Modern Türk Edebiyatı Research Papers (original) (raw)

Mazmun, klâsik Türk şiiri ile yolu kesişen herkesin aşina olduğu bir kavramdır. Bununla birlikte, onun tam olarak neyi kastettiğine dair tartışmalar devam etmektedir. Bazı araştırmacılar onu, klâsik şiirin kalıplaşmış benzetme dünyasını... more

Mazmun, klâsik Türk şiiri ile yolu kesişen herkesin aşina olduğu bir kavramdır. Bununla birlikte, onun tam olarak neyi kastettiğine dair tartışmalar devam etmektedir. Bazı araştırmacılar onu, klâsik şiirin kalıplaşmış benzetme dünyasını kastetmek için kullanırken bazıları ise zaten bir adı bulunan çeşitli edebî sanatları mazmun olarak nitelemiştir. Sözcüğün herhangi bir sınır çizilmeksizin gelişigüzel kullanımı, klâsik şiire ait herhangi bir hususu ifade etmek için mazmun teriminin tercih edilmesi sonucunu doğurmuştur. Elinizdeki kitap, beyitlerin arka plânına kusursuzca yerleştirilmiş mazmunları mercek altına almaktadır. Bu anlamda eser, daha önce mazmun örneği olarak aktarılan beyitleri sorgulamakta, literatüre yeni numuneler eklemektedir. Böylece, klâsik Türk şiirinin gizemli hüner gösterilerini deşifre ederek eski edebiyatseverlere bu geleneğin farklı bir yönünü tanıtmaktadır. Çalışmanın, beyitlerde gizlenen kavramları ifade eden “mazmun” terimini kitap hacminde işleyen ilk kaynak olduğunu belirtmekte fayda vardır.

Bu çalışmanın amacı Safiye Erol tarafından yazılan Ülker Fırtınası adlı romandaki aşk temasını Lee’nin (1977) aşk tarzları teorisi ve Aron, Aron ve Smollan’ın (1992) ben tasavvuruna ötekini katma modeli bağlamında incelemektir. Bu amaçla... more

Bu çalışmanın amacı Safiye Erol tarafından yazılan Ülker Fırtınası adlı romandaki aşk temasını Lee’nin (1977) aşk tarzları teorisi ve Aron, Aron ve Smollan’ın (1992) ben tasavvuruna ötekini katma modeli bağlamında incelemektir. Bu amaçla Nûran ve Sermet ile Nûman ve Eglantin arasındaki iki romantik ilişki incelemeye tabi tutulmuştur. Araştırma sonuçlarına göre Nûran eros, agape ve mania; Sermet eros, ludus ve mania; Nûman ludus, eros, mania ve agape; Eglantin ise ludus ve pragma aşk tarzlarına sahiptir. İlişkileri sırasında Nuran’ın ben tasavvuruna Sermet’i de kattığı gözlenmiştir. Bu çalışma iki güncel psikolojik yaklaşımı, ilk kez Ülker Fırtınası romanını incelemek üzere kullanarak Türkçe literatüre katkıda bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Ülker Fırtınası, aşk tarzları, benlik, ben tasavvuruna ötekini katma.

Postmodern dünya içinde bulunduğu kaotik yapının doğası gereği birçok unsurun birleşiminden oluşur. Bu çoklu yapı içerisinde görülen parçalılığın yol açtığı uyumsuzluk durumu insan yaşantısına doğrudan etki eder. Teknolojiden mimariye,... more

Postmodern dünya içinde bulunduğu kaotik yapının doğası gereği birçok unsurun birleşiminden oluşur. Bu çoklu yapı içerisinde görülen parçalılığın yol açtığı uyumsuzluk durumu insan yaşantısına doğrudan etki eder. Teknolojiden mimariye, bilimden sanata insan üretkenliğini esas alan tüm alanlarda kendini gösteren bu durum, üretimde bulunan kişi açısından karmaşık bir görüntünün biçimlendirilmesini zorunlu kılar. Sanatçı da bu etkinin kendisi açısından doğurduğu sonuçları çeşitli biçimlerde ürünler vererek/bu görüntüyü kendisine göre düzenleyerek ortaya koyar. Roman türü açısındansa böylesi bir ürün/tepki ancak dil üzerinden mümkündür. Dilin kullanımına bağlı olarak geliştirilen söylem evreni postmodern dünyanın karmaşasını hem içeriğe hem de biçime yansıtma gayesindedir.
1980 sonrası Türk romanında yaşanan çoksesliliğin neden olduğu çeşitlilik ve karmaşanın romanımızı dönüştürme noktasında önemli bir rol üstlendiği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu dönemde eser veren roman yazarlarından biri olan Şule Gürbüz hem üslup hem de içerik bağlamında roman türünü farklı bir yere taşımıştır. Yazar, bu çalışmada ele alınacak olan 1992 tarihli ilk eseri "Kambur"da kendi söylem evreninin yansımalarına dair ilk ipuçlarını ortaya koymuştur. Daha sonraki dönemlerde roman, hikâye ve deneme türünde verdiği eserlerde de “Kambur”da kurulmaya çalışan söylemi destekleyen Gürbüz’ün klasik yazın üslubunu çeşitli biçimlerde yıkma/parçalama gayesinde olduğu düşünülmektedir. Yazar, söylemini kimi zaman taban tabana zıt iki durum üzerinden "diyalektik duyuş" esasına bağlı olarak inşa ederken, kimi zamansa bu diyalektik duyuş yaklaşımını besleyen söylemlerin dolaylı bağlantılar üzerinden kurulduğu görülmektedir. Bu bağlamda, Gürbüz'ün postmodern bir roman yazarı olarak böylesi bir söylem biçimini benimsemesi üzerinden nasıl bir dil oluşturmaya çalıştığı üzerine odaklanılacak ve eserin anlatmak istedikleri noktasında "diyalektik duyuş" yaklaşımının postmodern romanın var oluşu noktasında sağladığı imkânlar üzerinde durulacaktır. Söz konusu romanın açtığı anlam alanları “okur merkezli” yorumlama tekniğiyle ele alınacak, özellikle roman kahramanı olarak seçilen “Kambur” tipinin arka planında yer alan düşünsel evrene yönelik değerlendirmelere yer verilecektir. Böylelikle yazarın kurmaya çalıştığı roman evreninde diyalektiğin ne ölçüde görünür kılındığı belirlenecek, postmodern söylemin izleri roman söylemine yansıdığı ölçüde tespit edilmeye çalışılacaktır. Bunu yaparken de romanda yer alan ifadelere yer verilerek söylemin doğrudan yorumlanmasına dayanan bir değerlendirme süreci işletilecektir.

Edebî ve kültürel çalışmalardaki “mekânsal dönüş”ün devamı niteliğindeki mekânsallık, yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren değişen gerçeklik algısıyla doğrudan ilişkilidir. Bu kitap boyunca, gerçek mekânın haritalama vasıtasıyla... more

Edebî ve kültürel çalışmalardaki “mekânsal dönüş”ün devamı niteliğindeki mekânsallık, yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren değişen gerçeklik algısıyla doğrudan ilişkilidir. Bu kitap boyunca, gerçek mekânın haritalama vasıtasıyla kırıldığına ve gerçekliğe farklı bir anlam verildiğine dikkat çekilmiştir. Mekân temsillerinin edebî çalışmalardan evvel gerçek haritalarla dönüştürüldüğüne işaret edilerek, her edebî metnin bir çeşit harita olduğu sonucuna varılmıştır. Bilişsel haritalama, jeoeleştiri, kartografi ve edebî coğrafya kavramlarına odaklanan Tally, haritaların algısal düzeyde gerçekliği dönüştürme ve yeniden kurma becerilerine dikkat çekerek mekânın, tamamlayıcı bir unsur değil, kurucu bir unsur olduğu düşüncesini öne çıkarır.

Onlar her şeylerini; mallarını, canlarını cananlarını ortaya koyarlar davaları için. Yaz-kış, soğuk- sıcak, uzak-yakın, sağlık-sıhhat, açlık susuzluk demezler. Ücret beklemezler yaptıkları işler için. Gönül yaparlar, bütün kırık... more

Onlar her şeylerini; mallarını, canlarını cananlarını ortaya koyarlar davaları için. Yaz-kış, soğuk- sıcak, uzak-yakın, sağlık-sıhhat, açlık susuzluk demezler. Ücret beklemezler yaptıkları işler için. Gönül yaparlar, bütün kırık gönülleri. Sevgi doludur yürekleri, yaratan- dan ötürü her şeyi, herkesi severler. Başkaları için yaşarlar, başkalarına yol açarlar. Kendilerini hiç düşünmezler. Onların görevi dikenler arasında güller, karlar arasında kardelen ye- tiştirmektir. Nereye gitseler akılları hep o güllerdedir. Korku yoktur gözlerinde. Ancak yüreklerinde, “Geç mi kaldık bu ku- rak çölleri sulamaya?” korkusunun hesabı vardır. İşlerinde ivedidirler onlar, hiç durmazlar. Bir seher vakti sessizce çı- karlar yola, gecenin karanlığında ulaşırlar gidecekleri yerlere. O karanlığı aydınlığa çevirirler. Dönmek için gitmezler onlar, ölmek için giderler. Onlar her işlerinde bir hikmet, bir ışık ararlar. O ışığın peşinde koşarlar bir ömür boyu. Rahmet kaynaklıdır ilhamları. Verilen vazifeye itiraz etmezler, itaat ederler. Onlar gittikleri yere soluk götürürler, bolluk görürler, huzur götürürler. Onları beklediler yıllardır zulüm altın- da inleyenler. “Nerede kaldınız? Gözlerimiz yollarda kaldı” dediler onlara. Onlar da geç kalmanın ıstırabını duydular da kendilerini hesaba çektiler. Dünyanın dört bir ucunda mezarları vardır onların. Tarih- teki büyük davalar da hep böyle başlamıştır. Onlar, Sürgün Ülkesi Kırım’a varmak için denizin ötesine yelken açtılar. Yeni Giraylar yetiştirmek için otağlarını “Süren” adlı bir yere kurdular.

Vatanını kaybetmiş ve bir daha dönüp onu görememenin acısını derinden yaşamış biri olan Cengiz Dağcı, Türkçeyi kendine vatan bilmiş ve vatanı Kırım’ı yazdığı her cümleyle adeta coğrafyadan çıkartıp Türklük muhayyilesinin en pak yerine... more

Vatanını kaybetmiş ve bir daha dönüp onu görememenin acısını derinden yaşamış biri olan Cengiz Dağcı, Türkçeyi kendine vatan bilmiş ve vatanı Kırım’ı yazdığı her cümleyle adeta coğrafyadan çıkartıp Türklük muhayyilesinin en pak yerine işlemiştir. Hakkında akademik yayınlar hazırlamış isimlerin makale­lerinden oluşan Vatanı Dilinde Cengiz Dağcı Kitabı, dört bölümden oluşmaktadır. Bi­rinci bölümdeki yazılar, Dağcı’nın romanlarına dair değerlendirmelerden, ikinci bölümdekiler ise daha çok Dağcı’nın dili ve zihni arasındaki ilişki üzerinde duran yazılardan oluşmaktadır. Kitabın üçüncü bölümü ise, Dağcı’nın çok az bilinen şairliği ve şiirleri hakkındaki iki yazıdan oluşmaktadır. Dağcı, Türkiye’de daha çok romancılığı ve romanları ile tanınmaktadır. Ancak onun hem Kırım senelerinde, hem de sonraki yıllarda dergilerde kalmış şiirleri de vardır. Bu şiirler, bugün Kırım Türkçesi ile Kırım’da yayınlanmış bulunmaktadır. O sebeple çalışmanın bu bölümü, Dağcı’nın şiir­lerine ve şairliğine dair orijinal bilgiler içermektedir. Son bölümde de, onun eserlerinde önemli bir yer tutan Kırım halk kültürünün değerine işaret eden yazılar mevcuttur.

Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi, Yıl: 65 Cilt: CX Sayı: 769 s: 111- 112.

Yazının icat ediliş sürecinde görsellikten yararlanılmıştır. Nesne ve durumlar görüldükleri şekilde yüzeylere çizilerek sembolleşmeye başlamış, zaman içinde yalınlaşarak işaretlere dönüşmüştür. Resimyazıdan sesyazıya geçilene dek... more

Yazının icat ediliş sürecinde görsellikten yararlanılmıştır. Nesne ve durumlar görüldükleri şekilde yüzeylere çizilerek sembolleşmeye başlamış, zaman içinde yalınlaşarak işaretlere dönüşmüştür. Resimyazıdan sesyazıya geçilene dek görselliğin yazı üzerindeki etkisi farklı coğrafya ve kültürlerde hakimiyetini korumuştur. Günümüzde görsel imge ve yazı birbirinden ayrı tutulsa da aralarındaki etkileşim devam etmektedir. Bu etkileşim özellikle sanatta görülmektedir. Somut ve görsel şiirler, edebiyat ve resim sanatlarının etkileşim halinde olduğu
disiplinler arası eserlerdir. Harf, hece ve/veya sözcüklerin görsel algılamaya hitap edecek şekilde yerleştirildiği ve plastik elemanlara dönüştüğü bu şiirler; yazı unsurlarının görsel imgeye dönüşmesine dayanmaktadır. Şiirde biçimsel görsellik arayışı milattan önceki çağlara dayanır. Ancak somut şiirin bir akım olarak ortaya çıkışı, 1950’li yıllarda olmuştur. Diğer sanat hareketleri gibi somut şiir akımı da İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, bir dönüşüm ve yenilik arayışı olarak birçok farklı ülkede yakın zamanlarda örneklerine rastlanılan bir türdür. Somut şiirlere daha sonra benzer bir tür olan görsel şiirler eklenmiştir. Somut ve görsel şiirlerde anlam ve biçim neredeyse eşit derecede önemlidir. Hatta kimi zaman biçim, anlamın önüne geçebilmektedir. Bu türler, okurun eserle
görsel temas kurmasının amaçlandığı çok boyutlu ve etkileşime açık eserlerdir. Çalışmada, somut ve görsel şiirlerin ortaya çıkışı ve gelişimi; ilk örnekleri ve güncel çalışmalar üzerinden anlatılarak resim ve edebiyat sanatları arasında kurdukları etkileşim incelenmiştir.

Prof. Dr. Bilge Ercilasun'un "Edebiyat Tarihi ve Tenkit" adlı eseri üzerine bir tanıtım yazısı...

Commentaire linéaire sur le poème « Que c'est beau de penser à toi de Nâzim Hikmet ». L'Éducation nationale en France du cours de français est remarquablement bien organisée. Ayant été professeure dans plusieurs systèmes, je pourrais... more

Commentaire linéaire sur le poème « Que c'est beau de penser à toi de Nâzim Hikmet ». L'Éducation nationale en France du cours de français est remarquablement bien organisée. Ayant été professeure dans plusieurs systèmes, je pourrais affirmer que j'ai adoré enseigner la littérature dans un Lycée français puisque le programme fait de son mieux pour former des élèves sensés et réfléchis qui sont capables d'analyser des textes de tous niveaux. C'est la raison pour laquelle, aujourd'hui, je décide de faire une analyse en français d'un poème de la littérature turque en suivant la méthodologie française. Le poème choisi est intitulé : « Que c'est beau de penser à toi ». Voici la traduction du poème qui précède le bref commentaire littéraire: « Que c'est beau de penser à toi A travers les rumeurs de la mort et de la victoire Penser à toi quand on est en prison et quand on a passé la quarantaine. Que c'est beau de penser à toi Voici une main oubliée sur une étoffe bleue Et voici dans tes cheveux La mollesse fière de ma terre d'Istanbul C'est comme un autre homme en moi Le bonheur de t'aimer L'odeur restante des feuilles de géranium sur tes doigts Un confort ensoleillé Et l'invitation du corps Et l'obscurité sombre et noire Divisée par des lignes rouges vives. Que c'est beau de penser à toi D'écrire pour toi De te regarder couchée sur le dos Dans ma cellule Un mot que tu as dit tel jour, tel endroit Pas le mot en lui-même mais cette façon qu'il y avait de contenir tout un monde Que c'est beau de penser à toi je vais encore sculpter pour toi des choses Faire une petite boîte, une bague Tisser trois mètres de soie

Gelenekle bağlarını koruyan bir gelecek anlayışı ile insanlığın temel meselelerini kaleme alan Cengiz Aytmatov, eserlerinde vücuda getirdiği üslup ve muhteva ile 20. yüzyılın büyük romancılarından olmayı başarmış bir yazardır. Kendi... more

Gelenekle bağlarını koruyan bir gelecek anlayışı ile insanlığın temel meselelerini kaleme alan Cengiz Aytmatov, eserlerinde vücuda getirdiği üslup ve muhteva ile 20. yüzyılın büyük romancılarından olmayı başarmış bir yazardır. Kendi deyişi ile eserlerinde "tipik insan"ı portreleme çabasında olan yazar, eserlerinin olay örgüsünü geçmiş ve tarihi miras kaynaklarıyla besler. Kırgızca ve Rusça kaleme aldığı eserlerini destan, masal, türkü gibi halk kültürü motifleri ile zenginleştirirken; halkın içine düştüğü zorluk ve acıların yol açtığı sorunlara çözüm odaklı yaklaşmayı da ihmal etmez. Yani Aytmatov"un eserleri destanlardan, masallardan beslendiğinde dahi yaşamın gerçekleri ile bağlarını sımsıkı korur. Eserleri vasıtası ile insanlara zorluklarla mücadele etme gücü, umudu ve inancı aşılamaya çalışan Aytmatov, 1961"de yayımlanan İlk Öğretmen adlı hikâyesinde de bu izleği ön plana çıkarır. Ebeveynler ve öğretmenler çocuklara karşı önemli sorumlulukları olan kişilerdir. Çocukların hayal ve yeteneklerine saygı duyularak onlara sunulan eğitim olanakları iyi yetişmelerindeki en önemli etmenlerdendir. İçerdiği tarihi, politik, sosyolojik, ekonomik ve eğitsel olgular bakımından çok yönlü ele alınıp irdelenebilecek bir muhtevaya sahip olan İlk Öğretmen adlı hikâye bu çalışmada, eğitim ve öğretmenin birey ve toplum yaşamındaki önemine yaptığı tematik vurgular bağlamında ele alınarak; öğretmenlik mesleğinin insan yaşamındaki rolü ve önemi üzerinde durulacaktır.

3. ULUSLARARASI BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR KONGRESİ, 9-12 EYLÜL 2018, KOZAKLI ( UBAK), ABSTRACTS

Nazlı Eray, Ay Falcısı kitabı üzerine bir inceleme.

Birçok Türk edebiyatı tarihi kitabında, Türk edebiyatı isimler sözlüğünde ve bilimsel makalede, Yüzbaşı Selahattin’in Romanı adlı eser, İlhan Selçuk’un ilk ve tek romanı olarak gösterilmektedir. Ancak daha çok deneme, düşünce ve gazete... more

Birçok Türk edebiyatı tarihi kitabında, Türk edebiyatı isimler sözlüğünde ve bilimsel makalede, Yüzbaşı Selahattin’in Romanı adlı eser, İlhan Selçuk’un ilk ve tek romanı olarak gösterilmektedir. Ancak daha çok deneme, düşünce ve gazete yazılarıyla tanınan Selçuk’un, Yüzbaşı Selahattin’in Romanı’na yazdığı ön sözde ifade ettiği düşünceler, aslında söz konusu kitabın türü ve yazarının kim olduğu konusunda var olan ön kabullerin sorgulanması gerektiğini düşündürür. Çünkü Selçuk, bahsedilen ön sözde, Dr. Cengiz Yurtoğlu’nun, babası Yüzbaşı Selahattin’e ait anı defterlerini kendisine getirdiğini ve kendisinin birtakım eksiltmeler ve düzenlemelerle kitabı yayımladığını dile getirir. O hâlde bu noktada sorulması gereken soru, Yüzbaşı Selahattin’in Romanı adıyla yayımlanan kitabın roman türüne mi; yoksa anı türüne mi dâhil edilmesi gerektiğidir. Bununla birlikte ilk soruyla doğrudan bağlantılı olarak kitabın gerçek yazarının kim olduğu da tartışılmalıdır. Bu makalede, temel olarak, Yüzbaşı Selahattin’in Romanı’nın, bilinenin aksine roman türüne değil, anı türüne dâhil edilmesi gerektiği savlanacaktır. Dolayısıyla Yüzbaşı Selahattin’in Romanı’nın yazarının İlhan Selçuk olmadığı, onun kitabı yayına hazırladığı ileri sürülecektir. İfade edilen görüşün kanıtlanma sürecinde, üstyorum, okuma kontratı ve suje kavramlarına başvurulacaktır. Buna göre, İlhan Selçuk’un bazı sözleri ve bilhassa arka kapak üzerinden oluşan üstyorum zinciri, her ne kadar ele alınan metni roman türüyle ilişkilendirse de, kitabın ön sözünde İlhan Selçuk tarafından ortaya konan okuma kontratı ve Rus Biçimcileri’nin suje kavramı göz önünde bulundurulduğunda Yüzbaşı Selahattin’in Romanı’nın Selahattin Yurtoğlu tarafından kaleme alınan anı kitabı olduğu ortaya çıkacaktır.

Birkaç on yıl önce eşimle birlikte İstanbul’a yaptığımız seyahatte, kendini şehir ve onun büyüsü için bizim rehberimiz ilan eden çok genç bir sokak satıcısı tarafından “sahiplenildik.” Böylesi bir sahiplenilmekten memnun olmuştuk, bir çok... more

Osmanlı İmparatorluğu’nun fiilen yıkılıp Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar geçen mücadele sürecini ihtiva eden Mütareke dönemi, geniş açılımlarıyla Türk romanında da sıklıkla işlenen konular arasındadır. Çocukluğu ve ilk gençliği... more

Osmanlı İmparatorluğu’nun fiilen yıkılıp Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluşuna kadar geçen mücadele sürecini ihtiva eden Mütareke dönemi,
geniş açılımlarıyla Türk romanında da sıklıkla işlenen konular arasındadır.
Çocukluğu ve ilk gençliği Osmanlı’nın son yıllarına tekabül eden Peyami
Safa, ilk kalem tecrübelerinden itibaren bizatihi şahit olduğu Birinci Dünya
Savaşı ve Millî Mücadele sürecini Sözde Kızlar (1923), Şimşek (1923),
Mahşer (1924), Bir Akşamdı (1924) ve Biz İnsanlar (1959) adlı
romanlarında gündeme getirmiş, mücadelenin cephedeki karşılığından
ziyade arka planında kalan farklı yüzünü roman dilinin imkânlarından
faydalanarak işlemiştir. Onun cepheden uzak tavrı eleştirmenler tarafından
zaman zaman tenkit edilmesine rağmen romanlarda savaş ortamını geniş
boyutlarda ve farklı açılımlarla değerlendirmesi, söz konusu eleştirileri
haksız çıkaracak niteliktedir. Bu çalışmada Peyami Safa’nın ilk romanı
Sözde Kızlar ile son romanı olarak kabul edilebilecek Biz İnsanlar dikkate
alınarak Millî Mücadele’nin cephe gerisindeki sivil hayatta ve toplumsal
ilişkilerde nasıl karşılık bulduğu, hangi hassasiyetlerle gündeme getirildiği
değerlendirilecektir. Ayrıca her iki romanın yazılma tarihleri arasında
gerçekleşen toplumsal ve siyasal dönüşümün yazarın Millî Mücadele’ye
bakışını değiştirip değiştirmediği de tartışılacaktır.

Yaşadığı dönemde herhangi bir edebî topluluğa katılmayan Nahid Sırrı Örik, özellikle roman ve hikâyeleriyle adını günümüze taşıyan yazarlardan birisidir. Yazarın Eve Düşen Yıldırım adlı hikâyesinin incelendiği makale, başlıca beş bölümden... more

Yaşadığı dönemde herhangi bir edebî topluluğa katılmayan Nahid Sırrı Örik, özellikle roman ve hikâyeleriyle adını günümüze taşıyan yazarlardan birisidir. Yazarın Eve Düşen Yıldırım adlı hikâyesinin incelendiği makale, başlıca beş bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde öncelikle yazarla ilgili kısa bir bilgi verildikten sonra hikâyenin künyesine ve hikâye hakkında çıkan tartışmalara değinilmiştir.
Konu bölümünde hikâyenin muhtevası ayrıntılı bir şekilde anlatılmış, tema başlığında ferdî ve sosyal temaların birlikte kullanıldığı bilgisine ulaşılmıştır. Yapı bölümü; olay örgüsü, şahıs kadrosu, zaman, mekân, dil ve anlatım olmak üzere beş alt başlıkta ayrıntılı olarak değerlendirilmiştir. Olay örgüsünde hikâyenin gerilim noktalarını oluşturan belli başlı olaylar ele alınarak kahramanlar arasındaki çatışma unsurları ortaya konulmuştur. Şahıslar ise öncelikle fiziki özellikleri ile tanıtılmış ve sonrasında şahısların hikâyedeki ayırıcı niteliklerine yer verilmiştir. Zaman bahsinde hikâyenin vaka zamanı ve sosyal zamanı belirlenmiştir. Hikâyenin dış mekânı Ankara’dır ve bunun yanında Cebeci’deki ev ise iç mekânı oluşturur. Son olarak dil ve anlatım bahsinde de yazarın üslubu ve hikâyede kullanılan temel anlatım tarzları örnekler verilerek kısaca açıklanmıştır. Sonuç bölümünde ise yazarın güzellik tutkusuna vurgu yapılarak Eve Düşen Yıldırım’ın yazarının edebî anlayışını yansıtan tipik bir hikâye örneği olduğu bulgusu saptanmıştır.

Турецкая драматургия на современном этапе-одна из наиболее ярких, динамично развивающихся областей куль-туры Турции, в которой нашли художественное воплощение как вопросы, волнующие непосредственно турецкое обще-ство, так и проблемы... more

Турецкая драматургия на современном этапе-одна из наиболее ярких, динамично развивающихся областей куль-туры Турции, в которой нашли художественное воплощение как вопросы, волнующие непосредственно турецкое обще-ство, так и проблемы общемирового звучания. Данная ста-тья посвящена исследованию некоторых общих тенденций развития национальной драматургии ХХ-начала ХХI вв., отражающих проблемно-содержательные изменения в ее со-ставе и получивших свое наиболее полное выражение в пье-сах, разрабатывающих семейно-бытовую проблематику.

Güneşli bir Ankara günü Aydın Hocamla Kızılay'da buluştuk. Biraz heyecanlıydım. Biraz da soruları hazırlayabilmek için gece uykusuz kalmanın ceremesini çekiyordum. Aklımda neyi nasıl sorsam düşünceleri dönüp duruyor, bir yandan da uykusuz... more

Güneşli bir Ankara günü Aydın Hocamla Kızılay'da buluştuk. Biraz heyecanlıydım. Biraz da soruları hazırlayabilmek için gece uykusuz kalmanın ceremesini çekiyordum. Aklımda neyi nasıl sorsam düşünceleri dönüp duruyor, bir yandan da uykusuz zihnimin beni hocaya karşı mahcup etmesinden çekiniyordum. Bu düşüncelerle anlaştığımız kafede oturup beklemeye başladım. Çok bekletmeden göründü Aydın Hoca. Gelir gelmez muhabbet etmeye başladık. Nasıl olduğunu anlamadan akademiden, toplumdan, kültür-sanattan bahsettiğimiz sıcak bir sohbetin içinde buldum kendimi. Aydın Hoca'nın samimi tavrı, nazik davranışları yavaş yavaş üzerimdeki çekingenlikten kurtulmamı sağladı. Yaklaşık üç saat süren görüşmemizden sonra bir dost kalple tanışmanın mutluluğu ve kitabı üzerine yapılmış söyleşiden çok daha fazlasıyla ayrıldım yanından. Sohbetimizin renkli anlarına eşlik edemeseniz de sizi kitap hakkında yaptığımız söyleşiyle baş başa bırakmak istiyorum.