesnesine nasıl bakması gerektiğine dair telkinleri de içerisinde barındırmıştır. Şimdiye kadar biriken literatür ister muhafazakâr ister radikal, isterse de ılımlı olsun çeşitli ana akımların oluşmasına hizmet etmiş ve nihai olarak birikimli, güçlü ve mukavemetli bir metodolojik bakış açısı belirmiştir. Bu metodolojik birikim içerisinde sosyoloğun bakma imkânı ve yeteneğini işaret etmek için kullanılan "muhayyile" kavramı da bir hayli önem kazanmaya başlamıştır. Bu açıdan bakıldığında literatür içerisinde önemli oranda muhayyile vurgusu ve çağrısı söz konusudur. Ancak yine de literatürde mevcut muhayyile çağrılarının içerisinde çeşitli eksiklikler vardır. Bunların en önemlileri, duygular, aşk ya da estetik olarak ele alınabilecek unsurlardır. Bu noktada sosyolojinin metodolojik bir ürünü olarak gelişen muhayyile söyleminin, aşk (eros) ve estetiğe dair gereken ilgiyi göstermediği görülmektedir. Sosyolojide toplumsal hayatın nasıl organize edildiği ve bireyin eylemlilik hallerinin hangi saikler üzerinden gerçekleştirildiği önemli bir sorun alanı olarak bilinmektedir. Fakat bu eylemlilik hallerinin altındaki iyi-kötü yaklaşımları ciddiye alınırken, güzel-çirkin değerlendirmeleri yeterince ele alınmamaktadır. Normatif alanın iyilikler ve kötülükler üzerinden kendine bir sınır çizmesi ve bireyleri bu yaklaşım çerçevesinde edilgenleştirip dönüştürmesi çoğunlukla vurgulanmıştır. Ne var ki insanın güzel olana duyduğu ilgi ve onun karşısındaki edilgenliği sosyolojinin gündemine pek nadir girmiştir. Nitekim normatif alanda insan öznesi, kötü olandan ne kadar imtina etmek ile memur ise güzel olanın himayesine girmeye de o kadar teşnedir. Güzel olan kötü olsa dahi insanın güzelin peşine gitmek gibi bir fıtratı, potansiyeli ve istidadı vardır. Güzel olanın insan üzerindeki bu denli dönüştürücü etkisinin sosyolojik literatürde gerektiği kadar vurgulanmamış olması gerçekten şaşırtıcıdır. Esasında birçok düşünüre göre güzel olan şey, özneyi biçimlendirir ve onu dönüştürür. Hatta onu eksiltebilir ya da artırabilir. Güzel olana muhatap olanların doğası değişir. Güzellik insana telkinde bulunur, onu evirip çevirir ve son kertede insanı kendine çağırarak öznenin mevcut konumlanışının doğasını değiştirir. Eros, estetik ve benzer temaların son zamanlarda yerli literatürün de gündemine girmeye başladığı görülmektedir. Şüphesiz bu temaların çağlar boyunca tartışıldığı bilinmektedir. Ancak son zamanları özel kılan şey, bu temaların artık interdisipliner bir anlayış ile sosyoloji literatürüne de dâhil edilmeye başlanmasıdır. Her ne kadar da kitaplarının künyesinde salt bir sosyolog olarak anılmasa da özellikle sosyal felsefe içerisinde kayda değer bir şöhret edinmiş olan Byung-Chul Han, son dönemlerde önemli kitaplarıyla Türk sosyolojisi camiasının gündemine girmeye başlamış ve bu temaları toplumbilimsel düşüncenin merkezine koymayı başarmıştır. Han'ın kitapları öncelikli olarak Metis ve Açılımkitap'ın katkısıyla Türkçeye kazandırılmış olsa da başka yayınevlerinin de Han fenomenini keşfettiği görülmektedir. Bu noktada onun İnsan (sanat) Yayınları'ndan çıkan son eseri, Kadir Filiz'in ustalıklı çevirisi ile "Güzeli Kurtarmak" (Han, 2018) ismi altında tercüme edilmiştir. Han, her biri bir
Damgalar konusunda akademik anlamda ilk saha çalışmasına Ekim 1996'da başladığım halde konu hakkındaki ilk bildirimi Ekim 2000’de sundum, ilk makalemi de Kasım 2001'de yazdım. Karadeniz Türklerinin Oğuz Türklerinden daha önce Anadolu'da... more
Damgalar konusunda akademik anlamda ilk saha çalışmasına Ekim 1996'da başladığım halde konu hakkındaki ilk bildirimi Ekim 2000’de sundum, ilk makalemi de Kasım 2001'de yazdım.
Karadeniz Türklerinin Oğuz Türklerinden daha önce Anadolu'da olduklarına inanıyorum. Karadeniz Türkleri ağırlıklı olarak Hıristiyan Kıpçak Türklerindendir.
Eğer bir ülkede kültürel sorunlar varsa, o ülkede sosyal dayanışmanın ve ortak değerlerin yetersiz olması kaçınılmazdır. Bu nedenle sonuçlarından hiç korkmadan Türkiye'nin sosyo-kültürel değerlerini ortaya koyacak araştırmalar yapmalıyız.