Erken Cumhuriyet Dönemi Research Papers (original) (raw)
Sanayi devrimiyle beraber yeni kentleşme sorunları da gündeme gelmiştir. Fabrikaların kentlerde açılmaya başlaması, kırdaki tarımla uğraşan nüfusu kente çekmiş, kentler giderek kalabalıklaşmaya başlamıştır. Suyun sanayide kullanılması,... more
Sanayi devrimiyle beraber yeni kentleşme sorunları da gündeme gelmiştir. Fabrikaların kentlerde açılmaya başlaması, kırdaki tarımla uğraşan nüfusu kente çekmiş, kentler giderek kalabalıklaşmaya başlamıştır. Suyun sanayide kullanılması, gündelik hayattaki kullanımını aksatmış ve bu koşullar altında giderek kalabalık olmaya başlayan kentler yaşanamaz hale gelmiştir. Bu olumsuz kent yaşantısının parçası olan ve “Başka bir kent mümkün mü?” sorusunu soran Robert Owen, St Simon, Etienne Cabet, Jean Baptiste Godin ve Charles Fourier kent ve kır hayatının olumlu yanlarını bir araya getirerek, yaşanılır yeni şehirler kurgulamış, 19. ve 20. Yüzyılın üretim mekanlarının temeli olan fikirleri ortaya atmış ve hatta bazılarını inşa etmişlerdir. Bu yeni şehirler kentlerden uzakta, kır ve kent hayatının olumlu yanlarını hemhal ederek, yeni bir şehir ve yaşam önerisi olarak inşa edilmiştir.
Bu tez “yeni şehir” kavramını 20. yüzyılın yeni şehir önerisi Ebenezer Howard’ın Bahçe Şehir’i üzerinden ele almaktadır. Bu tezde Bahçe Şehir’lerin yerleşme biçimden çok, inşa edilme, yayılma ve farklı coğrafyalarda yeniden yorumlanma biçimleri üzerinden “yeni şehir” kavramının alt nedenleri görünür kılınmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında ve İkinci Dünya Savaşı öncesinde inşa edilen Bahçe Şehir’ler üzerinden Bahçe Şehir’leri çeşitlendiren ve üretim ilişkilerinin belirleyen politikalar tartışmaya açılmıştır. Bu tezde Birinci Dünya Savaşı sonrasında inşa edilen ve Bahçe Şehir’in ideolojik ve yaşamsal olarak izlerinin görüldüğü Sümerbank’ın ilk beş dokuma ve iplik fabrikası’na; Kayseri, Ereğli, Nazilli, Bursa ve Malatya’ya odaklanılmaktadır.
1930’lu yıllarda devletçi ekonomi modelinin bir sonucu olarak inşa edilen bu fabrikalar, yalnızca bulundukları kentte bir istihdam alanı yaratmayıp, erken Cumhuriyet dönemi yaşam pratiklerinin tanıtımı için de bir araç olmuşlardır. Türkiye Cumhuriyetinin ekonomik ve sosyal kalkınmasının temelini atmış ve lokomotifi olmuşlardır. Bu tez bu fabrikalara bugünden bakmaktadır. Erken Cumhuriyetin devletçi ekonomi politikalarının var ettiği bu fabrikalar, 2000’li yıllarda serbest ekonomi politikalarının gerekliliklerini karşılamadıkları ve rekabetçi piyasa koşullarına yenik düştükleri için kapatılmış, özelleştirilmiş, yıkılmış veya dönüştürülmüştür. Bu fabrikalar üzerinden mekanı var eden ve üretim ilişkilerini belirleyen politikalar değiştiğinde önce mekanın sonra da o mekanda gerçekleşen davranış pratiklerinin nasıl değiştiği yapılan arşiv taraması ve yerinde yapılan tespit ve belgelemelerle karşılaştırılmış ve görünür kılınmıştır.
Fabrikaların Cumhuriyetin hafızasındaki yeri ve bir endüstri mirası olma özelliği bu tezin motivasyonunu oluşturmuştur. Sonucunda da korunmuş, dönüştürülmüş veya yıkılmış bu fabrikalarla ilgili araştırma sorularına cevap olan tutarlı bir tez ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Bu fabrikalara bugünden bakarak “Mekanın üretim ilişkilerini belirleyen politikalar değiştiğinde mekan kendini hangi işlevlerde ve formlarda var eder?” sorusuna cevap aranmıştır. Albayrak Tekstil’e satılan Ereğli, Marmara Girişim Grubuna satılan Malatya, belediyeye devredilerek Merinos Park’a dönüştürülen Bursa, üniversite kampüsüne dönüştürülen Kayseri ve Nazilli’de yer alan Sümerbank Dokuma ve İplik Fabrikaları bu tezin vaka analizini oluşturmuştur.
Atatürk Ansiklopedisi sitesinden 27 Aralık 1919 tarihi Atatürk'ün, Temsil Heyeti ile birlikte Ankara'ya gelmesi, şehri önce Milli Mücadele'nin merkezi sonra da yeni Türk devletinin temellerinin atıldığı yer ve yeni devletin başkenti... more
Atatürk Ansiklopedisi sitesinden 27 Aralık 1919 tarihi Atatürk'ün, Temsil Heyeti ile birlikte Ankara'ya gelmesi, şehri önce Milli Mücadele'nin merkezi sonra da yeni Türk devletinin temellerinin atıldığı yer ve yeni devletin başkenti olmasıyla sonuçlanacak süreci başlatmıştır. Bu yüzdendir ki Atatürk'ün Ankara'ya ilk geliş tarihi olan 27 Aralık günü, 1932 yılından bu yana Ankara'da büyük bir coşkuyla bayram havasında kutlanmaktadır. Kutluma fikrinin mimari Ankara Halkevi olmuştur ve Türkiye'nin en eski atletizim geleneklerinden biri olan Atatürk Koşusu da bu kutlamaların 1936 yılından bu yana bir parçasıdır. Halkevlerinin programlarının bizzat Atatürk'ün direktifleri doğrultusunda şekillendiği göz önüne alındığında, Atatürk'ün sporu bir milletin gelişmişlik düzeyine ve medenî kabiliyetine işaret eden unsurlardan biri olarak gördüğü ve çok yönlü olarak başlattığı Türk İnkılâp hareketini spor alanında da gerçekleştirmek istediğini, Atatürk Koşusu'nunda bu doğrultuda ortaya çıktığını söylemek mümkündür.
Cumhuriyetin ilk yıllarında eğitim alanında yapılan yenilikler Türk eğitim sisteminin temelini oluşturmaktadır. Fen eğitimi, geçmişte olduğu gibi günümüzde de bilim ve teknik alanda ilerlemelerin gerçekleşmesi için tüm toplumların... more
Cumhuriyetin ilk yıllarında eğitim alanında yapılan yenilikler Türk eğitim sisteminin temelini oluşturmaktadır. Fen eğitimi, geçmişte olduğu gibi günümüzde de bilim ve teknik alanda ilerlemelerin gerçekleşmesi için tüm toplumların üzerinde önemle durdukları bir alandır. Bu çalışmanın amacı cumhuriyetin ilk yıllarındaki fen eğitimi anlayışlarını eğitimciler tarafından yayınlanmış olan süreli yayınlar üzerinden ortaya koymaktır. Süreli yayınlar belirlenirken dönemin eğitimcileri tarafından yayınlanmış olmaları en önemli kriter olarak göz önünde tutulmuştur. Doküman analizi yöntemiyle gerçekleştirilen bu çalışmada cumhuriyetin ilk yıllarındaki ilkokul müfredatları çerçevesinde süreli yayınlarda içerik analizi yöntemiyle fen eğitimiyle ilgili konular belirlenmiştir. Analizler QSR Nvivo9 programında müfredatlardaki konulara göre belirlenen temalar doğrultusunda yapılmıştır. İçerik analizinin güvenirliğini sağlamak için Miles&Huberman yöntemi uygulanmıştır. Analizler sonucunda müfredatlarda yer verilen bitkiler, hayvanlar, doğa olayları, tabiat kuvvetleri, insan vücudu konularının yanında fen derslerinin amaçları ve işlenişleriyle ilgili doksan bir makale tespit edilmiştir. Bu makaleler bulgular kısmında temalara uygun olarak verilmiştir. Bulgular verilirken temayla ilgili olduğu düşünülen makalelerin incelenen dergilere dağılımları tablolar halinde verilmiştir. İncelenen makalelerin içerikleri ile ilgili kısa açıklamalara da yer verilmiştir. Sonuç olarak yeni kurulan cumhuriyetin eğitim hedefleri ve müfredatlarla tutarlı olarak fen konularının süreli yayınlarda ele alındığı anlaşılmıştır. method, subjects related to science education were determined through content analysis method in periodicals within the framework of primary school curricula in the first years of the republic. The analyzes were made in the QSR Nvivo9 program in line with the themes determined according to the subjects in the curriculum. Miles & Huberman method was applied to ensure the reliability of the content analysis. As a result of the analyzes, ninety one articles related to plants, animals, natural phenomena, natural forces, human body topics, as well as the objectives and the teaching of science lessons were identified. While the findings were given, the distributions of the articles considered to be related to the theme were given in the tables. As a result, it has been understood that science subjects are handled in periodicals, consistent with the educational objectives and curricula of the newly established republic.
The theory of evolution, which is a derivative of the explorations in the nature, was put forth with the influence of the Industrial Revolution that came about in early 19th century. The subject of this article is the adaptation and... more
The theory of evolution, which is a derivative of the explorations in the nature, was put forth with the influence of the Industrial Revolution that came about in early 19th century. The subject of this article is the adaptation and implementation
of the theory of evolution, by adding value to it, over human beings and societies under the name social Darwinism. Social Darwinism was influential especially during the last quarter of the 19th century and it had a direct impact on the important phenomena of both 19th and 20th centuries. The most important of these phenomena were imperialism, search for life space, and total war situation as nations’ struggle to survive. The impact mostly occurred within the context
of justification of driving the above mentioned phenomena towards war. Thus, it can be said that an observational scientific finding was the decisive factor in the wars that resulted from its direct impact on imperialism of the era, search for life space, and nations’ struggle to survive (nationalism). In this article, we explore several aspects of Darwinism and social Darwinism: all stages they underwent
from the beginnings in early 19th century to their implementations during World War II under German National Socialist regime, their relationship with the war, and their impact on early Republican Era in Turkey. The focus of this article is the impact of social Darwinism on Early Republican Era while preparing to total war with a deep survival worry.
Keywords: Social Darwinism, imperialism, total war, life space, eugenics,
Turkish Republic.
Bu çalışmada, Kahramanmaraş şehir merkezinde bulunan ve sahip olduğu tarihi ve mimari özellikleri ile korunması gerekli bir yapı olan Çiftarslan Evi'nin incelenerek, evle ilgili bilgilerin belgelenmesi amaçlanmıştır. Bunun için çeşitli... more
Bu çalışmada, Kahramanmaraş şehir merkezinde bulunan ve sahip olduğu tarihi ve mimari özellikleri ile korunması gerekli bir yapı olan Çiftarslan Evi'nin incelenerek, evle ilgili bilgilerin belgelenmesi amaçlanmıştır. Bunun için çeşitli kaynaklara başvurulmuş ve yapı yerinde incelenmiştir. Yapılan literatür araştırmasında; Çiftarslan Evi ile ilgili bilimsel bir çalışmaya rastlanılmamıştır ancak Maraş Evleri'nin genel özellikleri ile ilgili yapılmış çalışmalar mevcuttur. Çiftarslan Evi ile ilgili tarihsel ve mimari bilgiler için; Kahramanmaraş Müze Müdürlüğü arşivinden yapının tescil fişine ve Çukurova Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğrencileri tarafından hazırlanan eve ait rölöve çizimlerine ulaşılmıştır. Ayrıca yerinde incelenen Çiftarslan Evi'nin iç mekânları gezilerek güncel fotoğrafları çekilmiş ve ev sahibi ile görüşülerek evle ilgili bazı tarihsel bilgiler edinilmiştir. Bu bilgiler sonucunda Çiftarslan Evi'nin sahip olduğu özgün mimari özellikler yanında, son yüzyıl içinde değişen toplumsal yaşamdan izler barındırması ve Erken Cumhuriyet dönemi geleneksel konut mimarisi ile ilgili fikir vermesi bakımından önemli bir yapı olduğu görülmüştür.
Yerleşik sosyofiziğin alt üst olduğu bir dönemin seçilmiş travması olan Harf İnkılâbı ile eş zamanlı olarak uygulamaya konulan inkılâpların neden olduğu devrim yaraları, bu yaralara sebep olan sembollerin sosyokültürel yaşamdaki gerçek... more
Yerleşik sosyofiziğin alt üst olduğu bir dönemin seçilmiş travması olan Harf İnkılâbı ile eş zamanlı olarak uygulamaya konulan inkılâpların neden olduğu devrim yaraları, bu yaralara sebep olan sembollerin sosyokültürel yaşamdaki gerçek hacminden bağımsız bir şekilde travmatize olmuştur. Harf İnkılâbı’nın ‘ulusu’ aydınlığa çıkardığı yahut tam tersine ‘milleti’ bir medeniyetin kültürel birikiminden mahrum bıraktığına dair değerlendirmeler, hiçbir zaman sadece söz konusu inkılâbın kendisiyle ilgili olmamıştır. Aslında yas süreçlerinde yaşanan travmaların, tarafların şimdiki zaman kazanımlarına etkisinden bağımsız olmayan bu değerlendirmeler, büyük yıkımlardan yara alan toplumların kolektif bilincinde çeşitli boyutlarda görülebilen marazlardan kaynaklanmaktadır. Harf İnkılâbı’na dair retorik, geçmişinde büyük yıkımlar ve yeniden ayağa kalmak için gösterilmiş kolektif fedakârlıklar olan toplumların, 'devrimci kriz' dönemlerinin ardından farklı geçmiş zaman sembollerine yükleyerek taşıdığı devrim yaralarından beslenmektedir. Bu zeminde Devrim Yarası adlı bu kitap, müsebbibi bir asır önce gerçekleştirilen bir harf değişikliği olarak gösterilen karmaşık bir hafıza kaybı ve travmatik bir geçmiş zaman tutulması yaşayan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecini Travma Sosyolojisi bağlamında ele almaktadır. Erken Cumhuriyet Dönemi sosyokültürel inkılâplarının, hedef aldığı tüm kurum ve kavramlarla birlikte ‘toplumsal bellek kaybı’ bağlamında yeniden ele alınmasıyla, ‘yitirilmiş cennet’ ya da ‘terkedilmiş cehennem’ gibi birbirinden çok farklı hatırlamaların miladı olan bir döneme dair, sosyopsikolojik açıdan yüzleştirerek iyileştiren kolektif bir ‘katarsis’ zemini sağlanması umulmaktadır.
Tarık Buğra'nın (1918-1994) gündelik hayatın kesitlerinden oluşan hikâyelerinde sıradan insan yaşamlarının çeşitli yönlerine tanık olunur. Bu tür metinlerden biri de insan varoluşunda anlam ve amacın kaybıyla şekillenen bir yaşam... more
Tarık Buğra'nın (1918-1994) gündelik hayatın kesitlerinden oluşan hikâyelerinde sıradan insan yaşamlarının çeşitli yönlerine tanık olunur. Bu tür metinlerden biri de insan varoluşunda anlam ve amacın kaybıyla şekillenen bir yaşam hikâyesini ele alan "Var Olmak Veya Olmamak"tır (1953). Hikâyede otuz dört yaşında çirkin, evde kalmış bir kız olarak tarif edilen ve erken Cumhuriyet dönemine (1923-1950) tanıklık ettiği anlaşılan bir öğretmenin intiharla sonuçlanan trajedisine yer verilir. Müntehir öğretmenin yeğeni tarafından anlatılan hikâye, onun bir gemideki son anlarına ve geçmişteki kırılma noktalarına odaklanır. Bu anlatım üzerinden, gün geçtikçe artan yalnızlığın kendisinde çirkinlik düşüncesini tetiklediği ve bunun sonucunda ortaya çıkan aşağılık kompleksinin yaşama sevincine ve uyum becerisine telafisi olmayacak şekilde zarar verdiği anlaşılır. Mevcut çalışma, söz konusu trajedinin temelindeki çatışmayı, öğretmenin son anlarına ve evde kalmanın erken Cumhuriyet dönemindeki anlamına odaklanarak irdelemeyi amaçlar. Bekârlık, çirkinlik ve ölümün yan yana geldiği anlatıda kendi olmanın gücünden mahrum kalan hikâye kişisinin var olamamasına yol açan psiko-sosyal bağlamı inceler. Buna bağlı olarak geleneksel yaşam biçimi ile Cumhuriyet dönemi modernleşmesinin örtüşen normlarının kadın öğretmen üzerinde ağır kamusal beklentilere ve travmatik etkilere yol açtığı sonucuna varılır. Öğretmenin kamusal alanda güçlü bir kadın karakter olarak ataerkil baskılara maruz kalışı, toplumun bağımsız kadın figürlerine aşina olmamasıyla ilgili olabilir. Kadının evlenmemesi durumunda kusurlu olduğu düşüncesine kapılması da toplumun (ön) yargılarını kolektif öznelliğin bir üyesi olarak içselleştirmenin sonucu olarak değerlendirebilir. Yeni kamusal alanların inşasında rol alan Cumhuriyet kızlarının içsel güç kaybı, yerleşik toplumsal algıları dönüştürmenin ve bununla edilecek mücadelenin zorluğuna işaret eder. Abstract: Various human aspects of the lives of ordinary people are witnessed in Tarık Buğra’s (1918-1994) stories, which consist of scenes from daily life. One of his stories is “Var Olmak Veya Olmamak” (1953), addressing a life story shaped by the loss of meaning and purpose in human existence. This story tells the tragedy of a 34-year old, “ugly and spinster teacher”, a witness of Turkish modernization and early republic years, who commits suicide. This teacher's nephew as a storyteller focuses on the last moments of her on a ship and on the breaking points in her past. Throughout the story, the reader understands that the loneliness of the teacher triggers feelings of ugliness in her, and the resultant feelings of inferiority complex drastically damage her joy of life and adaptive capabilities. This study aims to examine the conflict underlying this tragedy with a focus on her last moments and the meaning of spinsterhood in early Republican Turkey (1923-1950). Singleness, ugliness, and death coexist in this story and, the psycho-social context surrounding the suicide of the teacher who lost her power of being oneself is analyzed here. Relatedly, it is inferred that the overlapping norms of both traditional lifestyle and Turkish modernization lead to heavy public expectations and traumatic effects on the woman teacher. Patriarchal oppression of the teacher as a strong female character in the public sphere might be related to society’s unfamiliarity with the independent woman figures. Internalization of societal prejudice as a member of the collective subjectivity might result in feelings of incompleteness in an unmarried woman. The internal withering of the daughters of the Turkish Republic while they partook in the constitution of a new public sphere implies the difficulty in transforming and struggling against established social perceptions.
Sözlü Bildiri Özeti (sayfa 409)
Özet Türk Edebiyatı’nda geleneğini tam anlamıyla kuramamış bir tür olarak bilimkurgu, yeni anlatım ve biçim olanakları arayışı, tekno-kültürün yayılışı ve postmodernist açılımlar sayesinde 80’li yıllardan itibaren edebi/estetik seviyesi... more
Özet Türk Edebiyatı’nda geleneğini tam anlamıyla kuramamış bir tür olarak bilimkurgu, yeni anlatım ve biçim olanakları arayışı, tekno-kültürün yayılışı ve postmodernist açılımlar sayesinde 80’li yıllardan itibaren edebi/estetik seviyesi tatmin edici olmaktan uzak olsa da belli bir birikime ulaştı. Bilimkurgu gibi, ütopyalar ve distopyalar da edebiyatımızın gelişmemiş türleri arasında yer almakta ve kanon-dışı türler olarak ana akım edebiyat için birer biçim denemesi macerası olmaya ve merkezin periferisinde konumlanmaya devam etmektedir. Bu çalışmada ele alınan ile Refik Halid Karay’ın 1921 tarihli “Hülya Bu Ya…”sı ile Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın 1948’de gazete tefrikası şeklinde çıkan “Büyük Kukuriko" adlı öyküsü, Türk Edebiyatı’nda bilimkurgu türünü 1950’lere tarihleyen edebiyat araştırmalarındaki yaygın kanının aksine, edebiyatımızın en erken bilimkurgu örnekleri arasında yer almaktadır. Bu öykülerde bilimkurgu türü, modern öncesi birçok dünya edebiyatında olduğu gibi, mizah ve ironi yüklü bir eleştiri için araçsallaştırılmıştır. Erken Cumhuriyet Dönemi’nin ulus-devlet projesi kapsamında yürürlüğe konan idealist, terbiye edici ve kalkınmacı politikalar gerek uygulama sırasında gerek dönemin sonrasında yazarlarımızın tepki ve eleştirilerine uğramıştır. Resmi ideolojinin “ideal vatandaş” inşasını hayata geçirmek için öngördüğü devletçi, halkçı ve çoğu zaman tektipleştirici uygulamaları “Hülya Bu Ya...”da ütopik bir Ankara tasviriyle alaya alınırken “Büyük Kukuriko” büyük ideallerle yola çıkılan Cumhuriyet deneyiminin daha 1950’lere ulaşmadan her anlamda nasıl yozlaştığını distopik bir kurguda sergilemektedir. Son olarak, Cumhuriyet’e yönelttikleri bu bakışın iki edebiyatçımızın da “sürgün” olmasıyla ilişkilendirilebileceği tespit edilmiştir.
Abstract Science-fiction is not a conventionally developed genre in Turkish Literature, but it has reached an acceptable level, though far from reaching an aesthetic level, thanks to quest for new narration and style forms, propagation of techno-culture and postmodern perspectives through the 80s. Like science fiction, utopia and dystopia are among the genres not fully developed in Turkish literature and being non-canonical genres, they continue to be extraordinary style trials in mainstream literature, and positioned on the periphery of the center. This study examines stories called “Büyük Kukuriko” (“The Big Ciciricu”), first published as a serial in 1948, by Cevat Şakir Kabaağaçlı and “Hülya Bu Ya...” (“Imagine This…”), 1921, by Refik Halid Karay , and shows, in contrary to common held in literature researches that dates science fiction genre in Turkish Literature only to 1950s, these two stories are among the earliest examples. In these stories science fiction is used to make an ironic and humorous critic as seen in pre-modern world literatures. Idealistic, disciplinary and developmentalist policies under the nation-state project promulgated in Early Republican Period were reacted against and harshly criticized by some Turkish authors both during the application period and afterwards. While statist, populist and often standardizing applications envisaged for the construction of “ideal citizen” by the official ideology are satirized with a utopian Ankara setting in “Hülya Bu Ya...” (“Imagine This…”), “Büyük Kukuriko” (“The Big Ciciricu”) exposes the corruption of idealistic values of the Republic that emerged in every sense even before 1950s in a dystopian fiction. Finally, these two authors’ approach to Republic is explained with the concept of being “exile.”
Araştırmanın amacı, 21. yüzyılın Türkiye’sinde yaşayan kadınların sahip olduğu hakların temelini oluşturan Erken Cumhuriyet Dönemi’nde, kadınların toplumsal hayattaki konumlarını ve çağdaş, modern, erkeklerle eşit bireyler olmalarını... more
Araştırmanın amacı, 21. yüzyılın Türkiye’sinde yaşayan kadınların sahip olduğu hakların temelini
oluşturan Erken Cumhuriyet Dönemi’nde, kadınların toplumsal hayattaki konumlarını
ve çağdaş, modern, erkeklerle eşit bireyler olmalarını sağlayan gelişmeleri analiz etmektir.
Araştırmada literatür taraması yapılmış ve nitel araştırma yöntemi kullanılmıştır.
Atatürk, Türkiye’nin modernleşmesi için Osmanlı Devleti’nden miras kalan ekonomik, sosyal,
siyasal ve kültürel alanlarda bir dönüşüme ihtiyaç olduğunu fark etmiş ve bu doğrultuda reformlar
yapmıştır. Atatürk'ün kadın haklarına yönelik yaptığı reformlar sadece kadınlara yarar
sağlamamış, toplumun ilerlemesine de önemli katkılarda bulunmuştur. Bu sebeple toplumsal
yapının değişmeye başladığı ve Türk ulusu olarak ilerlemeye başlanılan Erken Cumhuriyet
Dönemi’nde kadının bulunduğu konum önemli olmuştur. Bu dönemde kadının statüsünde,
eğitim hayatında, kılık kıyafetinde ve aile içi ilişkisinde önemli gelişmeler yaşanmıştır. Gelişmelerde,
dönemin önde gelen kadınlarının gerçekleştirdiği faaliyetlerin de etkisi olmuştur. Bu
dönem çıkarılan dergilerde kadınların sorunları dile getirilmiş ve eşitlikçi fırsatların yaratılması
için çalışmalar yapılmıştır.
Sonuç olarak Erken Cumhuriyet Dönemi’nde yapılan kadın temelli yenilikler, ataerkil toplum
yapısındaki kadının değerini arttırmış ve sosyal hayata aktif olarak katılımını sağlamıştır.
Spor ve tarih yazıcılığı, on dokuzuncu yüzyılda ulus devletlerin inşası sürecinde devletlerin idare etmek istedikleri ve bizzat ilgilendikleri alanlardır. Türkiye’de de dünyadaki gelişmelere benzer şekilde imparatorluktan Cumhuriyete... more
Spor ve tarih yazıcılığı, on dokuzuncu yüzyılda ulus devletlerin inşası sürecinde devletlerin idare etmek istedikleri ve bizzat ilgilendikleri alanlardır. Türkiye’de de dünyadaki gelişmelere benzer şekilde imparatorluktan Cumhuriyete geçiş ile birlikte hem tarih yazıcılığı hem de sporun, yeni devletin politikaları içerisinde yer aldığı görülmektedir.
Çalışmanın amacı, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye’deki resmi tarih anlayışı ve yeni devletin spora yaklaşımı arasındaki ilişkiyi incelemek; özellikle spor kavramı içerisinde resmi tarih söylevinin kendisine nasıl bir yer edindiğini analiz etmektir. Çalışmada yararlanılan kaynaklar resmi belgeler ve yazışmalar başta olmak üzere, dönemin dergileri ve gazeteleri ile döneme dair yazılan kitaplardır. Nitel araştırma yöntemlerinden doküman analizi ve tarama modeli ile yapılan bu çalışmada araştırma konusuna dahil olan kaynak ve belgeler incelenmiştir. Erken Cumhuriyet döneminde yayınlanan gazete haberlerinde, makalelerde ve yazılan spor kitaplarında; geleneksel sporların yüceltilmesi, tarih yazıcılığı ile edinilen sonuçların spor içerisinde yeniden üretilmesi noktalarında, Türk Tarih Tezi’nin etkisini görmek mümkündür.
Zihinsel olanla kültürel olanı, toplumsalla tarihsel olanı birbirine bağlayan Lefebvre'in kuramı ile mekân, geometrik biçimselliğin sınırlarından çıkarak yeni bir perspektif kazanmamızı sağlamıştır. Tarihin çeşitli anlarında politik ve... more
Zihinsel olanla kültürel olanı, toplumsalla tarihsel olanı birbirine bağlayan Lefebvre'in kuramı ile mekân, geometrik biçimselliğin sınırlarından çıkarak yeni bir perspektif kazanmamızı sağlamıştır. Tarihin çeşitli anlarında politik ve stratejik bir alan olarak mekân üretimin konusunu oluştururken, ulus inşa süreci bu anlamda özellikle kent mekânının üretiminde etkili bir döneme işaret etmektedir. Heterojen bir yapıya sahip, stratejik bir alan olan mekân, uluslaşma sürecinin homojenleştirici politikaları ile zorlayıcı bir üretim alanına dönüşmüştür. Ülkemizde Erken Cumhuriyet döneminin mekân üretimindeki rolünün arka plandaki belirleyicisi de ulus inşa süreci ve bu sürecin politik unsurları olarak öne çıkmıştır. Bu dönemin mekân üretimi yaklaşımı modern kent mekânını üretme hedefiyle hareket etmiştir. Biçimsel hatlarla oynayan ve geometrik unsurların ön plana çıktığı düzenlemeler sadece görsel bir bütünlük oluşturma amacı taşımamıştır. Bu sayede mekândaki kontrol mekanizmasına da işlerlik kazandırılmaya çalışılmış, homojen bir ulus yaratma düşü farklı ölçeklerde, kimi zaman çok simgesel unsurlarla mekân üretimine yön vermiştir. Cumhuriyet öncesinde Osmanlı döneminin eyalet başkenti Diyarbakır kenti, bir idari ve askeri merkez olmanın yanı sıra, tarih boyunca bir ticaret kenti olarak da öne çıkmış; çok kültürlü ve kimlikli bir toplumsal yapıya sahip olarak kent yapısının biçimselliği, bu heterojen yapıyla gelişmiştir. Bu anlamda ulus inşa sürecinin homojenleştirici yaklaşımıyla Diyarbakır kentinin mekân üretimini ele alış biçimi kayda değer şekilde dikkat çekicidir. Bu çalışma, sınırların ve ideolojilerin yeniden şekillendiği, mekânı üreten ilişkilerin ve aktörlerin değişime uğradığı ulus inşa sürecinde Erken Cumhuriyet döneminin Diyarbakır kentindeki mekân üretimini, mekân üretim teorisinin çerçevesinde ele alarak incelemektedir.
Özet 19. yüzyılla birlikte Batı'da ırkla ilgili düşünce ve eylemler yükselişe geçti. Bu fikirler zamanla politik ve ekonomik amaçlar içeren ideolojik bir yapı halini alarak ırkçı ve ayrılıkçı uygulamalara dönüştü. Batı emperyalist... more
Özet 19. yüzyılla birlikte Batı'da ırkla ilgili düşünce ve eylemler yükselişe geçti. Bu fikirler zamanla politik ve ekonomik amaçlar içeren ideolojik bir yapı halini alarak ırkçı ve ayrılıkçı uygulamalara dönüştü. Batı emperyalist amaçlarını bilimi kullanarak meşrulaştırma telaşı içindeydi. Bu amaçla " bilimsel " antropolojik araştırma verileri kullanılarak dünya milletleri çeşitli ırk kategorileri altında tasnife tabi tutulmuştu. Bu tasnif içinde Türkler sarı ırk kategorisine dâhil edilmişti. Uygar bir toplum oluşturma ve uygar toplumlar arasında yer alma tahayyülü olan Erken Cumhuriyet yöneticileri bu durumu kabul edilemez buldu ve Batıya karşı savunmacı bir telaşla bir dizi antropolojik çalışma başlattı. Amaç Türklerin de Avrupalılar kadar medeni ve beyaz ırktan olduğunu ispatlamaktı. Romantik etkilerle elde edilen verilerle birlikte milli bilinci ve ulusal bağları güçlendirecek söylemlerle Türk tarihi yeniden şekillendirildi. Bu çalışmada öncelikle ırk ve ırkçılık kavram ve kuramlar temelinde incelenecek ardından Erken Cumhuriyet Döne-min ulus inşa sürecinde, Batı'nın Türkler hakkındaki sarı ırk suçlamalarına bilimi şiar edinerek, özellikle antropoloji ve tarih çalışmalarıyla nasıl cevap verilmeye çalışıldığı ve ırkçılığın bu savunma hareketindeki etkisi incelenecektir.
İzmir’in 1922 yılında geçirmiş olduğu büyük yangın sonrasındaki ‘tamir’ sürecinde inşa edilen önemli yapılardan biri olan Silahçıoğlu Hanı, döneminin mimari anlayışının ve tamir edilen bir kentin yaşadığı dönüşümün izlerini taşır.... more
İzmir’in 1922 yılında geçirmiş olduğu büyük
yangın sonrasındaki ‘tamir’ sürecinde inşa edilen
önemli yapılardan biri olan Silahçıoğlu Hanı, döneminin
mimari anlayışının ve tamir edilen bir kentin yaşadığı
dönüşümün izlerini taşır. Çalışmanın amacı; İzmir’in
Konak ilçesinde Gazi Bulvarı üzerinde bulunan
Silahçıoğlu Hanı’nın Cumhuriyet sonrası modern
İzmir kentinde temsil ettiği değerleri; yapının fiziksel
özellikleri, kentsel mekanla kurduğu ilişki üzerinden
aktarırken; günümüze kadar geçirmiş olduğu
restorasyon / tamir faaliyetlerinin yapının temsil
ettiği anlamlar ve sahip olduğu değerler üzerindeki
yansımalarını ortaya koymaktır.
Edebiyat, özeldeyse romanlar, yazıldıkları dönemin ve kültürün zihinsel yapılarını kavramayı mümkün kılan estetik, hatta antropolojik nesneler olarak anlaşılabilir. Bu çerçeveden bakılarak erken dönem cumhuriyet romanında zenginler ve... more
Edebiyat, özeldeyse romanlar, yazıldıkları dönemin ve kültürün zihinsel yapılarını kavramayı mümkün kılan estetik, hatta antropolojik nesneler olarak anlaşılabilir. Bu çerçeveden bakılarak erken dönem cumhuriyet romanında zenginler ve zenginlik incelenmiştir. Peyami Safa, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Suat Derviş, Mahmut Yerasi, Burhan Cahit Morkaya, Sermet Muhtar Alus, Refik Ahmet Sevengil, Reşat Enis, Salâhaddin Enis ve Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın 1923-1938 arasında basılmış ya da tefrika edilmiş romanlarında zenginler ve zenginliğe dair kurguların dönemin siyasi ve ekonomik dokusuyla örtüştüğü noktalar ortaya konmuştur. 1930 sonrası romanların devletçilik halkçılık vurgusuyla öncekilerden farklılaştığı tespit edilmiştir. İncelenen romanların en önemli özelliğinin zenginler ve zenginlik üstünden siyasi muhalefete kaynaklık etmeleri olduğu sonucuna varılmıştır.
"Mimar Nizamettin Doğu'nun Erken Cumhuriyet Dönemi Kariyeri: Sanatı Aramak" başlıklı makale, Nizamettin Doğu'nun (1909-1968) mezuniyeti ile 1940'lar arasına tarihlenen tasarımlarına ve mesleki faaliyetlerine odaklanıyor. Güzel Sanatlar... more
"Mimar Nizamettin Doğu'nun Erken Cumhuriyet Dönemi Kariyeri: Sanatı Aramak" başlıklı makale, Nizamettin Doğu'nun (1909-1968) mezuniyeti ile 1940'lar arasına tarihlenen tasarımlarına ve mesleki faaliyetlerine odaklanıyor. Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Şubesi'nin 1931’de verdiği altı mezundan biri olan Nizamettin Doğu’nun, mezuniyetini takip eden yıllara ait tasarımları ile mimari yarışmalar için hazırladığı projeler, aldığı eğitimle ve dönemin mimarlık ortamıyla ilişkilendirerek ele alınıyor. Nizamettin Doğu tarafından 1930’ların başında projelendirilmiş ve günümüzde hala mevcut olduğu bu çalışma kapsamında tespit edilmiş olan Hasan Bey Apartmanı (Aksaray) ve Sinap Ailesi Mezarı’nın (Merkezefendi Mezarlığı) tasarım özellikleri ele alınıyor. Bunun yanı sıra, Nizamettin Doğu’nun kaleme almış olduğu makaleler ve Sedad Hakkı Eldem’e gönderdiği “Ankara Evleri” konulu notlar üzerinden, dönemin mimarlık ortamına yönelik eleştirel yaklaşımı ve kendini nasıl konumlandırmaya çalıştığı inceleniyor. Nizamettin Doğu’nun 1940’lı yıllarda Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü mimarı olarak göreve başlamasının ardından projelendirdiği spor tesislerinin bir listesi ile beraber, hazırladığı “Spor Alanları Mimari Sergisi” ve yayımladığı “Spor Alanları El Kitabı” kısaca tanıtılıyor. Nizamettin Doğu’nun biyografisinin detaylandırıldığı ve tespit edilen tasarımlarının ele alındığı bu makalede, erken Cumhuriyet dönemi mimarlık tarihi yazınına mütevazı bir katkı sunmak amaçlanıyor.
İnsanlar uzak mesafelerden birbirleriyle iletişim kurabilmek için tarih boyunca çalıştılar. 19. yüzyılın başında telgrafın icadı bu alandaki çabaların en önemli neticesi oldu. Üzerinden geçen kısa zamanda iletişim araçlarının... more
İnsanlar uzak mesafelerden birbirleriyle iletişim kurabilmek için tarih boyunca çalıştılar. 19. yüzyılın başında telgrafın icadı bu alandaki çabaların en önemli neticesi oldu. Üzerinden geçen kısa zamanda iletişim araçlarının çeşitlenmesi mümkün olabildi. Osmanlı Devleti telgrafla görece erken bir dönemde tanışmasına rağmen telefon kullanımında geç kaldı. On yıl boyunca süren savaş dönemi tam manasıyla kurulamamış olan iletişim alt yapısını mahvetti. Posta hatlarının tamamına yakını işlemez hale geldi. Millî Mücadele sırasında cephelerle ve Anadolu’nun her noktasıyla iletişimin sağlanabilmesi telgraf sayesinde oldu. Telgraf hatlarının işler halde tutulabilmesi ise insan üstü gayretle mücadele eden çalışanlar sayesinde mümkün olabildi. Cumhuriyet ilan edildiğinde derme çatma telgraf hatları, on iki ay boyunca işletilemeyen ve uluslararası sisteme entegre edilememiş bir posta sisteminden fazlası yoktu. İletişim araçlarındaki büyük dönüşüm 1925-1930 döneminde gerçekleştirildi. Telgraf, telsiz, telefon ve posta işletmelerine yapılan yatırımlar kısa sürede sonucunu verdi. Ancak 1929 ekonomik krizi her alanda olduğu gibi iletişim altyapısına yapılan yatırımları da olumsuz yönde etkiledi. Bu çalışma 1925’e kadar olan dönemin durum tespitini yaptıktan sonra 1925-1930 döneminde iletişim altyapısına yapılan yatırımlara odaklanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Türkiye, Telsiz, Telefon, Telgraf, Telsiz Telefon, Posta
COMMUNICATION TOOLS IN TURKEY IN THE EARLY YEARS OF REPUBLIC: MAIL, PHONE, TELEGRAPH AND RADIO
(1925-1930)
Throughout history, men have strived to be able to communicate with one another over large distances. The most significant result of efforts in this area was the invention of the telegraph at the beginning of the nineteenth century. In a very short period of time, it was able to diversify communication methods. Although the Ottoman Empire was relatively early to adopt the telegraph, it was late to adopt the telephone. The ten-year war era devastated the communication infrastructure that had not yet been properly constructed. Almost all of the postal lines became inoperative. Communication with the fronts and with every location in Anatolia was feasible during the National Struggle thanks to the telegraph. Keeping the telegraph lines operational was possible thanks to the employees who struggled with superhuman effort. When the Republic was formed, there were only improvised telegraph connections and a postal system that couldn't run for a year and couldn't be incorporated into the world system. The great transformation in the means of communication took place in the period of 1925-1930. Investments in the telegraph, radio, telephone, and postal industries provided results in a short period of time. The 1929 economic crisis, on the other hand, had a detrimental influence on communication infrastructure projects, as it did on other investments. This study focuses on the investments made in the communication infrastructure in the period 1925-1930, after determining the situation for the period until 1925.
Key Words: Turkey, Radio, Telephone, Telegraph, Wireless Telephone, Mail
Milli Mücadele yıllarından itibaren, kadınlar, gerek sosyal yaşamda gerek ekonomi faaliyetlerinde sorumluluk üstlenerek Türkiye'nin çağdaşlaşma sürecinde aktif rol üstlenmiştir. Osmanlı'nın son döneminde uzun süren savaşların kaçınılmaz... more
Milli Mücadele yıllarından itibaren, kadınlar, gerek sosyal yaşamda gerek ekonomi faaliyetlerinde sorumluluk üstlenerek Türkiye'nin çağdaşlaşma sürecinde aktif rol üstlenmiştir. Osmanlı'nın son döneminde uzun süren savaşların kaçınılmaz bir sonucu olarak üretime ve ticari faaliyetlere katılan kadınların ekonomik alandaki aktivitesi Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte devlet tarafından desteklenmiştir. Kadınların istihdamına yönelik yasal düzenlemelerle, iktisadi alanda da toplumsal eşitliği sağlamayı amaçlayan Cumhuriyet rejimi, kadınların eğitimi konusunu öncelemiş, toplumun sosyal, hukuksal ve ekonomik dönüşümünde erkek olmayan tarafa erkekle eşit yükümlülük vermeyi amaçlamıştır. Ancak, Cumhuriyet dönemi emek tarihi çalışmalarına bakıldığında, özellikle Cumhuriyet'in ilk yıllarında kadınların iş yaşamında konumlandığı yer tam olarak tariflenmemiştir. Bu çalışmayla, erken Cumhuriyet döneminde kadınların iş kollarındaki niceliğinin, istihdam edildikleri alanların sektörel dağılımının ve çalışma koşullarının tartışılması amaçlanmaktadır. Bununla birlikte, üretim ilişkileri ile kamusal alana çekilen kadının toplumsal statüsünün nasıl pekiştirildiğine ve bu çizginin Türk modernizasyonuna nasıl katkı sunduğuna dikkat çekmek istenmiştir.
İslam, Osmanlı döneminde siyasî alanda temel hukuki çerçeveyi çizmiş olsa da, yeni rejimin kurulması bu durumu kökten değiştirmiş ve ‘din’ hem siyasî hem de kurumsal alandan tasfiye edilmiştir. Yeni rejim laik ve modern bir devlet kurmayı... more
İslam, Osmanlı döneminde siyasî alanda temel hukuki çerçeveyi çizmiş olsa da, yeni rejimin kurulması bu durumu kökten değiştirmiş ve ‘din’ hem siyasî hem de kurumsal alandan tasfiye edilmiştir. Yeni rejim laik ve modern bir devlet kurmayı amaçlamıştır. Modernleşme, siyasî elitler tarafından bir ‘proje’ olarak hayata geçirilmiş ve toplumun dönüştürülmesi amacıyla ‘yeni vatandaş’ fikri üzerinde çalışılmıştır. Bu doğrultuda ‘yeni kadın’ imgesi yaratılarak kadınlar da erkekler gibi modern, laik ve milliyetçi vatandaş modeline dönüştürülmeye çalışılmıştır. Siyasî elitlerin bu amacı genel olarak sanatın farklı alanlarında da görülebilirken, özellikle resim üzerinde ayırt edici olduğu iddia edilebilir.
Bu çalışma, 1923-1938 yılları arasında çizilmiş olan resimlerde kadın figürünü modernizm ve milliyetçilik çerçevesinde incelenmektedir. Bu bağlamda, çalışmanın ilk kısmında modernizm ve milliyetçilik politikaları üzerinde durulmaktadır. Sonrasında ise Erken Cumhuriyet dönemi resimlerinde kadın figürü analiz edilmektedir.
Kamu Yönetimi Disiplini, Kamu Yönetimi, Yönetim Bilimi, Türk Kamu Yönetimi, Türk İdare Tarihi, İdare Tarihi , Yönetim Tarihi, Kamusallık, Kamu Yararı, Erken Cumhuriyet Dönemi, Yönetim Düşüncesi/Tarihi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi,... more
Kamu Yönetimi Disiplini, Kamu Yönetimi, Yönetim Bilimi, Türk Kamu Yönetimi, Türk İdare Tarihi, İdare Tarihi , Yönetim Tarihi, Kamusallık, Kamu Yararı, Erken Cumhuriyet Dönemi, Yönetim Düşüncesi/Tarihi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi, Yerel Yönetimler, Bürokrasi, Devlet, Türk İdare Dergisi, İdare Alanı, T.C. İçişleri Bakanlığı, Kamu Yönetimi Kuramları, Yönetim kuramları
Milli Kurtuluş Savaşı’ndan sonra cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte hızlı bir kalkınma amaçlanmış, bu kalkınma çeşitli iktisadi politikalarla desteklenmiştir. Bu çalışmada 1923-1929 dönemi ve 1930-1939 dönemi ayrı ayrı incelenirken,... more
Milli Kurtuluş Savaşı’ndan sonra cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte hızlı bir kalkınma amaçlanmış, bu kalkınma çeşitli iktisadi politikalarla desteklenmiştir. Bu çalışmada 1923-1929 dönemi ve 1930-1939 dönemi ayrı ayrı incelenirken, inceleme esas olarak bu iktisadi politikalara etki eden meslek grupları üzerinden yapılacaktır. 1923-1929 Dönemi genel manzarası verilecek; bu dönem içerisinde var olan meslek grupları ve bu grupların -İzmir İktisat Kongresi esas alınarak- iktisadi politikalardaki rolünden, İş Bankası etrafındaki aferizm dalgasından ve Dokuz Umde kararlarından bahsedilecektir. 1929-1939 Dönemi genel manzarası verildikten sonra bu dönemde uygulanan devletçilik politikası ve bu politikaya çeşitli meslek gruplarının etkisi irdelenecektir.
The Ereğli-Zonguldak coal basin has been Turkey's source of hard coal since the second half of the nineteenth century. The region emerged as a coalfield over the last quarter of the nineteenth century and became one of the biggest... more
The Ereğli-Zonguldak coal basin has been Turkey's source of hard coal since the second half of the nineteenth century. The region emerged as a coalfield over the last quarter of the nineteenth century and became one of the biggest industrial centers of Turkey in the early Republican era. The male population of the basin, who formed the main source of underground labor power in the pits, allocated their working time between mining and agriculture sometimes by force, sometimes willingly. Although these workers witnessed many political, economic, and social changes in the history of Ottoman Empire and Republican Turkey, their part-time work patterns remained unchanged.
The “national economy” policy and state-led industrialization attempts of the single-party rule compelled the government to restructure the capital and labor aspects of coal mining, which resulted in the nationalization of coal mining under state ownership and the adoption of the compulsory labor system in 1940. The compulsory labor system, in turn, caused difficulties in the relationship between the state and the residents of the coalfield.
The Ereğli-Zonguldak coal basin was a microcosm of the labor-capital-state relations during the single-party era. The study at hand offers a comprehensive analysis of this microcosm, by focusing on the contentious relations between mine workers, private and public coal mining enterprises and the single-party rule during the period between 1920 and 1947. It aims to uncover the historical agency of the mine workers in making their own history.
...devletin / erkin yeniden inşası ve toplumun dönüştürülmesinde sanat ve özellikle tiyatro en sağlam ve en güvenilir araçlardan biridir. Zira sanatın ve tiyatronun manipülatif gücü tartışmasızdır. Bu açıdan bakıldığında sanatın... more
...devletin / erkin yeniden inşası ve toplumun dönüştürülmesinde sanat ve özellikle tiyatro en sağlam ve en güvenilir araçlardan biridir. Zira sanatın ve tiyatronun manipülatif gücü tartışmasızdır. Bu açıdan bakıldığında sanatın resmileştirilmesi ya da onun konjonktüre eklemlenme çabaları olağan olarak değerlendirilebilir.