Hakikat Research Papers - Academia.edu (original) (raw)

Gündelik dilde daha çok güzel kelimesini karşıladığı düşünülen estetik kavramı, sadece güzele indirgenemeyecek derecede derin ve çok katmanlı bir sanatsal varoluşu anlatmaktadır. Bir sanat eseri için bu çok katmanlı varoluş ve insan... more

Gündelik dilde daha çok güzel kelimesini karşıladığı düşünülen estetik kavramı, sadece güzele indirgenemeyecek derecede derin ve çok katmanlı bir sanatsal varoluşu anlatmaktadır. Bir sanat eseri için bu çok katmanlı varoluş ve insan bedeni arasında yakın bir bağ söz konusudur. Çağlar boyunca düşünürlerin pek çoğunun ilgisini çeken bu konuyu günümüzde geniş bir literatüre bakarak daha iyi anlayabiliyoruz. Pek çok düşünürünse estetik kavramına veya felsefesine hiç değinmeden dolaylı olarak bu alana katkıları olduğunu ifade etmek de mümkün gözükmekte. Bu dolaylı katkının sebebi estetik felsefesinin, bilgi, varlık, ahlak, siyaset, bilim ve din felsefeleriyle sürekli ilişki hâlinde olmasıdır. Bu nedenle düşünürlerin çoğu sanat veya estetik felsefesine hiç değinmese bile estetik felsefesinin de alanına giren kavramlar veya fenomenlerle ilgili düşünmüş ve yazmıştır. Günümüzde tüm bu çalışmalarla estetik kavramını pek çok bakış açısından ele almak mümkündür. En genel tanımıyla, okuyacağınız metin gerçeklik ve hakikat bağlamında insan bedeninin etkilenişinin sinema filmleriyle nasıl sağlandığını açıklamayı hedeflemektedir. Estetik kavramının kabul gören pek çok tanımından birisi de estetiğin insan bedeni üzerine geliştirilen bir söylem olmasıdır. İnsan bedenini bir tür aracı olarak tanımlayabilir, bedenin etkilenişleriniyse duygu kavramı çerçevesinde açıklayabiliriz. Ötekilerden etkilenen ve onları etkileyen, duygulanan veya duygulandıran insan bedenine sanat eserleri de benzer ancak yapısal olarak oldukça farklı müdahaleler yapabilmektedir. Tüm sanat tarihi, bu bağlamda, sanat eserlerinin insan bedenine yaptığı etkinin ve duygunun tarihidir. Bu tarih bize gösterir ki kimi zaman sanatsal gerçeklikler fiziki gerçekliklere kıyasla daha etkili olabilmiştir. Fiziki gerçeklikten daha etkili olabileceği pek çok düşünür tarafından da ifade edilen sanatsal gerçeklik, bu etkiyi beden üzerinden duygu vasıtasıyla gerçekleştirmektedir. Bu etkinin benzerini günümüzde medyanın yoğun bir şekilde devam ettirdiğini gözlemliyoruz. Sanat alanındaysa kitlelere ulaşma potansiyeli daha fazla olan sinemanın duygu üretimini gerçekleştirmede ve fiziki dünyanın etkilerini aşmada diğer sanat dallarına kıyasla avantajlı olduğunu söyleyebiliriz. Sinema estetiğinden söz etmek adına bedenlerin etkilenişlerinin açıklığa kavuşturulması bu çalışmanın amaçlarından birisidir. Okuyacağınız metin, ontolojik olarak diğer tüm sanatlardan farklı bir varoluşa sahip olan sinema eserlerinin estetik bir fenomen olarak belirebilmesinin nasıl mümkün olabileceğini sorgulamaktadır. Bu sorgulama esnasında estetik kavramıyla pek çok kavram arasındaki yakın ilişki de ortaya koyulmak istenmiştir. Felsefenin diğer alanlarıyla işbirliği yapılarak, estetik felsefesi ve temel sorunsallar üzerinde ilerleyen metinde gerçeklik ve hakikat kavramları odağa alınmış, düşünce, duygu, bilgi, imge, bellek, nesneleşme gibi bu kavramların estetik felsefesi ve sinema estetiğiyle bağlantıları kurulmuştur. Toplumsal alanda verilen mücadelelerin başında öznelerin, grup veya kurumların gerçeklikler yaratma mücadelesi gelmektedir. Kültürün tüm alanlarında yaratılan gerçekliklerin özneler tarafından hakiki olarak kabul edilmesi durumunda, yani toplumsal alanda hakikate ulaşıldığı kanısının hâkim olmasıyla gerçeklik arayışının son bulduğunu söyleyebiliriz. Örneğin Antik Yunan’daki yönetim hakkının tanrılar tarafından asillere verilmesi durumu üretilen bir gerçekliktir. Bu gerçekliğin toplumsal alanda kabul bulması, doğru ve hakiki olarak görülmesi durumunda yeni gerçekliklerin aranması bir süreliğine son bulacaktır. Özneler için sosyal alandaki fenomenlerle ilgili gerçeklik arayışının son bulmasıysa bir çeşit toplumsal özneliğe işaret etmektedir. Çeşitli bakış açılarından üretilen bu gerçekliklerin hakikat olarak kabulünü sağlama noktasında sanatın ve sinemanın diğer pek çok parametre gibi özneler üzerinde oldukça büyük bir etkisi olduğu açıktır. Gerçekliğin üretimi ve bilgi, bilgiyle düşünce, düşünceyle duygu bağlantıları bu nedenle çalışmanın çatısını oluşturmaktadır. Sinema eserlerinin estetik varoluşları bu çalışmada pek çok açıdan işlenmektedir. Bir sinema eserinin nesne olarak varoluşu ve bu varoluşun çok katmanlı yapısı metinde okurlara detaylı bir şekilde sunulmaktadır. Bu sunumun temel amacı film yapım sürecinde biçim ve içerik birlikteliklerinin nasıl sağlanacağının kurumsal düzlemde ortaya koyulmasıdır. Çalışmanın temel savı salt biçim olarak var olan veya içeriği uygun bir biçimle sunamayan sinema filmlerinin estetik bir fenomene dönüşemeyeceğidir. Temel beklenti tinsel bir içeriğin bu içeriğe en uygun şekilde biçimlendirilmesidir. Başka bir ifadeyle şayet bir film içerik veya biçim sorunu yaşıyorsa alımlayıcıda oluşması beklenen gerçeklikler ve duygular ortaya çıkmayacaktır. Bu durum yaratılan gerçekliğin hakikate dönüşememesi anlamına da gelir.
Tüm filmler her ne içeriğe sahip olursa olsun pratikte bilinçli veya bilinçsiz olarak imgesel alanda bir mücade içindedir ve gerçeklikler üreterek bu gerçekliklerin izleyende hakikate dönüşmesini hedeflemektedir. Bu mücadeleyi olanaklı kılan ve farklı bakış açılarının ifadesini mümkün hâle getirense sanat eserlerinin manevi ve maddi katmanlarıyla fiziki dünyadaki diğer nesnelerden farklı bir varoluşa sahip olmasıdır. Objektivasyon kuramını temel alarak işlenen bu özel varoluş veya nesneleşme ekseninde sinema eserlerinin varlıkları çalışmada manevi ve maddi tabakalarına ayrılarak gerçeklik ve hakikat kavramları bağlamında detaylı olarak sunulmuştur.

ABSTRACT: Minimalists about truth contend that traditional inflationary theories systematically fail to explain certain facts about truth, and that this failure licenses a 'reversal of explanatory direction'. Once reversed, they purport... more

ABSTRACT: Minimalists about truth contend that traditional inflationary theories systematically fail to explain certain facts about truth, and that this failure licenses a 'reversal of explanatory direction'. Once reversed, they purport that their own minimal theory adequately explains all of the facts involving truth. But minimalists' main objection to inflationism seems to misfire, and the subsequent reversal of explanatory direction, if it can be made sense of, leaves minimalism in no better explanatory position; and even if the objection were serviceable and the reversal legitimate, minimalists' adequacy thesis is still implausible.

Ilmu Sejarah dan Pendidikan Sejarah merupakan dua hal serupa tapi tak sama, lalu apakah ilmu sejarah dan pendidikan sejarah sama atau justru berbeda ? ada dua kemungkinan, yaitu Pertama adalah bahwa keduanya sebetulnya memiliki kodrat... more

Ilmu Sejarah dan Pendidikan Sejarah merupakan dua hal serupa tapi tak sama, lalu apakah ilmu sejarah dan pendidikan sejarah sama atau justru berbeda ? ada dua kemungkinan, yaitu Pertama adalah bahwa keduanya sebetulnya memiliki kodrat yang sungguh berbeda, Kedua, pada hakikatnya prodi Pendidikan Sejarah dan Ilmu Sejarah memang dikodratkan memiliki banyak kesamaan dari sejak awalnya.

Penelitian kualitatif dilakukan pada kondisi alamiah dan bersifat penemuan. Dalam penelitian kualitatif, adalah instrumen kunci. Oleh karena itu, penelitian harus memiliki bekal teori dan wawasan yang luas jadi... more

Penelitian kualitatif dilakukan pada kondisi alamiah dan bersifat penemuan. Dalam penelitian kualitatif, adalah instrumen kunci. Oleh karena itu, penelitian harus memiliki bekal teori dan wawasan yang luas jadi bisa bertanya, menganalisis, dan mengkonstruksi obyek yang diteliti menjadi lebih jelas. Setiap penelitian baik penelitian kuantitatif maupun kualitatif selalu berangkat dari masalah. Namun terdapat perbedaan yang mendasar antara “masalah” dalam penelitian kuantitatif dan “masalah” dalam penelitian kualitatif. Kalau dalam penelitian kuantitatif, maslah yang akan dipecahkan melalui penelitian harus jelas, spesifik dan dianggap tidak berubah. Tetapi dalam peneltian kualitatif, masalah yang dibawa oleh peneliti masih remang-remang. Oleh karena itu, masalah dalam penelitian kualitatif masih bersifat sementara dan akan berkembang atau berganti setelah peneliti berada di lapangan. Penelitian kualitatif lebih menekankan pada makna dan terikat nilai. Penelitian kualitatif digunakan jika masalah belum jelas, untuk mengetahui makna yang tersembunyi, untuk memahami interaksi sosial, untuk mengembangkan teori, untuk memastikan kebenaran data, dan meneliti sejarah perkembagan.
Berdasarkan uraian di atas, maka kami sebagai penulis akan lebih lanjut membahas tentang, yaitu: 1) Pengertian evaluasi kurikulum, 2) Tujuan evaluasi kurikulum, 3) Implementasi dan evaluasi kurikulum, 4) Evaluator kurikulum, 5) Aspek-aspek kurikulum yang dinilai,

Pozitivizm, geleneksel felsefi anlayışların büyük bir bölümünü ve bu anlayışların açığa çıkardığı problemleri metafizik olarak adlandırarak kendisinden ayırmaktadır. Fakat bununla birlikte, kendisi, Platon ve Aristoteles’te kökleri... more

Pozitivizm, geleneksel felsefi anlayışların büyük bir bölümünü ve bu anlayışların açığa çıkardığı problemleri metafizik olarak adlandırarak kendisinden ayırmaktadır. Fakat bununla birlikte, kendisi, Platon ve Aristoteles’te kökleri bulunan doğruluğun uygunluk kuramının izleyicisidir. O halde, pozitivizm, bu kuramı kabul ederek bilimsel bilgiyi kendisine konu edindiğinde, epistemoloji tarihinin bilgiye ve ‘doğruluk’a ilişkin problemini de devralmış olmaktadır. Ancak, pozitivizmin konu edindiği bilgi, geleneksel felsefi bilgi olan epistemeden farklıdır. Bu bilgi, 19. yüzyıl biliminden doğmuştur ve felsefi düşünce için yeni bir boyuttur. Bu metinde, pozitivizmin ‘yeni’liği ve uygunluk kuramı bağlamında gelenekselliği Hempel düşüncesi üzerinden ele alınacak ve tartışılacaktır.

Nietzsche’nin doğruluk ve bilgi hakkındaki görüşleri onun felsefesinin en fazla karanlıkta kalmış bölümüdür. Bunun bir nedeni, onun bu görüşlerinin yayımlanmış eserleri ve yayımlanmamış notlarında dağınık bir şekilde bulunmasıdır.... more

Prophethood is one of the three pivotal principles of religion, together with deity and hereafter. Its relevance with the revelation is the founding doctrine of religion in terms of symbolizing communication between God and humans.... more

Prophethood is one of the three pivotal principles of religion, together with deity and hereafter. Its relevance with the revelation is the founding doctrine of religion in terms of symbolizing communication between God and humans. Considering this importance, naturalists, who deny God’s intervention in the universe and that God sent revelations to show the true path to people, try to create suspicion on the nature and content of the divine speech to shake the religious belief. For this purpose, they brought up the historical personalities of the prophets, and the parables of the prophets were reflected in the form of mythological stories by them. In this sense, one of the stories that naturalists associate with mythology in terms of authenticity is the Parable of Noah. According to some naturalists whose culture definitions are based on Eurocentric values, the origin of Noah’s Parable in the Qur'an and other holy books is the legend of Atlantis. In our text designed to evaluate this claim of naturalists, the fact that the Noah Flood and the legend of Atlantis are different events in terms of truth and originality, and the thesis that the Atlantis legend was inspired by the Parable of Noah, was justified in terms of place and time.

Özet: Heidegger yirminci yüzyılın en önemli filozoflarından biridir. O düşünce serüvenine Varlığın anlamını sorarak başlamıştır diyebiliriz. Bu soru Varlığın nasıl açığa çıktığını sormak demektir. Burada Varlığın açıklığı olarak hakikat,... more

Özet: Heidegger yirminci yüzyılın en önemli filozoflarından biridir. O düşünce serüvenine Varlığın anlamını sorarak başlamıştır diyebiliriz. Bu soru Varlığın nasıl açığa çıktığını sormak demektir. Burada Varlığın açıklığı olarak hakikat, hep gizlenme bağıyla birlikte düşünülür. Bu makalede Heidegger'in bir yazgı anlayışı olup olmadığı temel problemdir. Bu bağlamda yazgının anlamını açığa çıkarmaya çalışırken, yazgının açığa çıkma tarzlarıyla karşılaşılmıştır. Her durumda yazgının karşılıklı ilişkiler/bağlar içinde açığa çıktığı görülmüştür. Böylelikle öne çıkan kavram ilişki/bağ olur. Dolayısıyla Heidegger'in yazgı anlayışını ilişki temelinde düşünmek, geleneksel yazgı anlayışının dışına çıkmamıza imkân sunar. Bu ise anlamanın başlangıç noktasını taraflardan biri oluşturmuyor demektir. Bir anlama tarzı olarak, tarafların ne olduğuna değil de aralarındaki ilişkiye yönelmek, göremediğimiz bir sürü imkânın açığa çıkmasını sağlayabilir. Öncelikle bize bir açıklık sunar. Varlıktaki çokluğun birliğini, onların birbirine ait olduğunu uzaktan da olsa duyurabilir. Taraflardan birine takılıp kalmayarak yeni bir şeyle karşılaşmanızı sağlayabilir. Böylece yazgının beş tarzda açığa çıkan ilişkilerin ilişkisi olduğu görülebilir. Burada kullanılan yöntem hermenötiğe ve fenomenolojiye dayanılarak ulaşılan karşılıklı okuma yöntemidir. Abstract: Heidegger is one of the most important philosophers of 20th century. He starts his thinking adventure by asking the meaning of Being. In another way this question asks how Being started to occur. The truth as Being's openness, is always thought with the bound of hiding. In this article, fundamental problem is whether Heidegger has an understanding of destiny. In this context, besides trying to occur, the meaning of destiny, the manners of destiny to occur have been encountered. In every situation, destiny starts to occur in mutual relationships. Thus, the prominent concept is relationship/bond. Therefore, thinking Heidegger's understanding of destiny on the base of relationship, makes going beyond traditional understanding of destiny possible. That means the starting point of understanding is not created by one of the sides. As a way of understanding, heading for the relationship between sides, instead of what they are; provides lots of opportunities that are not seen by us to occur. Primarily, it presents an openness to us. It can announce the entirety of muchness in Being, that they belong with each other, despite not being clear. It prevents being stuck to one of the sides and can provide we encounter a new thing. Thus, it can be seen that destiny is the relationship of relationships that present in five manners. The method used in here is the Mutual Reading Method which is reached by relying upon hermeneutic and phenomenology.

The ideas of Mustafa Kemal Atatürk on Nation and Turcic Lands in Asia

Özet Gerçekliği özümsemenin bilimi olarak tanımlanan estetik sadece güzel ile ilgili değildir. Estetik fenomenin ontolojisinin de inceleneceği bu çalışmada güzelin dışında başka kategorilerin ve özellikle de çirkinin nasıl mümkün olduğu... more

Özet Gerçekliği özümsemenin bilimi olarak tanımlanan estetik sadece güzel ile ilgili değildir. Estetik fenomenin ontolojisinin de inceleneceği bu çalışmada güzelin dışında başka kategorilerin ve özellikle de çirkinin nasıl mümkün olduğu üzerinde durulmaktadır. Çirkin veya çirkinlik denilen yargının gerek sinemada gerekse diğer görsel sanat dallarında bakış açılarının bir ürünü olduğu çalışmada ele alınmakta ve bu bakış açılarından " Dekadan " bakış açısına yoğunlaşılmaktadır. Dekadan bakış açısı Nietzsche felsefesi etkisinde gelişen bir konumlanma noktasını anlatmaktadır. Bu çalışmada dekadantların çirkin ile ilişkileri ele alınmaktadır.
Abstract
Aesthetics, described as the science of assimilation of reality, does not solely concern the beautiful. This study discourses on how it is possible for categories outside of the beautiful, particularly the ugly to exist, as well as examines the ontology of aesthetic phenomenon. The ugly or the judgement of ugliness is addressed in this study as a product of different perspectives in cinema as well as in other visual arts and the " Decadent " viewpoint is predominantly focused on across these perspectives. Decadent perspective describes a positioning point that has grown under the influence of philosophy of Nietzsche. This study discusses the relationship of decadents and the ugly.

Kierkegaard, who was among the influential philosophers of the 19th century and showed his influence in the 20th century, included some concepts that were not taken into account by traditional philosophy, such as subjective truth, choice,... more

Kierkegaard, who was among the influential philosophers of the 19th century and showed his influence in the 20th century, included some concepts that were not taken into account by traditional philosophy, such as subjective truth, choice, decision and responsibility, which could not be considered apart from this concept, especially the concept of existence. Kierkegaard critically evaluated his own age and tried to show that some of the attitudes and understandings prevalent in this period were wrong. At the centre of his criticisms is the excessive value placed on objective knowledge, the act of knowing, science, scientific method, contemplation, and abstract thought, which he calls objective truth. He considers all these in terms of human existence and inquires what kind of contribution they have in realizing human existence. This study aims to reveal Kierkegaard's understanding of truth and existence based on his distinction between subjective truth and objective truth

Post-modern çağ adeta bir fabrika gibi “Hakikat” üretmektedir. “Hakikat” kavramının anlam içeriğini dolduran güç, günümüzde meşruiyetini iletişim araçları ve medya ile sağlamaktadır. Aynı zamanda toplum yapısının analizinde de, bu... more

Post-modern çağ adeta bir fabrika gibi “Hakikat” üretmektedir. “Hakikat” kavramının anlam içeriğini dolduran güç, günümüzde meşruiyetini iletişim araçları ve medya ile sağlamaktadır. Aynı zamanda toplum yapısının analizinde de, bu analizler sonucunda toplumun yeniden inşa edilmesinde de bu güç sahibi otorite büyük bir rol oynamaktadır. Rasyonalizm’ in, Pozitivizm’ in ve Kapitalizm’ in söylemleriyle şekillenen post-modern çağın ruhu, teknolojik gelişmelerle birlikte toplumun topyekûn değişmesi için bir zemin hazırlamıştır. Dolayısıyla artık daha kolay şekil alabilen toplum, daha kolay yönetilebilmekte, sosyalizasyon süreçleri kontrol altına alınabilmektedir. Toplumsal yapıyı yerinden oynatabilecek güce sahip olan “otoritenin” bu gücü elde ederken kullandığı araçlardan sadece ikisi ; “Gerçeklik” ve “Hiper Gerçekliktir”. Gerçeklik bu otoritenin kontrolünde şekillenerek “Gerçek” ten uzaklaşmış ve “Gerçekliğin” bizatihi kendisi “Hiper Gerçeklik” formunu almıştır. Otoritenin başat araçlarından olan “Medya”, “Gerçekliğin” dönüştürüldüğü bir sahne vazifesi görmektedir. Tüm bu süreçleri içine alan bir dünyanın fotoğrafını çeken Baudrillard ve G. Debord, bu dünyanın içinde “üretilen bir toplumun” dinamiklerini analiz etmektedirler. Bu çalışmada, Baudrillard’ın “Hiper Gerçeklik” kavramı G. Debord’ un “Gösteri Toplumu” ile tanımladığı “Gerçeklik” kavramlarının tarihsel seyri, etimolojileri ve felsefi çağrışımlarının haritası genel hatlarıyla çizilecektir. Sonuçta varılacak zemin olan “Hakikat’ in Yeniden İnşası”, Descartes’ten başlayarak Nietzsche ve Heidegger’ in “Hakikat” görüşlerinden faydalanılarak, post-modern çağda, aslında pre-modern çağın “Hakikat “ anlayışının nasıl yeniden inşa edildiğini, bu teorinin, inşa sürecinde kullanılan “Hiper Gerçeklik” ve “Gerçeklik” kavramlarının perspektifinden bakıldığında nasıl göründüğünü ve sonucunda toplumsal yapıların tüm bu teoriler çerçevesinde nasıl şekillendiğini gösterecektir.

XIX. Asırdan beri Türk edebiyatı Batı edebiyatlarıyla temasını hiçbir zaman kesmemiştir. Divan şiiri geleneğinden kopan yenileşme yolundaki edebiyatın gelişme çizgisini belirleyen temel etmenlerden biri budur. Bu gelişme eğilimi XIX.... more

XIX. Asırdan beri Türk edebiyatı Batı edebiyatlarıyla temasını hiçbir zaman kesmemiştir. Divan şiiri geleneğinden kopan yenileşme yolundaki edebiyatın gelişme çizgisini belirleyen temel etmenlerden biri budur. Bu gelişme eğilimi XIX. asırda hayal ve hakikat etrafındaki tartışmalarda kendini belli eder. Türk edebiyatında hayali değer haline getiren romantizm ve hakikati öne çıkaran realizm akımlarının etkisinden sonra sembolizme yönelik ilgi, hakikatin karşısında daha bilinçli bir hayalin yükselişiyle ifadesini bulmuştur. Durum sanattaki gelişim gibidir. Soyuttan somuta, somuttan daha bilinçli bir soyuta doğru. XIX. Asır Türk edebiyatının gelişim seyri hayalden, hakikate, hakikatten daha bilinçli bir hayale doğrudur.

Özet: Mantığın önemli alanlarından birisi olan puslu mantık iki değerli mantığın akıl yürütmelerinin, üzerine düşünülen kavramın sınırlarının kesin olarak belirlenmediği durumlarda, yetersiz olduğunu iddia eder. Bu mantık, üzerine inşa... more

Özet: Mantığın önemli alanlarından birisi olan puslu mantık iki değerli mantığın akıl yürütmelerinin, üzerine düşünülen kavramın sınırlarının kesin olarak belirlenmediği durumlarda, yetersiz olduğunu iddia eder. Bu mantık, üzerine inşa edildiği puslu küme kavramıyla, iki değerli mantığın dayandığı küme kavramının gerçek dünyayı tariflemedeki eksikliklerini gösterir. Böylece kesin olmayanla uyumlu çalışmanın temel unsurlarını ortaya koyar. Burada, mükemmel bir doğruluk ve yanlışlık istisnai görüldüğünden, doğruluk puslu olarak düşünülür; farklı doğruluk derecelerinden söz edilir. Dolayısıyla puslu mantık, düşünme evrenimizin genişlemesini sağlayarak tamamlanmamış yeni bilgilerin kullanılmasına imkân sunar. Bu bağlamda analitik gelenek tarafından oldukça eleştirilen Heidegger'in düşüncelerine puslu mantığın penceresinden bakmak ilginç görünmektedir. Heidegger'in özellikle hakikat anlayışı, her zaman gizlenme bağıyla düşünüldüğü için, bir kesinlik içermez. Burada ancak açığa çıkmanın tarzları bağlamında, yani fenomenolojik olarak, bir hakikatten söz edilebilir. İşte puslu mantığın dereceli doğruluk anlayışı açısından bakıldığında, Heidegger'in hakikati de hem mantıksal bir bağlama uygun hem de anlamlı olarak düşünülebilir. Abstract: Fuzzy logic, one of the important domains of logic, claims that two-valued logic's reasonings are not enough in situations when the limits of the concept conceived are not determined. This logic, with the fuzzy set concept which it is built on, shows the deficiencies of set concept, that two-valued logics' are relied on, describing the real world; presents fundamental elements of working compatible with the uncertain one. Here, because a perfect truth and falsity are seen exceptional, truth is thought fuzzy; different degree of truth are talked about. Therefore, fuzzy logic makes it possible to use incomplete new information by expanding our thinking universe. In this context it is seen interesting to look to Heidegger's thoughts, that are rather criticized by analytic tradition, from the window of fuzzy logic. Heidegger's especially understanding of truth, being always thought with the bound of hiding, doesn't involve a certainty. However, in context of manners of occuring, phenomenologically, a truth could be mentioned. From the point of view of fuzzy logic's understanding graded truth, Heidergger's truth could be thought both meaningful and suitable to a logical context.

Heidegger’de iki tür düşünme vardır: Teknik düşünme ve kökensel düşünme. Her ikisi de yazgının görünümlerindendir. Bununla birlikte teknik düşünme varolanları çerçeveleyerek ele alır. Bu düşünmede varolanlar hammadde olarak tasarlanır.... more

Heidegger’de iki tür düşünme vardır: Teknik düşünme ve kökensel düşünme. Her ikisi de yazgının görünümlerindendir. Bununla birlikte teknik düşünme varolanları çerçeveleyerek ele alır. Bu düşünmede varolanlar hammadde olarak tasarlanır. Buradaki bakış örtücüdür; çünkü varolanlara kendisini dayatır. Kökensel düşünme ise Varlığın açıklığında ikamet eder. Böylece varolanlar kendileri olarak açığa çıkma imkânına kavuşurlar. Burada genel olarak dil, özel olarak da şiir öne çıkar. Dolayısıyla bu iki düşünme hakikatteki gizli ile açık ilişkisiyle/gizlilik ile açıklık bağıyla uyumlu olarak yazgıya yakın ile uzak olarak yorumlanabilirler. Böylece iki düşünmenin anlamları, yazgıyla bağında değişerek dönüşür. Burada teknik düşünme “bir şeyin olması gerektiği için olduğunu düşünme” olarak görünür. Kökensel düşünme de “bir şeyin olduğu için olduğunu düşünme” diye görülebilir.

Heidegger Aristoteles’in doğruluk anlayışını yorumlarken, doğruluk araştırmasının ontolojik bir araştırma olduğunu gösterir. Bu yoruma göre Aristoteles doğruluğu önermelerle sınırlamaz, tersine Aristoteles için daha temelde olan duyumsama... more

Heidegger Aristoteles’in doğruluk anlayışını yorumlarken, doğruluk araştırmasının ontolojik bir araştırma olduğunu gösterir. Bu yoruma göre Aristoteles doğruluğu önermelerle sınırlamaz, tersine Aristoteles için daha temelde olan duyumsama ve düşünmenin doğruluğudur. Heidegger aynı zamanda önermesel doğruluğun, Aristoteles’e göre yanlışlığın imkanının koşulu olan sentez kavramıyla ilişkili olduğunu öne sürüp duyumsama ve düşünmenin sentez içermediğini, dolayısıyla yanlışlığa yer bırakmadığını ilave eder. Değerli yanlarına rağmen Heidegger’in Aristoteles yorumunun, duyumsama ve düşünme, yani duyumsanan tikeller ve düşünülen tümeller alanları arasında açık bir ayrım ortaya koymaması gibi bazı sorunlar içerdiği ileri sürülebilir.

Şeriat ve Hakikat: Tasavvufun Teşekkül Süreci kitabı Hacı Bayram Başer’in Ekrem Demirli danışmanlığında 2015 yılında Sünnî Tasavvufun Teşekkül Sürecinde Şeriat‐Hakikat İlişkisi Sorunu (Hicrî III. Ve VI. Yüzyıllar ) (İstanbul Üniversitesi... more

Şeriat ve Hakikat: Tasavvufun Teşekkül Süreci kitabı Hacı Bayram Başer’in Ekrem Demirli danışmanlığında 2015 yılında Sünnî Tasavvufun Teşekkül Sürecinde Şeriat‐Hakikat İlişkisi Sorunu (Hicrî III. Ve VI. Yüzyıllar ) (İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü) başlıklı doktora tezinin Klasik Yayınlarınca kitaplaştırılmış halidir. Eser, kaynakların sınırlı olması, çalışma alanının darlığı gibi sebeplerle yeteri kadar çalışmanın yapılamadığı ilk dönem tasavvuf düşüncesinin teşekkülü üzerine yapılmış nitelikli ve ender çalışmalardan biridir.

Learning is a process that must be done by every individual to get knowledge. It is considerably a fundamental element in the implementation of any education level. The success of education depends on the student learning process both... more

Learning is a process that must be done by every individual to get knowledge. It is considerably a fundamental element in the implementation of any education level. The success of education depends on the student learning process both within and outside the school. In formal education the learning process is inseparable from to the teaching and learning process. Both of these processes are synergized to realize the ideals of the nation in order to educate the life of the world. As learning creatures and educational practitioners, whatever related to learning is important to know. Learning is a conscious activity undertaken by individuals through training and experiences that produce behavioral changes that include the cognitive, affective and psychomotor aspects. While teaching and learning is a system or process of teaching subject matters that are planned, implemented, and evaluated systematically so that students can achieve the learning objectives effectively and efficiently. Th...

Oedipus kendince hep hakikatin peşindeydi, gözünün önündekileri göremeyen ama her yanda hakikatin peşine düşen bir hakikat budalasına dönüşmüştü. Kendi anne-babasının öz olup olmadıkları kuşkusuyla cesaretini toplayıp, zaten bildiği... more

Oedipus kendince hep hakikatin peşindeydi, gözünün önündekileri göremeyen ama her yanda hakikatin peşine düşen bir hakikat budalasına dönüşmüştü. Kendi anne-babasının öz olup olmadıkları kuşkusuyla cesaretini toplayıp, zaten bildiği gerçekle yüzleşebilmek için kahine giden Oedipus, aslında en usta olduğu konunun kendini aldatmak olduğunu henüz keşfetmemişti. En nihayetinde o an geldiğinde, hakikat karşısına sevgili annesi ve karısı, Kraliçe Iakoste’nin ölü bedeni olarak dikildiğinde yapabileceği tek şeyi tereddütsüz yaptı; kendi gözlerini oydu.
Kendi hakikatlerimize ne kadar dayanabiliriz? “Kendini bil” öğüdü Delfi Tapınağı’ndan, Yunus Emre’nin dizelerine dek birçok öğretinin ana öğüdü iken bunun önünde engeller olduğu da açıktır.
Tarihin hiçbir döneminde insanın kendi doğasına bu dönemde olduğu kadar yabancılaşmadığını öne sürebiliriz. Günümüzde yalnızca dervişlerin ya da kralların değil, her sınıftan insanın kendi hakikatine duyduğu gereksinim ile kentteki terapi odalarının niceliği arasında bir doğru orantı olduğunu söyleyebiliriz. Hakikat arayışının metaforu haline gelmiş bu odalar hakikate ne kadar dayanaklıdır?

In this study, we firstly analysed the emergence of reality’s different perceptions despite the uniqueness of reality as a basic issue in historiography. Besides, every researcher should have questions as a guide of his research. We show... more

In this study, we firstly analysed the emergence of reality’s different perceptions despite the uniqueness of reality as a basic issue in historiography. Besides, every researcher should have questions as a guide of his research. We show that, those questions causes researcher to confront a contextual blindness. This is an inevitability arising from the nature of the research. That contextual blindness is the price that we pay to see a thing. Moreover, it is essential to apply the logic principles to clear the information from contradictions and mistakes in historiography. That is also inevitable to ensure structural consistency. Therefore, we discussed the relation between existence and the logic principles. We evaluated the knowledge of existence on the basis of the principle of identicalness in the context of the science’s ideal. Furthermore, when we consider the relation between things in the real world with the principle of identicalness we could say that the sciences, which is based on observation and experimentation, has no difference with science of history in the basis of science. We pointed to the time-varying criteria of science and theory of knowledge. We have, however, overseen the development of the criteria of scientific historiography. In addition, we dealt with the unscientific historiography that emerged from lack of the scientific criteria of its time. We have also revealed the character of today’s unscientific historiography in popular and academic way. Eventually, we discussed the place of biography in historiography via R. Collingwood’s argumentation. /%&%/ Çalışmamızda ilk olarak geçmiş gerçekliğin biricikliğine karşın tarihyazımında farklı hakikat algılarının ortaya çıkış zemini ve bunun oluşturduğu sorunlar irdelenmiştir. Burada bir tarihsel araştırmada çözüm oluşturmak istenen sorunların, cevap aranan soruların araştırmacıyı kaçınılmaz olarak konusuna bağlamsal bir körlükle yaklaştırdığını, bunun da yaklaşımın doğasından kaynaklanan bir unsur olduğunu ortaya koyduk. Öte yandan, tarihyazımı üzerinden ortaya konulacak bilgilerin çelişkilerden arındırılıp onda yapısal tutarlılık sağlamak için mantığa başvurmak kaçınılmazdır. Bundan ötürü, varlığın mantık ilkeleri ile ilişkisini tartıştık. Varolanların bilgisini mantığın özdeşlik ilkesi üzerinden bilim ülküsü bağlamında değerlendirdik. Bununla beraber, süreğen bir hareketin dolayısıyla da her an değişimin bulunduğu evrende oluşan değişmezlik-süreç karşıtlığı ile maddi düzlemde özdeşliğin olanaksızlığı, tarih bilimlerini, deney ile gözleme dayalı olarak bilgi üretme iddiasındaki diğer bilim dallarıyla bilimsellik temelinde bir araya getirdiğini ifade ettik. Sonraki aşamada, bilimselliğin zamanla değişen ölçütlerine işaret edip, bilimsel tarihçiliğin ölçütlerinin gelişimini ele aldık. Aynı zamanda bu ölçütlerden uzaklaştıkça ortaya çıkan bilimdışı tarihçiliği de masaya yatırdık. Yine bilimdışı tarihyazıcılığında popüler ve akademik olan çalışmaların temel özelliklerini ortaya koyduktan sonra tarihi, edebiyatın bir kolu olarak gö-ren eğilimleri, temellendirme denemeleri üzerinden değerlendirmeye tabi tuttuk. Son olarak tarihyazımında yaşamöyküsüne yer vermenin olanağını, konu hakkında geliştirilen itirazlarla birlikte ele aldık.

Foucault’nun Collège de France’da verdiği dersleri, Kant’tan çıkan alternatif yol olarak gördüğü ve güncelliğimiz ve kendimiz üzerine eleştirel bir sorgulama olarak tarif ettiği “eleştirel tutum”un, günümüzde nasıl bir biçim... more

Foucault’nun Collège de France’da verdiği dersleri, Kant’tan çıkan alternatif yol olarak gördüğü ve güncelliğimiz ve kendimiz üzerine eleştirel bir sorgulama olarak tarif ettiği “eleştirel tutum”un, günümüzde nasıl bir biçim alabileceğine yönelik oldukça zengin kaynaklar sağlamaktadır. Bu imkânı açığa vurmak üzere, Foucault’nun yönetimsellik çalışması çerçevesinde ortaya koyduğu, fakat geliştirmeye devam etmediği “karşı-tutum” kavramına (1978) ve Antik Yunan’da özel bir role sahip olmuş olan parrhesia pratiğine yönelik tarihsel incelemeleri
bağlamında Kinikler üzerine yürüttüğü analizlerine (1984) odaklanılacaktır. Bu bağlamda, hakikatin dolaysız bir tezahürü olarak kurulan Kinik yaşam biçiminin, “başkalık” yaratmayı hedefleyen karşı-tutumun çok güçlü bir örneğini sunduğu ve böyle olmakla da günümüzde felsefenin farklı bir biçimde düşünme, eyleme ve var olma olanakları yaratmak üzere dünyayı dönüştürme pratiği olarak var olmasını destekleyecek araçlar sağladığı iddia edilecektir. Böyle bir okumanın hem Foucault’nun karşı-tutum kavrayışını zenginleştireceğini, hem de hakikatin bir skandal biçimi alan uygulanması olarak Kinik parrhesia’nın, güncelliğimiz ve kendimizle ilişki kurmanın yeni yollarına ışık tuttuğunu açığa vuracağını düşünmekteyiz.
Abstract: Foucault's lectures at the Collège de France provide very rich resources on how the “critical attitude”, which Foucault sees as an alternative way emerging out of Kant’s philosophy and which he describes as a critical questioning on our actuality and ourselves, can take shape today. To reveal this opportunity, we will first focus on the concept of the “counter-conduct” which Foucault puts forward within the framework of his study on governmentality (1978), but does not continue to develop, and then his analysis on the Cynics (1984), which he deals within the context of his historical studies on the concept of parrhesia, a concept that had a special role in Ancient Greek culture. We will claim that the mode of life peculiar to the Cynics, established as a direct manifestation of truth, provides a very powerful example of the counter-
conduct that aims at creating "otherness," therefore grants tools to support the existence of philosophy today, as a practice of transforming the world and creating possibilities for thinking, acting, and existing differently. We think that such a reading will both enrich Foucault's conception of counter-conduct and reveal that Cynic parrhesia, as a scandalous application of truth, sheds light on new ways of relating to our actuality and also to ourselves.

Türkiye'de felsefe ya da felsefe kavramı ile anlaşılan etkinlik, biz felsefeciler için pek de sorgu sual kabul etmeyen bir öneme sahiptir. Felsefecinin felsefeye atfettiği bu önem ve değerlilik kuşkusuz şaşırtıcı değildir. Felsefeci... more

Türkiye'de felsefe ya da felsefe kavramı ile anlaşılan etkinlik, biz felsefeciler için pek de sorgu sual kabul etmeyen bir öneme sahiptir. Felsefecinin felsefeye atfettiği bu önem ve değerlilik kuşkusuz şaşırtıcı değildir. Felsefeci elbette ki, kendi etkinliğine sahip çıkacak, ona sarsılmaz bir sadakat gösterecek ve geri kalan etkinlikler karşısında ona bir öncelik tanıyacaktır. Bundan daha olağan bir şey yoktur. Bilim adamının bilime, sanatçının sanata, din adamının da dine sahip çıkmasından daha doğal bir eğilim olamayacağına göre felsefeci de elbette felsefeye sahip çıkacak ve geri kalan bilgisel etkinler karşısında felsefeyi korumaya çabalayan bir içgüdü ile hareket edecektir. Daha bu noktada ilginç bir tespitte bulunmuş oluyoruz. Felsefeyi, korunması gereken bir faaliyet olarak ele alıyoruz. Böylece gözümüzde felsefi etkinlik daha baştan, geri kalan etkinlikler karşısında ayakta kalmaya çalışan ve bu noktada bir haklılandırmaya ve korumaya ihtiyaç duyan bir faaliyete dönüşür. Felsefe gerçekten bir haklılandırmaya, dahası bir korumaya ihtiyaç duymakta mıdır? Bu noktada soru, ister olumlu ister olumsuz yanıtlansın, neticede biz felsefecilere göre felsefe, diğer tüm etkinliklerden daha temel ve köklüdür. Dahası, diğer etkinliklerin koşullarına ve olanaklarına ilişkin bir soruşturma ancak felsefe tarafından gerçekleştirilebilir. Felsefecinin iddiasına göre felsefe her tür düşünsel etkinliği önceleyen bir yapıya sahiptir ve bu yüzden de vazgeçilmezdir. Sonuç olarak felsefeci; felsefenin önemi, önceliği ve vazgeçilmezliği noktasında tereddüt göstermeyen bir kararlılığa sahiptir.

Belajar merupakan aktivitas yang disengaja dan dilakukan oleh individu agar terjadi perubahan kemampuan diri, dengan belajar anak yang tadinya tidak mampu melakukan sesuatu menjadi mampu. Belajar pada hakikatnya adalah proses interaksi... more

Belajar merupakan aktivitas yang disengaja dan dilakukan oleh individu agar terjadi perubahan kemampuan diri, dengan belajar anak yang tadinya tidak mampu melakukan sesuatu menjadi mampu. Belajar pada hakikatnya adalah proses interaksi terhadap semua situasi yang ada di sekitar individu. Belajar merupakan proses melihat, mengamati, dan memahami sesuatu (Sudjana, 1989:28). Belajar merupakan suatu proses interaksi antara berbagai unsur yang berkaitan. Pembelajaran adalah suatu upaya yang dilakukan oleh seseorang guru atau pendidik untuk membelajarkan siswa yang belajar. Pembelajaran merupakan tugas yang diembankan kepada seorang guru. Menurut Adams & Dickey (dalam Oemar Hamalik,2005) peran guru sesungguhnya sangat luas diantaranya sebagai pengajar, sebagai pembimbing, ilmuan, dan pribadi. Guru harus berperan sebagai motor penggerak terjadinya aktivitas belajar dengan cara memotivasi, menfasilitasi, mengorganisasi kelas, mengembangkan bahan pelajaran, menilai program-prose-hasil pembelajaran, memonitor aktivitas siswa, dan sebagainya. Landasan dari konsep pembelajaran ini terdapat beberapa macam diantaranya landasan filsafat, landasan psikologi, landasan sosiologi, landasan komunikasi,landasan teknologi. Meier (2002:103) mengemukakan bahwa semua pembelajaran manusia pada hakikatnya mempunyai empat unsur yakni persiapan (preparation), penyampaian (presentation), pelatihan (practice), penampilan hasil (performance). Dalam proses pembelajaran meliputi kegiatan dari membuka sampai menutup pelajaran. Five key factors that provide a foundation for a good teaching : 1. teacher knowledge, enthusiasm, and responsibility learning 2. classroom activities that encourage learning 3. assessment activities that encourage learning through experience 4. effective feedback that estanbilishes the learning processes in the classroom 5. effective interaction between the teacher and the students, creating an environment that respects, encourages and stimulates learning trhough experience. Menurut UNESCO ada empat pilar hasil belajar yaitu learning to know, learning to be, learning to life together, dan learning to do. Bloom (1956) menyebutnya dengan tiga ranah hasil belajar yaitu kognitif, afektif, dan psikomotor. Faktpr internal dan faktor eksternal saling berinteraksi secara langsung atau tidak langsung dalam memengaruhi hasil belajar yang dicapai seseorang. Namun terdapat pula faktor-faktor lain yang dapat mempengaruhi hasil belajar yaitu motivasi berprestasi, inteligensi, dan kecemasan.

İmâmü'l-Haremeyn Ebü'l-Meâlî el-Cüveynî (ö. 478/1085) ve öncesi Eş'arî kelâm sisteminde yer alan hâller teorisi, bu sistemin tümeller anlayışı şeklinde değerlendirilebileceği gibi ortak hakikatler şeklinde de değerlendirilebilir. Ancak bu... more

İmâmü'l-Haremeyn Ebü'l-Meâlî el-Cüveynî (ö. 478/1085) ve öncesi Eş'arî kelâm sisteminde yer alan hâller teorisi, bu sistemin tümeller anlayışı şeklinde değerlendirilebileceği gibi ortak hakikatler şeklinde de değerlendirilebilir. Ancak bu dönemde söz konusu teoriyi savunanlar ve savunmayanlar olmak üzere iki farklı hakikat anlayışı göze çarpar. Hâlleri reddedenler hakikatleri nominal çerçevede değerlendirirken, bu teoriyi savunanlar ise realist bir tavırla mevcutlar için ortak hâl ve hakikatten bahseder. Bu doğrultuda onlar her ne kadar hâller teorisi üzerinden realist bir yöntem takınarak Aristotelesçi tümel anlayışına yaklaşmış olsalar da aralarında temel farklar bulunur. Aristotelesçi tümel anlayışı nesnelere dair olmasına karşın kelâmcıların hâlleri, hâdis âlemde nesnelerin bütününe değil, onların yapıtaşları olan cevher-araz ikilisinin kapsamıyla sınırlıdır. Yani Cüveynî özelinde kelâmcılar nesnelerin yapıtaşlarında realist ancak nesneler bütünü dikkate alındığında nominalisttirler. Ayrıca hâller, Aristotelesçi tümellerden farklı olarak önermelerde asla konu kabul edilmemektedir. Hâllerde gözlemlenen bu durum nedeniyle söz konusu dönemin Eş'arî kelâmında ikinci cevherler yer bulamamıştır. Son olarak da arazlar ve ilâhî mânâlar sıfat kategorisinden çıkartılıp yerine hâller yerleştirilmiştir. Böylece hakikî anlamda cevherler ve Zât-i ilâhînin yanında arazlar ve ilâhî mânâlar da zât kategorisine dâhil edilmiştir. Dolayısıyla zât-sıfat bağlamında yeni bir kelâm dili ortaya çıkmış ve hâllere ontik bir "yer" biçilmiştir. Ancak bu yer; kelime, zihin, nesne veya nesnenin ötesi değildir. Bu çerçeveyle hâller teorisi "şekil", "kapsam" ve "yer" olmak üzere bu makalede üç noktada değerlendirilmeye tabi tutulacaktır.

Söze derinlik katan, çağrışım gücünü zenginleştiren edebî sanatlar, klasik şiir dilinin en önemli yapı taşları arasında yer almaktadır. Bu gayeyle sıkça kullanılan edebî sanatlardan biri de hüsn-i ta'lîldir. Sanatkârın varlık, kavram ve... more

Kierkegaard, who was among the influential philosophers of the 19th century and showed his influence in the 20th century, included some concepts that were not taken into account by traditional philosophy, such as subjective truth, choice,... more

Kierkegaard, who was among the influential philosophers of the 19th century and showed his influence in the 20th century, included some concepts that were not taken into account by traditional philosophy, such as subjective truth, choice, decision and responsibility, which could not be considered apart from this concept, especially the concept of existence. Kierkegaard critically evaluated his own age and tried to show that some of the attitudes and understandings prevalent in this period were wrong. At the centre of his criticisms is the excessive value placed on objective knowledge, the act of knowing, science, scientific method, contemplation, and abstract thought, which he calls objective truth. He considers all these in terms of human existence and inquires what kind of contribution they have in realizing human existence. This study aims to reveal Kierkegaard's understanding of truth and existence based on his distinction between subjective truth and objective truth