Toplumcu Gerçekçilik Research Papers - Academia.edu (original) (raw)

Marksist kuramın yaratıcıları olan Marx ve Engels'in sanat ve edebiyat üzerine bütünlüklü bir değerlendirme yapmadığı, estetik bir kuram geliştirmediği bilinir. Bu konuda, Marksist eleştirmenlerin ve sanat teorisyenlerinin devasa Marksist... more

Marksist kuramın yaratıcıları olan Marx ve Engels'in sanat ve edebiyat üzerine bütünlüklü bir değerlendirme yapmadığı, estetik bir kuram geliştirmediği bilinir. Bu konuda, Marksist eleştirmenlerin ve sanat teorisyenlerinin devasa Marksist literatürden büyük bir sabırla ve deyim yerindeyse "batınî" bir arayışla bulup çıkardıkları sanata Marksist yaklaşımların bağımsızlığı ve öznelliği bir anlamda şans sayılabilir.

“Toplumcu Gerçekçi Sinema Temsilcilerinden Yılmaz Güney ve Ken Loach’un Görünür Kıldığı Temsiller” başlıklı makalede isimleri sinema ve politika ile bütünleşen Yılmaz Güney’in sürgün yıllarında, yurt dışından temaslarıyla çekilen ve... more

“Toplumcu Gerçekçi Sinema Temsilcilerinden Yılmaz Güney ve Ken Loach’un
Görünür Kıldığı Temsiller” başlıklı makalede isimleri sinema ve politika ile bütünleşen
Yılmaz Güney’in sürgün yıllarında, yurt dışından temaslarıyla çekilen ve kurgusu da yurt
dışında yapılan Altın Palmiye ödüllü “Yol” (1981) filmi ile Ken Loach’a ikinci kez Altın
Palmiye’yi kazandıran “Özgürlük Rüzgârı” (2006) filmindeki temsiller incelenecektir. Her iki
film farklı dönemlerde çekilmiş olsalar dâhi başvurulan temsilleri ve hikâyelerdeki politik
sorunların genel hatları birbirlerine benzerlik göstermektedir. Bu çalışma üç bölümden
oluşmaktadır. Birinci bölümünde sinemanın bir zamanlar eğlence ve propaganda aracı iken
zamanla toplumun sorunlarını ele alan gerçekçi bir sanata dönüşümü anlatılacaktır.
Çalışmanın ikinci bölümünde ise toplumcu gerçekçi yönetmenlerden olan Yılmaz Güney ve
Ken Loach’un sineması hakkında bilgiler verilecektir. Seçilen “Yol” ve “Özgürlük Rüzgârı”
filmlerinin karakterleri üzerinden temsil analizi de çalışmanın son başlığı olacaktır.

Bu çalışmanın amacı, İrlandalı oyun yazarı ve eleştirmen George Bernard Shaw’un, Yirminci Yüzyılın ilk yıllarında İngiliz toplumunda gözlemlediği sosyoekonomik sorunlara yönelik yenilikçi ve reformcu görüşlerini, yazarın Major Barbara... more

Bu çalışmanın amacı, İrlandalı oyun yazarı ve eleştirmen George Bernard Shaw’un, Yirminci Yüzyılın ilk yıllarında İngiliz toplumunda gözlemlediği sosyoekonomik sorunlara yönelik yenilikçi ve reformcu görüşlerini, yazarın Major Barbara adlı oyunu ile bağlantılı şekilde irdelemektir. Shaw, sürekli gelişimi ve ilerlemeyi esas alan bir anlayışa sahip olmuş ve bu anlayışını ‘Yaşam Gücü’ olgusu ile kavramsallaştırmıştır. Yazar, toplumsal kalkınma için bireylerin, geçerliliğini yitirmiş bazı geleneklerden sıyrılıp, iş gücünün sömürüsüne dayalı toplum düzenini sorgulamaları gerektiğini düşünmüştür. Özellikle işçi sınıfı mensuplarını, akılcı ve girişimci bir düşünce yapısına sahip olmadıkları için eleştiren Shaw, bu eleştirilerini Major Barbara’da yer verdiği karakterler ve olay akışı üzerinden dile getirmiştir. Shaw’un oyunda ele aldığı tartışma,
esasen, karakterlerin temsil ettiği iki zıt düşünce sisteminin ve yaşam felsefesinin karşı karşıya gelmesidir. Bu çatışma, erdemli yoksulluğu kabullenen ve yoksulluğu duygusal ve idealist bir şekilde yücelten gelenekçi anlayış ile bireyselliği temel alıp olaylara ve kişilere gerçekçi ve pragmatist bakan, sefaleti asla kabul etmeyip yaşam şartlarını geliştirmeye çalışan yenilikçi anlayış arasındadır. Bu iki karşıt yaklaşımdan ilki, oyuna adını veren Barbara karakteri ile temsil edilirken, ikincisi Barbara’nın babası, Andrew Undershaft tarafından kişiselleştirilir. Shaw kuşkusuz Undershaft’ın yanındadır ve bu karakter, bir bakıma, yazarın oyundaki sözcüsüdür. Undershaft’ın, diğer tüm karakterler ile girdiği derin ve çoğu zaman nükteli tartışmalar oyunun temelini oluştururken, Shaw’un yenilikçi ve reformcu bakış açısını da ortaya koyar.

Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatı şairlerinden biri olan Gülten Akın, 1950’li yıllardan günümüze kadar, şiirin yanı sıra diğer edebi türlerde de ürün vermiştir. Kendisine ait bir şiir dünyası kuran Akın, bu derya içerisinde bilinçli ve... more

Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatı şairlerinden biri olan Gülten Akın, 1950’li yıllardan günümüze kadar, şiirin yanı sıra diğer edebi türlerde de ürün vermiştir. Kendisine ait bir şiir dünyası kuran Akın, bu derya içerisinde bilinçli ve birikimli bir şekilde yol alır. Hayatla iç içe bir bağ kuran şiirlerinde; genel şiir karakteristiğinden uzaklaşmayan şair, bu özelliğini şiir tarzına başarıyla yansıtır. Geleneksel şiir anlayışı hakkında yetkin bir bilgiye sahip olan Akın; şiirlerini bu anlayış perspektifinde ele alarak, ona yeni şeyler katarak, zenginleştirerek oluşturur.
Şairin toplumcu yanı, şiirlerinde başat bir unsur olarak yerini alır. Bu yaklaşım önce bireysel bir duyarlılıkla başlamış, ardından toplumcu bir bakış açısında karar kılmıştır. O, şiirlerinde bir yandan Toplumcu-Gerçekçi açıdan dünyaya bakıp sosyal yaşamı irdelerken diğer taraftan ötelenen/edilgenleşen kadının sorunlarını ele almıştır.
Şiir hakkında teorik düşüncelere sahip olan Gülten Akın’ın şiir sanatı ve problemleri hakkındaki görüşlerini “Şiiri Düzde Kuşatmak”, “Şiir Üzerine Notlar”, gibi kitaplarında, makale ve söyleşilerinde takip etmek mümkündür. O, şiir sanatı hakkında görüşlerini kitaplaştırır ve özellikle genç şairlere birikimlerini aktarmayı hedefler.
Gülten Akın’ın poetikasını tespit ve ortaya koyabilmek için bir yol haritasına ihtiyaç duyulduğu için Orhan Okay’ın “Poetika Dersleri” adlı kitabı temel alındı. Gülten Akın’ın müstakil karakterli ve sistemli yazıları, çeşitli söyleşi ve makaleler içine dağıtılmış/damıtılmış şiire dair görüşleri, “Poetika Dersleri”nde yer alan tasnifler çerçevesinde ele alındı. Bu metodolojiden hareketle Gülten Akın’ın şiir poetikasına ulaşılmaya çalışıldı.

Öz Kırgız yazar ve şairler 1934 Yazarlar Birliği Kurultayı’nda alınan kararlarla toplumcu gerçekçi ideoloji doğrultusunda halkın kendine gelecekle ilgili örnek bulabileceği eserler vermişlerdir. Kırgız edebiyat tarihi içinde kalemi... more

Öz
Kırgız yazar ve şairler 1934 Yazarlar Birliği Kurultayı’nda alınan kararlarla
toplumcu gerçekçi ideoloji doğrultusunda halkın kendine gelecekle ilgili
örnek bulabileceği eserler vermişlerdir. Kırgız edebiyat tarihi içinde kalemi
kuvvetli birçok önemli şair yer almaktadır. Alıkul Osmonov bu şairler arasında
yer alsa da onu diğer şairlerden ayıran farklılıklar şairin eserlerinde göze
çarpmaktadır. Bu farklılıklar şairin içinde bulunduğu dönemin şartları
itibariyle birçok eleştiriye maruz kalmasına sebep olmuştur. Bu çalışmada
Alıkul Osmonov’un Kırgız edebiyatında kendine yer bulan değişikliklerin
oluşumuna sebep olan durumlar ve onun eserlerine yapılan eleştiriler ele
alınmaktadır. Yazarın ortaya koyduğu eserler ve dönemin şiir anlayışı
arasında yapılan kıyaslamalarla Alıkul Osmonov’un edebî görüşü gözler
önüne serilmiştir. Osmonov’un eserlerinde yaşadığı dönemin sanat
anlayışının dışında bir bakış açısının yer aldığı gözlemlenmiştir.

The main theme of the socialist realistic artistic understanding that takes its source from Marxism is the relation among man, society and its production. This artistic understanding emerged in Russia and fed from the teachings of... more

The main theme of the socialist realistic artistic understanding that takes its
source from Marxism is the relation among man, society and its production. This
artistic understanding emerged in Russia and fed from the teachings of Marxism;
Turkish literature begins to be affected especially in the first years of the Republican
period in some aspects such as poetry, novel, story, theatre, etc. written during the
Republican period. It is seen that this understanding which is influential in literary
genres leaves important influences especially on Turkish poetry.
The socialist realistic poetry that emerged at the beginning of the Republic era
continues in diverse forms. This understanding of poetry started with Nazım Hikmet,
especially with the 1940s, is defended by a wider poet cadre. The important part of
these poets, called “the 40th generation”, were inspired or nourished by the poetry
concept of Nazim Hikmet. Artists such as Ercüment Behzat Lav, İlhami Bekir Tez,
Attilâ İlhan, Rıfat Ilgaz, Ahmed Arif, A. Kadir, Enver Gökçe, Omer Faruk Toprak,
Niyazi Akıncıoğlu, Cahit Irgat who have formed a poetical understanding on this
line along with Nazım Hikmet being the pioneer of this art concept gave socialist
poetry as a leading poet in this generation.
Keywords: Marxism, Socialist Realism, Republican Period Turkish Literature,
Poetry, Nazım Hikmet

Bu karşılaştırmalı edebiyat çalışmasının amacı, John Steinbeck’in “Gazap Üzümleri” ile Orhan Kemal’in “Bereketli Topraklar Üzerinde” eserlerinde göç ve insan olgusunu karşılaştırmalı edebiyat bilimi yöntemleri yardımı ile karşılaştırarak... more

Bu karşılaştırmalı edebiyat çalışmasının amacı, John Steinbeck’in “Gazap Üzümleri” ile Orhan Kemal’in “Bereketli Topraklar Üzerinde” eserlerinde göç ve insan olgusunu karşılaştırmalı edebiyat bilimi yöntemleri yardımı ile karşılaştırarak farklı kültürlere ait eserlerde, benzer ekonomik ve sosyal koşulların ve yazarların hayat tecrübelerinin göç ve insan olguları bakımından nasıl işlendiği incelenmektir. Toplumcu gerçekçi her iki eserin benzerlikleri ve farklılıkları ortaya konulurken sosyolojik eleştiri yöntemi ile pozitivist eleştiri yöntemi bir araya getirilerek çoğulcu eleştiri yöntemi kullanılmaktadır. Çalışmanın sonucunda, farklı kültürlere ait toplumcu gerçekçi her iki eserde, farklı toplumlarda benzer ekonomik ve sosyal koşulların neden olduğu göçün nasıl benzer şekilde yansıtıldığı, yazarların içinde bulundukları toplumu yansıtırken kendi hayat tecrübelerini eserlerde nasıl aktardıkları karşılaştırılmaktadır. The aim of this comparative literature study is to compare the phenomenon of migration and human in “Grapes of Wrath” by John Steinbeck and “Bereketli Topraklar Üzerinde” by Orhan Kemal using the methods of comparative literature, and to study how similar economic and social situations and author’s life experiences are discussed in novels of different cultures. While revealing the similarities and differences in both novels, which are known to be social realist novels, eclectic approach, with a combination of sociological criticism and biographical criticism, is applied. The result of this study indicates how similarly migration, which was caused by similar economic and social situations in different societies, is told in both of the social realist novels, and how authors explicate their life experiences in their novels while reflecting their social environment is compared in terms of comparative literature study.

Nâzım Hikmet, Cumhuriyet döneminin tamamına damgasını vurmuş en önemli edebi ve siyasi şahsiyetlerden biri. Şiirleri, hem getirdiği biçim hem de seçtiği içerikle kuşaklar üzerinde bugün dahi etkisini sürdürüyor. Ancak Nâzım Hikmet... more

Nâzım Hikmet, Cumhuriyet döneminin tamamına damgasını vurmuş en önemli edebi ve siyasi şahsiyetlerden biri. Şiirleri, hem getirdiği biçim hem de seçtiği içerikle kuşaklar üzerinde bugün dahi etkisini sürdürüyor. Ancak Nâzım Hikmet şiirleri üzerine etraflı incelemelerden halen yoksunuz. Erkan Irmak, Kayıp Destan’ın İzinde başlıklı çalışmasında bu meşakkatli işin bir kısmını üstlenerek şairin Kuvâyi Milliye ve Memleketimden İnsan Manzaraları eserlerini ele alıyor. Destan’ın yazıldığı koşulları, bu koşulların etkisiyle şairin yaşamı arasındaki bağı, Memleketimden İnsan Manzaraları’na uzanan süreçte Nâzım Hikmet’in şiirlerinin “modern epik” formuna nasıl kavuştuğunu inceliyor ve bu şiirlerin edebiyat tarihi ve edebiyat eleştirisi açısından nasıl değerlendirilebileceğini gösteriyor. 2009 Memet Fuat Eleştiri/İnceleme Ödülü’ne de layık görülen Kayıp Destan’ın İzinde, Nâzım Hikmet’i ve şiirini “okumak” için de kapsamlı bir çerçeve çiziyor.

Öz 1970'lerde roman yazmaya başlayan Burhan Günel, kendisini toplumcu gerçekçi çizgide ürün veren bir yazar olarak görür ve toplumcu anlayış içinde bireyi ihmal etmeyen gerçekçi anlayışla hareket eder. Çünkü birey ve toplum ilişkisinin... more

Öz 1970'lerde roman yazmaya başlayan Burhan Günel, kendisini toplumcu gerçekçi çizgide ürün veren bir yazar olarak görür ve toplumcu anlayış içinde bireyi ihmal etmeyen gerçekçi anlayışla hareket eder. Çünkü birey ve toplum ilişkisinin birbirini yaratan zorunlu birlikteliğinin farkındadır. On yedi romanın dışında, on altı hikâye kitabı, iki inceleme kitabı, gezi ve anıların toplamından oluşan bir gezi kitabı, dokuz adet çocuk romanı ve hikâye kitabı, iki şiir kitabı bulunmaktadır. Bunların dışına farklı konularda kaleme aldığı birçok makale, radyo oyununu yazmış dergicilik ve editörlük sahasında da edebiyatın gelişimine katkıda bulunmuştur. Bu çalışmanın zeminini, yazarın, 1974-1990 yılları arasına yayılan bir süreçte kaleme aldığı ve 1991 yılında yayımlanan Baraka romanı oluşturmaktadır. Romanın konusu; Türkiye'deki bir Amerikan üssüne (İncirlik) atanan Subay Burhan G.nin bekâr subaylarla birlikte yatakhane olarak kullandığı barakanın merkezde yer aldığı ilişkiler ağı ve her bir roman kişisinin kendi hikâyesinin anlatıcısı olduğu, geçmişe ait kesitler oluşturur. Baraka, içeriği ve kurgusuyla olduğu kadar anlatımıyla da farklı bir yapıttır. Buradaki farklılık, metinde başvurulan anlatım yöntemlerinin çeşitliliğinden kaynaklanmaktadır. Bu çalışmada Baraka romanında kullanılan anlatım yönteminin, metin kurgusundaki belirleyici gücü ve farklı anlatım tekniklerinin bir arada başarıyla kullanılmasının romanın bütününe katkısı ortaya konmaya çalışılmıştır. Bilhassa postmodern metinlerde sıkça karşılaşılan çoklu bakış açısı ve üst kurmaca yönteminin, söz konusu metne katkısı tespit edilmiştir. Bir diğer önemli husus olarak, eserin yazıldığı tarih göz önüne alındığında, kullanılan anlatım yöntemlerinin bilhassa toplumcu gerçekçi romanda öncü adımlar arasında olduğu gerçeğinin altının çizilmesi uygun görülmüştür. Abstract Burhan Günel, who started to write novels in the 1970s, sees himself as a writer who writes his works in a social realistic line and acts with a realistic understanding that does not neglect the individual in a socialist understanding. Because he was aware of the compulsory association of the relationship between individual and society. Apart from seventeen novels, he has sixteen story books, two review books, a travel book about his trips

Bu çalışmanın amacı, Ignazio Silone'nin başyapıtı olarak görülen Fontamara'yı toplumcu gerçekçilik akımının ilkelerini göz önüne alarak incelemektir. Giriş bölümünde yansıtma kavramını sanatı açıklamak için kullanan bir kuram olan... more

Bu çalışmanın amacı, Ignazio Silone'nin başyapıtı olarak görülen Fontamara'yı toplumcu gerçekçilik akımının ilkelerini göz önüne alarak incelemektir. Giriş bölümünde yansıtma kavramını sanatı açıklamak için kullanan bir kuram olan Marksist estetiğin doğuşu ve tarihsel gelişimi açıklanmıştır. Eserin yazıldığı dönemde İtalya'nın yönetiminde faşist bir iktidar oluşu, Fontamara'yı Marksist eleştiriyi temel alarak bir toplum eleştirisi olarak okumaya imkan verir. Bu sebeple çalışmanın ilk bölümleri; İtalya'da faşizmin doğuşuna sebep olan nedenler ile faşizmin genel çizgileri ve politikalarını incelemeye ayrılmıştır. Yazar Silone'nin aynı dönemde aktif siyasette oynadığı rol ve düşünceleri üzerinde durulmuş; onu, eseri kurgulamaya iten sebeplere varılmaya çalışılmıştır. Çalışmanın odak noktasında ise Fontamara'daki toplumcu-gerçekçi unsurlar, eserden somut örnekler verilerek ve alıntılar yapılarak incelenmiştir.

Toplumcu Gerçekçilik, Marksizm’in edebiyata bir yansıması olarak ortaya çıkar ve 1934’te Moskova’da düzenlenen Birinci Sovyet Yazarlar Birliği Kongresi’nin Maksim Gorki tarafından okunan sonuç bildirisi ile akımın ilkeleri belirlenmiş... more

Toplumcu Gerçekçilik, Marksizm’in edebiyata bir yansıması olarak ortaya çıkar ve 1934’te Moskova’da düzenlenen Birinci Sovyet Yazarlar Birliği Kongresi’nin Maksim Gorki tarafından okunan sonuç bildirisi ile akımın ilkeleri belirlenmiş olur. Kısa bir süre içerisinde Türkiye’de de yansımasını bulan Toplumcu Gerçekçilik, ülkenin farklı siyasi ve sosyal koşullarına bağlı olarak Rusya’daki gelişme çizgisinden farklı biçimde ilerler. Bu sebeple Toplumcu Gerçekçilik, Türkiye’de daha çok köy ve köylü sorunlarını merkeze alan bir çerçeve içerisinde gelişim gösterir. Sabahattin Ali, Türk edebiyatının en bilinen Toplumcu Gerçekçi yazarlarından biridir. Onu diğer Toplumcu Gerçekçi yazarlardan farklı kılan esas husus ise, yazarın toplumcu gerçekçiliğin klişeleşmiş ilkelerine bağlı kalmayarak daha canlı kahramanlar yaratabilmiş olma başarısı ile doğrudan ilgilidir. Eserlerini genellikle toplumcu gerçekçiliğin etkisi doğrultusunda ezen-ezilen çatışması üzerine kurgulayan Sabahattin Ali, pek çok hikâyesinde bu çatışmanın toplumsal mesajını semboller üzerinden vermeyi tercih eder. Onun 1938 yılında kaleme aldığı “Ayran” hikâyesi de bu türden eserlerine tipik bir örnek teşkil eder. Bu çalışmada “Ayran” hikâyesi, Toplumcu Gerçekçilik akımının ilkeleri çerçevesinde sembolleştirdiği çatışma unsurlarından hareketle çözümlenmiştir.

Türk şiirinin en uzun soluklu şairlerinden olan Sennur Sezer, ilk kitabı Gecekondu‟dan (1964) son kitabı İzi Kalsın‟a (2011) kadar bütün şiir kitaplarında kadını, kadının duygularını, sezişlerini, hayatı algılayışını, değer yargılarını,... more

Türk şiirinin en uzun soluklu şairlerinden olan Sennur Sezer, ilk kitabı
Gecekondu‟dan (1964) son kitabı İzi Kalsın‟a (2011) kadar bütün şiir kitaplarında kadını, kadının duygularını, sezişlerini, hayatı algılayışını, değer yargılarını, deneyimlerini ve yaşam biçimlerini tüm yönleriyle anlatmıştır. Şiirlerinde kadının toplumsal yaşamdaki rolünü, aile yaşamını ve anneliğini irdeleyen Sezer, kadının ev işlerinden çalışma yaşamındaki problemlerine, yoksulluktan birey olarak kendini gerçekleştirme mücadelesine kadar birçok konuyu ele almıştır. Sezer, toplumcu şiir anlayışına özgü bir duyarlılıkla kadın sorunlarını geniş kitlelere duyurmayı amaçlamış; kadının yaşadığı eşitsizliği, sömürüyü ve haksızlığı şiirlerine yansıtmıştır. Bu çalışmada, Sennur Sezer‟in Gecekondu (1964), Yasak (1966), Direnç (1977), Sesimi Arıyorum (1982), Bu Resimde Kimler Var (1986), Afiş (1991), Kirlenmiş Kâğıtlar (1999), Dilsiz Dengbêj (2001), Akşam Haberleri (2006) ve İzi Kalsın (2011) adlı şiir kitaplarında yer alan kadın izleğinin ele alınış ve işleniş biçimi detaylıca tahlil edilip incelendikten sonra şairin sanat anlayışı ve poetik görüşleri çerçevesinde yorumlanmıştır. Şairin toplumcu gerçekçi dünya görüşüne bağlı olarak şiirlerinde kadını, kadının mağduriyetini ve kadın sorunlarını anlatmaya sorumluluk ekseninde yaklaştığı; kadını yaşam mücadelesi içinde tüm rolleriyle birlikte şiirine taşıdığı tespit edilmiştir.

Edebiyat, gerçekçi olsun ya da olmasın, toplumsal bir faaliyettir. Edebiyat, toplumun içinden doğar ve bizatihi toplumun içinde yaşar. Edebiyatın varoluş koşullarının kendisi sosyolojik bir ilginin odağıyken, bir olgu olarak edebiyat da... more

Edebiyat, gerçekçi olsun ya da olmasın, toplumsal bir faaliyettir. Edebiyat,
toplumun içinden doğar ve bizatihi toplumun içinde yaşar. Edebiyatın varoluş
koşullarının kendisi sosyolojik bir ilginin odağıyken, bir olgu olarak
edebiyat da aynı şekilde bu ilginin bir başka odağıdır. Bu çalışmada edebiyatın,
sosyo-kültürel rolü üzerinden değil, aksine toplumsal ilişkilerin doğrudan
bir yansıması olarak değerlendirilebileceği üzerinde durulmuştur. Bir
edebiyat türü olarak roman ele alınırken, bir edebi akım olan toplumcu gerçekçiliğin
sosyolojik olarak önemli bir veri kaynağı olduğu vurgulanmıştır.
Toplumcu gerçekçi edebiyatın ortaya çıkışı ve Türkiye serüveni izlenirken,
Türkiye’deki en önemli temsilcilerinden olan Kemal Tahir merkeze alınmıştır.
Kemal Tahir romanlarından Sağırdere, Bozkırdaki Çekirdek, Büyük Mal
bu çalışmada ele alınacak eserlerdir.

Toplumcu-gerçekçilik, modern sanat ve edebiyat akımlarından birisidir. Sanatsal/edebi eser nezdinde ilk olarak Maksim Gorki’nin Ana adlı romanıyla belirginlik kazandığı kabul edilen bu akım, 1934’te Rusya’da gerçekleştirilen 1. Sovyet... more

Toplumcu-gerçekçilik, modern sanat ve edebiyat akımlarından birisidir. Sanatsal/edebi eser nezdinde ilk olarak Maksim Gorki’nin Ana adlı romanıyla belirginlik kazandığı kabul edilen bu akım, 1934’te Rusya’da gerçekleştirilen 1. Sovyet Yazarlar Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda sistemleştirilmiş ve aynı ülkede “resmi sanat/edebiyat anlayışı” olarak benimsenmiştir. Kısaca “Marksizm’in sanat ve edebiyat alanındaki izdüşümü” şeklinde tanımlanabilecek bu akım, Türkiye’de Meşrutiyet’in son yıllarında yankısını bulmaya başlamış, 1920’lerin sonunda Nâzım Hikmet’le ivme kazanmış ve 1980’lere kadar Türk edebiyatının baskın akımları arasında yer almıştır. Fakat Rusya’da ve Batı’da olduğu gibi Türkiye’de de toplumcu-gerçekçilik, temsilcisi konumunda bulunan bütün yazarlar/şairler nezdinde aynı şekilde idrâk edilmemiş, bunun sonucu olarak Türk edebiyatı özelinde birden fazla toplumcu-gerçekçilik anlayışı ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında öne çıkanlardan birisi, Attilâ İlhan’ın “sosyal realizm” şeklinde adlandırdığı estetik anlayıştır. “Sosyal realizm”, özgün bir toplumcu-gerçekçilik teorisi ve pratiği yaratma çabasının bir sonucu olarak görülebilir. İşte bu makalede sosyal realizm, Attilâ İlhan’ın ‘İkinci Yeni’ Savaşı ve Gerçekçilik Savaşı adlı kitaplarındaki yazılardan hareketle ele alınacak ve bu hususta temel ilkeler tespit edilmeye çalışılacaktır.

Toplumcu gerçekçi sanat anlayışına sahip olan Sennur Sezer (1943-2015), şiirlerinde kadın, aşk, çocuk, yoksulluk, yaşam mücadelesi, göç, acı, özlem ve ölüm gibi pek çok bireysel ve sosyal izleğe yer vermiştir. Bu izlekler içinde kadına... more

Toplumcu gerçekçi sanat anlayışına sahip olan Sennur Sezer (1943-2015), şiirlerinde kadın, aşk, çocuk, yoksulluk, yaşam mücadelesi, göç, acı, özlem ve ölüm gibi pek çok bireysel ve sosyal izleğe yer vermiştir. Bu izlekler içinde kadına ilişkin yaşantılar ön plana çıkmaktadır. Kadının ergenlik ve gençlik yıllarındaki yaşantısını, ev içindeki eş ve anneliğini, ev dışındaki çalışma şartlarını şiirlerine konu edinen şair, “anne” izleği üzerinde yoğun bir şekilde durur. Onun şiirlerindeki anneler kırsalda, şehirde, cezaevinde, fabrikada ve tarlada çeşitli zorluklarla sürekli bir mücadele halindedir. Şair şiirlerinde fabrikada çalışan işçi annelere, tarlada yoksullukla mücadele eden ırgat annelere, cezaevinin olumsuz koşullarında yaşamaya çalışan annelere, gurbetten çocuklarının dönüşünü bekleyen annelere ilişkin gözlemlerinin yanı sıra onların duygu ve düşüncelerine de geniş ölçüde yer verir. Bu şiirlerde çocuğuna daima derin sevgi besleyen şiir öznesi, ona karşı şefkatli, fedakâr, merhametli ve koruyucudur. Olumsuz ve zor şartlar altında sürdürmeye çalıştığı yaşam mücadelesi sadece çocuğu içindir; hayattaki önceliği daima çocuğudur. Sennur Sezer bunun yanı sıra kadının anneliğe ilişkin hamilelik, doğum, bebek bakımı gibi yaşantılarını da şiire taşımıştır. Çalışmada şairin Gecekondu (1964), Yasak (1966), Direnç (1977), Sesimi Arıyorum(1982), Bu Resimde Kimler Var (1986), Afiş (1991), Kirlenmiş Kağıtlar (1999), Dilsiz Dengbej (2001) ve Akşam Haberleri (2006) başlıklı şiir kitaplarında ele alınan “anne” izleği “Anneye Duyulan Özlem”, “Çocuğa Duyulan Özlem” ve “Anneliğe İlişkin Yaşantılar” başlıkları altında incelenmiştir.

Söylem; dil, dilbilim, dil felsefesi, edebiyat inceleme ve araştırmaları, edebiyat kuramı, karşılaştırmalı edebiyat, edebî eleştiri, göstergebilim, anlatıbilim, halkbilim, çeviribilim, edebiyat sosyolojisi ve edebiyat felsefesi... more

Söylem; dil, dilbilim, dil felsefesi, edebiyat inceleme ve araştırmaları, edebiyat kuramı, karşılaştırmalı edebiyat, edebî eleştiri, göstergebilim, anlatıbilim, halkbilim, çeviribilim, edebiyat sosyolojisi ve edebiyat felsefesi alanlarında yapılan özgün bilimsel çalışmalara, kitap tanıtımlarına ve çevirilere yer veren hakemli bir dergidir.

Eleştiriler art arda sıralanıyor: toplumcu gerçekçiliğin yazınsal bakımdan açığa düşmüş olduğu, olaylara tek boyutlu baktığı, "öbür akımlardan daha yetkin örnekler çıkaramamış olduğu", bütün hayatı birden anlatmaya kalktığı, yazarı,... more

Eleştiriler art arda sıralanıyor: toplumcu gerçekçiliğin yazınsal bakımdan açığa düşmüş olduğu, olaylara tek boyutlu baktığı, "öbür akımlardan daha yetkin örnekler çıkaramamış olduğu", bütün hayatı birden anlatmaya kalktığı, yazarı, anlatı kişisini Tanrı katına çıkardığı, edebiyatı bir kategoriye, donuk bir varlığa dönüştürdüğü vb... Anımsayalım... Kıyasıya eleştirilen toplumcu gerçekçi edebiyat, 12 Eylül öncesi yazın dünyamıza damgasını vurmuş, özellikle de 1930'lu yıllardan 1960'lara kadar edebiyatçılarımızın çoğunluğunu kanatları altında tutmayı başarmış bir geçmişin sahibidir. Bu akımın ülkemiz ekin ve kültür ortamına kazandırdıklarını, kendini toplumcu gerçekçi sayan birçok yazar ve şarimizin ölümlere, işkencelere, onlarca yıllık mahpusluklara uzanmış özverili serüvenlerini sıralayarak eleştirileri yanıtlamaya çalışmak doğru bir tutum değildir. İşin o yanı bir saygı ve minnet borcu doğurmuş olsa bile, eleştirilerin içeriğini yanıtlamaya yetmeyecektir. Olaya toplumcu gerçekçiliğin tarihi gelişimi içinde yaklaşmalı, bugün üzerine yönelmiş düşünceleri tüm boyutlarıyla değerlendirmeliyiz.