Suriye Research Papers - Academia.edu (original) (raw)

Özellikle IŞİD ve PKK’nın terör eylemlerinin giderek şiddetlendiği bir dönemde, Türkiye’nin bu iki örgüte karşı Suriye’de sınır ötesi askeri tedbirler alabilmesi için Rusya’yla ilişkilerini normalleştirmesi zorunlu hale gelmiştir.... more

Özellikle IŞİD ve PKK’nın terör eylemlerinin giderek şiddetlendiği bir dönemde, Türkiye’nin bu iki örgüte karşı Suriye’de sınır ötesi askeri tedbirler alabilmesi için Rusya’yla ilişkilerini normalleştirmesi zorunlu hale
gelmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Haziran ayı sonunda Putin’e yazdığı ve ilişkilerin normalleşmesine vesile olan mektubu ile başlayan
süreç, 9 Ağustos’ta St. Petersburg’da gerçekleşen Putin-Erdoğan görüşmesiyle önemli bir ivme kazanmıştır. 15 Temmuz darbe girişimi
sonrasında Türkiye’nin AB ve ABD ile ilişkilerinin sorgulandığı bir dönemde gerçekleşen Putin-Erdoğan zirvesi, iki ülke arasında yeni bir sayfanın açılmasını sağlamıştır. Bu zirvenin en önemli sonuçlarından birisi ise Rusya’nın Türkiye’nin Suriye’de iki hafta sonra başlattığı Fırat Kalkanı harekâtına ikna edilmesidir.

Osmanlı Devleti’nden günümüze kadar idari teşkilatın en önemli unsuru kamu personelidir. Bu personelin çalışma prensiplerini ve çalışma şekillerini biçimlendiren ana sistem ise, kamu personeli rejimi olarak adlandırılmıştır. Bu rejimin... more

Osmanlı Devleti’nden günümüze kadar idari teşkilatın en önemli unsuru kamu personelidir. Bu personelin çalışma prensiplerini ve çalışma şekillerini biçimlendiren ana sistem ise, kamu personeli rejimi olarak adlandırılmıştır. Bu rejimin gelişim süreci göstermektedir ki, tarihsel akış boyunca iki olay ön plana çıkmış ve belirleyici kimliğe sahip olmuştur. Bunlardan ilki 1839 yılında Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesi, ikincisi ise 1965’te Devlet Memurları Kanunu’nun kabul edilmesidir. Bu sebeple çalışmada bu tarihler esas alınarak Türk kamu personel rejimi incelenmiş ve kurulan bu altyapının üzerine de liyakatin esas alındığı bir personel rejimi için önerilere yer verilerek çalışma tamamlanmıştır.

Bu eser, bugüne kadar hakkında özgün bir çalış¬ma yapılmayan Menbic’i, tarihsel süreç içerisinde dönemin arşiv ve kitâbî kaynakları ışığında ele almıştır. Eserde bilhassa, Menbic tarihine ait Osmanlı Arşivi ve Cumhuriyet Arşivleri ile... more

Bu eser, bugüne kadar hakkında özgün bir çalış¬ma yapılmayan Menbic’i, tarihsel süreç içerisinde dönemin arşiv ve kitâbî kaynakları ışığında ele almıştır. Eserde bilhassa, Menbic tarihine ait Osmanlı Arşivi ve Cumhuriyet Arşivleri ile Genelkurmay ATASE Arşivinde yer alan özgün arşiv belgelerinden istifade edilmiş; yeni bulgular ortaya konularak değerlendirmeler yapılmıştır.

In Turkey, it is obvious that there has been a huge academic gap in Syrian studies and scholars dealing with Syrian politics and foreign policy generally do not go over the pre-Baath period. The main objective of this book is to analyze a... more

(Tanıtım Bülteninden) "Arap İsyanları Güncesi", Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki değişimi Türkiye'de en yakından izleyen habercilerden birinin, 3 yıl süresince Tunus, Mısır, Libya ve Suriye'ye gerçekleştirdiği seyahatlerde şahit oldukları... more

Suriye’de şiddetini hala koruyarak devam eden savaş sonucu ülkelerinden zorunlu olarak göç etmek mecburiyetinde kalmış milyonlarca insan bulunmaktadır. Yaklaşık olarak üç milyon Suriyeli ise bu göç akımında Türkiye’ye yerleşmiştir.... more

Suriye’de şiddetini hala koruyarak devam eden savaş sonucu ülkelerinden zorunlu olarak göç etmek mecburiyetinde kalmış milyonlarca insan bulunmaktadır. Yaklaşık olarak üç milyon Suriyeli ise bu göç akımında Türkiye’ye yerleşmiştir. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin güncel verilerine göre 2,814,631 kayıtlı Suriyeli mülteci Türkiye’de bulunmaktadır. Suriye’den yayılıp özellikle Orta Doğu ve Avrupa başta olmak üzere tüm dünyayı etkisi altına almış olan bu göç akımından sayısal olarak en çok etkilenmiş olan ülke Türkiye olarak gözükmektedir. Kısa bir aralık içinde ülkeye gelmiş olan bu sayıdaki mülteci akımının ülkenin göçmen ve sosyal haklar politikalarını güncel ve gelecekte beklenen durumlara göre ivedi bir şekilde sürdürülebilir olmasını sağlayarak geliştirilmelidir. Bu bilgiler ışığında Türkiye’nin Suriyeli Mülteciler özelinde yürütmüş olduğu eğitim politikası üstüne düşülmesi ve incelikle işlenmesi gereken başlıca konulardan biridir.

2011 yılından bu yana devam eden Suriye iç savaşında Suriye’nin çocukları fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddetin farklı türlerine maruz kalmıştır. Çatışmalar süresince sivillere yönelik saldırıların mağduru olma, muhtelif silahlarla... more

2011 yılından bu yana devam eden Suriye iç savaşında Suriye’nin çocukları fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddetin farklı türlerine maruz kalmıştır. Çatışmalar süresince sivillere yönelik saldırıların mağduru olma, muhtelif silahlarla hedef alınma, yaşam alanlarının imha edilmesi, eğitim hakkından mahrumiyet, büyük çaplı yer değiştirmeler sırasında
ebeveynlerinden ayrı düşme ve en temel hak olan yaşam haklarının ihlal edilmesi gibi uluslararası insancıl hukuk çerçevesinde hak ihlali olarak belirlenmiş sayısız mağduriyete uğrayan çocuklar, savaşın bütün karanlık yönleriyle karşı karşıya kalmıştır, kalmaya devam etmektedir.

Suriye’de 2011 yılından başlayan iç savaştan kaçan milyonlarca insan komşu ülke Türkiye’ye sığınmıştır. Sığınmacılar kentlerin daha çok çöküntü bölgelerinde yaşamakta olup, gündelik hayat içinde yaşadıkları sorunlar nedeniyle haber konusu... more

Suriye’de 2011 yılından başlayan iç savaştan kaçan milyonlarca insan komşu ülke Türkiye’ye sığınmıştır. Sığınmacılar kentlerin daha çok çöküntü bölgelerinde yaşamakta olup, gündelik hayat içinde yaşadıkları sorunlar nedeniyle haber konusu olmaktadırlar. Gazetelerin polis-adliye haberlerinde sığınmacılar hem mağdur hem de fail olarak çerçevelenmektedir. Çerçeveleme çalışmaları medyanın güçlü etkileri olduğu tezinden hareket eder. Ayrıca sunulan haberlerde okuyucu/izleyici/dinleyici için belirli bir bakış açısının inşa edildiği ön kabulü üzerine oturur. Yapılmış olan bu çalışmada da önemli bir toplumsal sorun olan şiddetin Suriyeli sığınmacılara ilişkin haberlerde nasıl çerçevelendiği araştırılmıştır. 2017 yılında yayınlanan Hürriyet, Sabah ve Sözcü gazetelerinin üçüncü sayfalarında Suriyeli sığınmacılara ilişkin şiddet haberleri araştırma örneklemini oluşturmuştur. Haberlere uygulanan çerçeveleme analizi sonucunda haberlerin genellikle sorumluluk çerçeveleri ile okuyucuya sunulduğu bilgisine ulaşılmıştır. Söz konusu haberlerde insani ilgi ve ahlaki bakış açısı da şiddetin sunulmasında en çok kullanılan çerçeveleme stratejileri olmuştur.

Turizm, çeşitli politik, siyasal, güven ya da huzur ortamını bozucu olaylar ve iç savaş gibi olağan dışı gelişmelerden etkilenen bir sektör konumundadır. Hatay ili, tarihi; kültürel ve doğal turizm değerleri bakımından son derece zengin... more

Turizm, çeşitli politik, siyasal, güven ya da huzur ortamını bozucu olaylar ve iç savaş gibi olağan dışı gelişmelerden etkilenen bir sektör konumundadır. Hatay ili, tarihi; kültürel ve doğal turizm değerleri bakımından son derece zengin imkânlara sahiptir. Suriye’de devam eden iç savaş, tüm bölgeyi olduğu gibi, sınır ilimiz olan Hatay ilini de siyasi, güvenlik, diplomatik ve ekonomik alanlarda doğrudan ve dolaylı olarak etkilediği bilinmektedir. Bu çalışmada Suriye’deki iç savaşın Hatay ili Turizmine olan etkilerinin, yerel halk tarafından algılama ve tutumlarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmada veri toplama yöntemi olarak anket yöntemi seçilmiştir. Çalışmanın ana kütlesini Hatay ili merkezinde yaşayan 20-50 üzeri yaş grubundaki bireyler oluşturmaktadır. Çalışmada, ana kütleyi oluşturan birey sayısının fazla olması, zaman ve maliyet gibi kısıtlılıklar nedeniyle örneklemeye gidilmiştir. Katılımcılar tarafından doldurulan 430 anket formunun 428 adedinin istatistiksel analizlere uygun olduğu görülmüştür. Elde edilen verilerin analizi, frekans analizleri, Mann-Whitney U testi ve Kruskall-Wallis analizleri ile gerçekleştirilmiştir. Çalışmada ayrıca, yıllar itibariyle Hatay iline gelen yerli ve yabancı turist istatistikleri, Hatay ilinin konaklama ve yatak kapasitesi, turizm yatırımlarının gelişimi ve Hatay ilinin turizm değerleri hakkında bilgiler de verilmiştir.

“El-Bâb Tarihi” kitabında bugüne kadar hakkında özgün bir çalışma yapılmayan ve aslında Fırat Kalkanı harekâtı başlayana kadar kamuoyumuz tarafından pek de bilinmeyen El-Bâb şehri, tarihsel süreç içerisinde dönemin arşiv ve kitâbî... more

“El-Bâb Tarihi” kitabında bugüne kadar hakkında özgün bir çalışma yapılmayan ve aslında Fırat Kalkanı harekâtı başlayana kadar kamuoyumuz tarafından pek de bilinmeyen El-Bâb şehri, tarihsel süreç içerisinde dönemin arşiv ve kitâbî kaynakları ışığında ele almaya çalışılmıştır.

Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaş, 6 milyonun üzerinde nüfusun ülkeyi terk etmesine neden olmuştur. Yaklaşık 3,6 milyon sığınmacıyı Türkiye’de yaşamaya zorlayan bu süreç, Türkiye hukuk sisteminde de önemli değişikliklere neden... more

Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaş, 6 milyonun üzerinde nüfusun ülkeyi terk etmesine neden olmuştur. Yaklaşık 3,6 milyon sığınmacıyı Türkiye’de yaşamaya zorlayan bu süreç, Türkiye hukuk sisteminde de önemli değişikliklere neden olmuştur. Avrupa Birliği ile yapılan “Geri Kabul Anlaşması” ve ona binaen Türkiye iç hukuk mevzuatına eklenen “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu” önemli iki düzenleme olarak karşımıza çıkar. Söz konusu hukuksal normlar, toplumsal değişim bağlamında ele alınabileceği gibi “özne”, “ayrımcılık”, “dışlama” gibi kavramlar çerçevesinde de tartışılabilir. Bu makale, iki düzenlemeyi, söz konusu kavramları siyasal kuramının önemli konuları arasına yerleştirmiş olan Giorgio Agamben’in düşünceleriyle tartışmaya açmaktadır. Çalışmada, “kutsal insan”, “istisna durumu”, “çıplak yaşam” gibi kategorilerle öne çıkan İtalyan siyaset kuramcısının günümüz hukuksal rejimini yorumlamada önemli fırsatlar sunduğu öne sürülmektedir.

Türk topraklarının bir parçası olması gerektiği halde Birinci Dünya Savaşı sonunda işgal edilen ve neticede dönemin şartları gereği sınır dışında kalan ve bugün Suriye’nin kuzeyinde kalan Mîsâk-ı Millî’nin bir parçası durumundaki Rakka,... more

Türk topraklarının bir parçası olması gerektiği halde Birinci Dünya Savaşı sonunda işgal edilen ve neticede dönemin şartları gereği sınır dışında kalan ve bugün Suriye’nin kuzeyinde kalan Mîsâk-ı Millî’nin bir parçası durumundaki Rakka, Telabyad, Resulayn, Haseke, Ayn El-Arap, İdlip, Halep, Afrin, Azez, Cerablus, Deyr-i Zor, Sincar, Telafer, Zaho’yu bu eserde birçok yönden izah etmeye gayret ettik.
Birinci Dünya Savaşı boyunca dahi kaybedilmemiş bu topraklar, Misâk-ı Millî’nin ruhunu, özünü ve sınırlarını oluşturan şehirlerarasında yer almaktadırlar. Günümüzde bu bölgede yaşanan acının ve dramın bize öğrettikleri kadar, ilham ve ibretleri de olmuştur.
O dönem, Osmanlı toprağı olan Maraş’ta işgale karşı nasıl Milli Mücadele başladıysa, yine aynı dönem Osmanlı toprağı olan Rakka’da, Haseke’de, Afrin’de ve diğer yerlerde de Milli Mücadele başlamıştı. Dolayısıyla bu toprakların 1918’e kadar değil 1 Ocak 1922 tarihine kadar Türk Ordusu’nun hâkimiyetinde olup 20 Ekim 1921 Ankara Anlaşması sonrası, Fransızların Anadolu’yu (Kilis, Gaziantep, Mersin, Adana, Osmaniye) terk etmesi karşılığında terk ettiğimiz topraklar olduğunu görecek ve olayların perde arkasına ilk kez tanık olacaksınız.
Bu kitapta, bir kısmı ilk defa ortaya konulan arşiv kaynakları ışığında, bugünkü Kuzey Suriye ve bir kısmı Irak topraklarında yer alan şehirlerin, Milli Mücadele/İstiklal Harbi döneminde Türk hâkimiyetinde bulunması birçok yönüyle aydınlatılmıştır.

Amaç: Bu çalışmada Suriye’deki iç savaş nedeniyle ülkelerini terk edip Türkiye’ye göç eden Suriyelilerin Türk toplumuna uyum sağlama sürecinde edindikleri tecrübeleri öğrenmek ve kültürel uyum noktasında bir durum değerlendirmesi yapmak... more

Amaç: Bu çalışmada Suriye’deki iç savaş nedeniyle
ülkelerini terk edip Türkiye’ye göç eden Suriyelilerin
Türk toplumuna uyum sağlama sürecinde edindikleri tecrübeleri
öğrenmek ve kültürel uyum noktasında bir durum
değerlendirmesi yapmak amaçlanmaktadır. Yöntem: Bu
araştırmada İstanbul ilinin Bağcılar ilçesinde yaşayan Suriyelilerin
düşüncelerini birinci ağızdan öğrenebilmek için
yarı yapılandırılmış görüşmeler yapılmıştır. Elde edilen
veriler ise betimsel analiz yöntemiyle değerlendirilmiştir.
Bulgular: Yapılan görüşmeler neticesinde Suriyelilerin
genel itibariyle Türkiye’ye dair izlenimlerinin pozitif olduğu,
Türk komşularıyla sıkıntı yaşamadıkları ve iletişim
kurabildikleri takdirde iyi ilişkilerin sürdürülebildiği anlaşılmıştır.
Ayrıca Türk toplumunda Suriyelilere karşı var
olan ön yargıların, Suriyelilerin yaşamlarında bazı zorluklara
neden olduğu çalışmadan elde edilen başka bir veridir.
Sonuç: Devlet kurumları başta olmak üzere sivil toplum
kuruluşları planlı ve programlı bir şekilde mültecilerin
kültürel uyum konusunda yaşadıkları sorunların giderilmesinde
çalışmalar yapmalıdırlar. Bu aşamada özellikle
Türkçe’nin ve Türk kültürünün öğretilmesi, kültürel uyum
sağlama noktasında en önemli adım olmaktadır. Bunun
yanı sıra devlet yetkililerinin medyada yer alan mültecilerle
ilgili spekülasyonları önlemek adına kamuoyunu şeffaf
bir şekilde bilgilendirmesi gerekmektedir.

The purpose of this study is to determine needs of Syrian students learning Turkish as a foreign language. The study employs the action research method, which is a qualitative research design. The study was conducted with 30 A2 level... more

The purpose of this study is to determine needs of Syrian students learning Turkish as a foreign language. The study employs the action research method, which is a qualitative research design. The study was conducted with 30 A2 level students learning Turkish and 4 instructors teaching Turkish at the Language Teaching Practice and Research Center, Kilis 7 Aralık University. Interviews, observations and researcher logs were used for data collection. The data derived from opinions of Syrian students and instructors, observations and researcher logs were analyzed with the content analysis method. As a result of this needs analysis, it was found that the Syrian students desperately needed to learn Turkish and the most important language skill for the students was speaking. They expressed that they found the opportunity to improve this skill in the Turkish class. It was observed that making associations with everyday life was important and it was necessary to carry out classes with technological materials. The purpose of this study is to determine needs of Syrian students learning Turkish as a foreign language. The study conducts a needs analysis for Turkish, which plays a significant role in integration and adaptation of Syrians to Turkey. The study will contribute to the development of programs for Syrian students the language-related needs of whom are determined. Method It is necessary to determine needs of Syrian students learning Turkish as a foreign language and regulate educational and training activities accordingly. For this reason, the study employs the action research method, a qualitative research design. The study covers the needs analysis-related part of action research. The study was conducted with 30 A2 level students learning Turkish and 4 instructors teaching Turkish at the Language Teaching Practice and Research Center, Kilis 7 Aralık University. The convenience sampling, which is a purposive sampling method, was employed in the study. Interviews, observations and researcher logs were used for data collection purposes. In order to reveal opinions of Syrian students about their needs related to learning Turkish, an interview form was developed for students and instructors separately. A semi-structured observation form was developed in order to determine how needs of Syrian students manifest themselves in the Turkish class. The researchers took notes to record the progress during classes. These researcher logs helped manage the process and make changes in applications. Qualitative data analysis techniques were used in the study. The data derived from opinions of Syrian students and

Gaziantep’te günümüzde mevcut olan camiler, belgelere göre 13. yüzyılda başlayıp 18. yüzyılı kapsayan uzun bir zaman aralığında inşa edilmişlerdir. Büyük bir çoğunluğu Osmanlı döneminde yapılmasına rağmen, baskın yerel geleneğin etkisi... more

Gaziantep’te günümüzde mevcut olan camiler, belgelere göre 13. yüzyılda başlayıp 18. yüzyılı kapsayan uzun bir zaman aralığında inşa edilmişlerdir. Büyük bir çoğunluğu Osmanlı döneminde yapılmasına rağmen, baskın yerel geleneğin etkisi altında inşa edilmiş olan Gaziantep camilerinin mimari ve süsleme özellikleri, bilhassa Halep ve Şam örneklerinin tekrarı mahiyetindedir. Suriye’de bânilerin siyasi ve ekonomik gücünü ortaya koyan gösterişli yapılar inşa edilirken, Gaziantep camileri, yöre halkına mensup kimselerin kişisel imar faaliyetlerinin ürünleridir, bu durum Suriye örnekleriyle Gaziantep camileri arasındaki en belirleyici farkı oluşturur. Gaziantep’in yanı başındaki Kilis’te1542 yılında inşa edilen Tekke (Canbolad Paşa) Cami’nin anıtsallığı ve başkent üslubuna yakınlığı, siyasi ve ekonomik açıdan güçlü bir bâninin yapının biçimlenmesi üzerindeki tasarrufunun açık bir göstergesidir. Gaziantep camileri sultan veya çevresi için yapılan, ekonomik ve siyasi gücün somutlaştırılmış nesneleri olan ; bu nedenle de en yetkin ustaların çalıştırıldığı başkent üslubundan uzak, yalın ve yerel üslubun ürünüdürler.

Y. Doğan Çetinkaya’nın derlediği bu kitap, Ortadoğu’da son dönemde yaşananları etraflı bir tarihsel-politik değerlendirmenin ekseninde ele alıyor. Bir yanda 18. yüzyılın sonundan bugüne Ortadoğu’da yaşanan isyan, direniş, devrim ve... more

Y. Doğan Çetinkaya’nın derlediği bu kitap, Ortadoğu’da son dönemde yaşananları etraflı bir tarihsel-politik değerlendirmenin ekseninde ele alıyor. Bir yanda 18. yüzyılın sonundan bugüne Ortadoğu’da yaşanan isyan, direniş, devrim ve toplumsal/siyasal hareketler tartışmanın bir hattını kuruyor. Diğer hatta İran Devrimi, devrim ve ertesinde yaşanan gelişmelerin ışığında tartışılıyor. Bu iki hattın ortasında ise son dönemin en uzun süren deneyim örneği olarak Mısır, merkeze yerleşerek ayrıntılı bir şekilde inceleniyor; toplum, ekonomi, siyaset, ordu ve muhalefet kapsamlı bir analize tâbi tutuluyor.

Nadine Labaki'nin yönettiği filmin orijinal ismi, Fransızcada “Kefernahum”. Filmin adı, kaosu ifade etmek için kullanılmaktadır. Kefernahum, aynı zamanda evrensel bir konuyu işleyen, yüreklere hitap eden bir filmdir. Film aynı zamanda... more

Geçmişten günümüze asırlardır devam eden savaşların, katı rejimlerin, bitmek bilmeyen terör olaylarının devam etmesi hasebiyle Orta Doğu topraklarında yaşamak, oldukça zor bir eylemdir. Dünyanın diğer ülkelerinde yaşama hakkının dışında... more

Geçmişten günümüze asırlardır devam eden savaşların, katı rejimlerin, bitmek bilmeyen terör olaylarının devam etmesi hasebiyle Orta Doğu topraklarında yaşamak, oldukça zor bir eylemdir. Dünyanın diğer ülkelerinde yaşama hakkının dışında üçüncü sınıf sosyal haklardan bahsedilebilirken Ortadoğu halkalarının çoğu için ise "yaşama hakkı" olan birinci kuşak haklardan bile bahsedilmediğini görmekteyiz. Bu toprakların acı çeken kısımlarında insan olmak, insan gibi yaşayabilmek ve o günü ölmeden kurtarabilmek ne kadar meşakkatli ise bu ülkelerde kadın olmak, çoğu zaman savaşın gerekliliğine inat zaten ölü gibi yaşamaktır. Çok çocuk doğurmak, erkeğin emrettiği doğrultuda yaşamak ve yaşanılan dinin emirlerinin bazı erkekler tarafından kadın aleyhine yorumlanması sonucu birçok siyasal haktan mahrum edilmektir.
Ortadoğu'da birçok ülkede var olan diktatörlük rejimlerine karşı, kadınların yaşamaya çalışırken aynı zamanda toplumda eşit haklardan yoksun oldukları hatta eşitlikten ziyade birçok alanda yaşadıkları ülkede ‘’yurttaş’’ muamelesi bile göremedikleri yönünde var olan haklarını kendi ülkelerinde savunmak zorunda kaldıklarını görmekteyiz. Bu sebeple Orta Doğu’da bulunan çeşitli devletler üzerinden kadın kavramına bir değerlendirme yapılması bu makalede amaçlanmıştır.

Kitap, Cemal Paşa'nın Suriye Valiliği yıllarını incelemektedir.

Suriye’de halk ayaklanmasının başladığı 2011 yılından bu yana, Suriye’nin kadim halklarından birisi olan Türkmenler hem Esad rejiminin insanlık dışı saldırılarıyla hem de terör örgütleri ile mücadele ediyor. Suriye Türkmenleri... more

Suriye’de halk ayaklanmasının başladığı 2011 yılından bu yana, Suriye’nin kadim halklarından birisi olan Türkmenler hem Esad rejiminin insanlık dışı saldırılarıyla hem de terör örgütleri ile mücadele ediyor. Suriye Türkmenleri yüzyıllardan beri yaşadıkları topraklarını ve kimliklerini korumak için bugün dört cephede birden savaşıyor. Cenevre- Viyana süreçleri çerçevesinde Suriye’de 2016 yılı ile beraber yeni bir dönemin başlaması umuluyordu, ancak umutlar şimdilik boşa çıktı ve Cenevre görüşmeleri ertelendi. Yeni siyasi süreç ile ilgili uluslararası hazırlık çalışmalarında ülkenin kadim halklarından birisi olan Türkmenlere ilk etapta yer verilmedi. Biz de bu çalışmamızda derinleşen Suriye krizinin mevcut durumunu ve önümüzdeki süreçte Suriye Türkmenlerinin siyasi ve hukuki olarak nasıl bir strateji izlemeleri gerektiği konusunu tartışacağız...

Terör örgütü PKK/PYD-YPG, Suriye iç savaşının ortaya çıkardığı kaotik ortamdan faydalanarak büyük devletlerin desteğiyle, Türkiye’nin güneyinde/Fırat doğusunda (Suriye) alan hâkimiyeti kurmuştur. Bu durum karşısında Türkiye, güney... more

Terör örgütü PKK/PYD-YPG, Suriye iç savaşının ortaya çıkardığı kaotik ortamdan faydalanarak büyük devletlerin desteğiyle, Türkiye’nin güneyinde/Fırat doğusunda (Suriye) alan hâkimiyeti kurmuştur. Bu durum karşısında Türkiye, güney sınırlarından maruz kaldığı terör tehdidini engellemek için örgüte destek veren ülkelerle uzun bir müddet diplomatik girişimler de bulunmuşsa da bu çabalar netice vermemiştir. Nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti, kendi ulusal ve sınır güvenliği açısından bir gereklilik olarak 9 Ekim 2019 tarihinde Barış Pınarı Harekâtı’yla sınır ötesi operasyonunu başlatmıştır.
Barış Pınarı Harekâtı’nın icrası Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, sınırlarına yönelen her türlü tehdit ve tehlikeye karşı kararlı politikasını ortaya koyarken; askeri caydırıcılığı sayesinde Türkiye’nin küresel güçlerle verdiği diplomatik mücadele sürecini de yeni bir aşamaya getirmiştir. Yine bu harekât, Türkiye’ye yöneltilen çok yönlü tehditlere karşı, Türk Ordusunun görevini başarıyla yerine getirmesini sağlayan önemli bir vakıa olmuştur.
Dolayısıyla öncesi, gerçekleşme safhası ve sonuçlarıyla ulusal ve uluslararası birçok etki ortaya çıkartan Barış Pınarı Harekâtı, özellikle sonuçları ve Türkiye tarafından elde edilen kazanımlar ile birçok kategoride değerlendirmeye maruzdur. Bu kapsamda ilgili çalışmada, nitel araştırma yöntemi kullanılarak muhtelif olguların/başlıkların birbiriyle ilişkilendirilmesi ve analizi yapılmış; böylece harekâtın Türkiye açısından önemi ve ortaya çıkan sonuçlarına dair kapsamlı bir değerlendirme de bulunulmuştur.

Öz Arap Baharının Suriye'de de etkisini göstermesinden çok kısa bir süre sonrasında Türkiye'ye gruplar halinde mülteciler gelmiştir. Hükümet 'açık kapı' politikası çerçevesinde can güvenliklerinin tehlike olduğu bu insanları, sayısına... more

Öz Arap Baharının Suriye'de de etkisini göstermesinden çok kısa bir süre sonrasında Türkiye'ye gruplar halinde mülteciler gelmiştir. Hükümet 'açık kapı' politikası çerçevesinde can güvenliklerinin tehlike olduğu bu insanları, sayısına bakmadan kabul etmiş ve gerekli insani yardımları yerine getirmiştir. Ancak Birleşmiş Milletler'in Cenevre Sözleşmesi'nde Türkiye'nin coğrafi şerh koşması nedeniyle (mülteci tanımlamasına uymalarına karşın) Suriyeliler mülteci olarak kabul edilmemiş, iç hukukun sağladığı 'sığınmacı' statüsü verilmiştir. Her ne kadar vatandaşlık hariç mültecilik statüsünün verdiği diğer tüm imkânlar verilse de hem bunların aşamalı olarak verilmesi hem de vatandaşlığın beş sene geçmesine rağmen hâlâ verilmemiş olması, Suriyelilerin toplumsal entegrasyonunu geciktirmektedir. Genç ve üretken nüfusa olan ihtiyaç ve Suriyelilerin potansiyeliyle birlikte düşünüldüğünde, gerekli düzenlemelerin yapılmaması durumunda büyük bir fırsat kaçırılacaktır.

Bu çalışmanın amacı, Orta Doğu’da Arap Baharı olarak adlandırılan toplumsal hareketlerin bir iç savaşa sürüklediği Suriye’de var olan uluslararası çıkar çatışmalarını, günümüzde devletler arasındaki güç mücadelesinin değişen boyutu olan... more

Bu çalışmanın amacı, Orta Doğu’da Arap Baharı olarak adlandırılan
toplumsal hareketlerin bir iç savaşa sürüklediği Suriye’de var olan uluslararası çıkar çatışmalarını, günümüzde devletler arasındaki güç mücadelesinin değişen boyutu olan vekâlet savaşları bağlamında ele almaktır. Bu çalışma, devletlerin dış politikada kullandığı sert gücün, çeşitli gerekçelerle sınırlandırılması nedeniyle, çıkarlarına ulaşmada elini rahatlatan ve günümüzde etkinliği giderek artan devlet dışı aktörlere
daha bağımlı hâle geldiği savından hareket etmektedir. Bu sav doğrultusunda savaşlardaki değişim meselesi ve yeni bir dış politika aracı olarak “vekâlet savaşı” kavramının Suriye krizindeki yansımalarına değinilmiştir.
Bu bağlamda çalışmanın birinci bölümünde uluslararası ilişkilerde vekâlet savaşı kavramı analiz edilmiş, ikinci bölümde ise uluslararası güçlerin Suriye krizi özelindeki çıkar çatışmaları, vekâlet savaşları bağlamında örneklendirilmiştir.

Suriye Krizinin ilk evrelerinde ileri sürülen çözüm önerilerinin anlamsızlaşması nedeniyle giderek derinleşen krize direkt yahut dolaylı olarak müdahil olan her aktör pozisyonunu bugün yeniden gözden geçiriyor, stratejilerini yeniliyor.... more

Suriye Krizinin ilk evrelerinde ileri sürülen çözüm önerilerinin anlamsızlaşması nedeniyle giderek derinleşen krize direkt yahut dolaylı olarak müdahil olan her aktör pozisyonunu bugün yeniden gözden geçiriyor, stratejilerini yeniliyor. Bu anlamda Soçi Zirvesi ve görüşmeleri önemli bir gelişme olarak önümüzde duruyor. Rusya Devlet Başkanı Putin’in davetiyle Soçi’de Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile İran Cumhurbaşkanı Ruhani’yi bir araya getiren 22 Kasım tarihli kritik zirve bölgede ve uluslararası kamuoyunda ilgiyle takip edildi. Aslında Soçi Zirvesi, Astana Süreci’nin tamamlayıcısı olarak da değerlendirilebilir. Bahsi geçen üç ülke, kendi aralarında başlattıkları ve şu an için Suriye özelinde yoğunlaşan işbirliğini Soçi Zirvesi ile derinleştiriyor.

Göçün güvenlikleştirilmesiyle ilgili gelişen araştırmalar göç çalışmalarında yeni yollar açmıştır. Özellikle, göçün bir güvenlik sorunu olarak nasıl çerçevelendiğine dikkat çekmekte ve “liberal” devletlerin “il-liberal” göç uygulamalarına... more

Göçün güvenlikleştirilmesiyle ilgili gelişen araştırmalar göç çalışmalarında yeni yollar açmıştır. Özellikle, göçün bir güvenlik sorunu olarak nasıl çerçevelendiğine dikkat çekmekte ve “liberal” devletlerin “il-liberal” göç uygulamalarına karşı azar azar eleştirisine yol açmıştır. Bununla birlikte, bu çalışmalar yalnızca AB'ye odaklanmakta ve güvenlikleştirmeyi AB ekseninde inceleyip göç rejimlerini nasıl yeniden yapılandırdığına dikkat etmektedir. Bu makalede; Stratejik jeopolitik konumu nedeniyle ve adaylık statüsü ile ilgili olarak Türkiye, AB’nin güvenlikleştirme sürecini üçüncü ülkelere nasıl genişlettiğini ve aday ülkelerin AB’nin gerekliliklerini nasıl yerine getirdiği anlaşılmaya çalışılacaktır. Türkiye'nin uluslararası bir aktör kadar bölgesel bir güç olma vizyonu göz önüne alındığında, makale çağdaş Türk göç politikaları yapımındaki ana eğilimleri, yeniden yapılanmaları, bunun Türk dış politikası ile ilişkisi ve Suriyeli göçmenlerin Türkiye ve AB tarafından güvenlikleştirilmesi hususunu ele almayı amaçlamaktadır.

Özet Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyılın sonlarından itibaren kurulmaya başlayan spor kulüpleri, 1909 yılında Cemiyetler Kanunu ile birlikte resmiyet kazandı. Daha çok gayrimüslimler tarafından kurulan kulüpler, etnik milliyetçilik ekseninde... more

Bu çalışmanın amacı, Arap ayaklanmaları sürecinde Ortadoğu’da önemli bir aktör olarak öne çıkan Rusya Federasyonu’nun dış politikasına yön veren dinamikleri ortaya koymak ve bu dinamiklerin özellikle Suriye’ye yönelik Rus stratejisini ne... more

Bu çalışmanın amacı, Arap ayaklanmaları sürecinde Ortadoğu’da önemli bir aktör olarak öne çıkan Rusya Federasyonu’nun dış politikasına yön veren dinamikleri ortaya koymak ve bu dinamiklerin özellikle Suriye’ye yönelik Rus stratejisini ne ölçüde etkilediğini incelemektir. Bu çerçevede Rusya’nın Suriye krizine yönelik politikasını yönlendiren birbiriyle yakından ilgili üç düzeyin bulunduğunu söylemek mümkündür: küresel, bölgesel ve ulusal düzey.

Bildiğimiz üzere 1967’deki 6 gün savaşında, Mısır, Sina’yı, Suriye ise Golan tepelerini İsrail’e kaybetmişti. 1973 Arap İsrail savaşına giden süreçte ise Mısırda Enver Sedat, Suriye’de hafız Esad iktidarı başlamıştı. İşgal altındaki... more

Bildiğimiz üzere 1967’deki 6 gün savaşında, Mısır, Sina’yı, Suriye ise Golan tepelerini İsrail’e kaybetmişti. 1973 Arap İsrail savaşına giden süreçte ise Mısırda Enver Sedat, Suriye’de hafız Esad iktidarı başlamıştı. İşgal altındaki toprakları kurtarmak, iktidara yeni gelen başkan için de büyük önem arz ediyordu. Böylelikle hem ülkelerinin sarsan prestijini onaracaklar, hem de iç politikada kendilerini kabul ettireceklerdi.
Bu doğrultuda gerek Suriye’de, gerekse Mısırda sık sık görüşüp savaş planı üzerinde çalışıyorlardı. Ayrıca Sovyetler Birliğinden önemli ölçüde gelişmiş silahlar alınıyordu.
Özellikle Mısırlıların aldıkları hava savunma sistemleri ve AT-3 Sagger anti tank füzeleri savaşta çok büyük rol oynayacaktı...

Kanal/Sina ve Filistin/Suriye Cephesi’nde dört yıl boyunca vuku bulan çeşitli muharebeler, Birinci Dünya Harbi’nin başlangıcı, cereyanı ve sonuçlarından bugüne kadar yansıyan sorunları dahi beraberinde getirecek kadar önemli olaylara... more

Kanal/Sina ve Filistin/Suriye Cephesi’nde dört yıl boyunca vuku bulan çeşitli muharebeler, Birinci Dünya Harbi’nin başlangıcı, cereyanı ve sonuçlarından bugüne kadar yansıyan sorunları dahi beraberinde getirecek kadar önemli olaylara sahne olmuştur. Bu bağlamda mezkûr cephede vuku bulan savaşlar, Birinci Dünya Harbi’nin Osmanlı Devleti açısından kaderini tayin edecek sonuçlara haiz olduğu gibi günümüz coğrafyasında ortaya çıkartılan sorunların da temelini teşkil etmiştir.
1915 yılında Osmanlı Devleti’nin çeşitli gayelerle icra etmeye karar verdiği 1. Kanal Harekâtı, tam bir planlama ile icra edilemediği için başarısız olmuştur. 1916 yılında gerçekleştirilen 2. Kanal Harekâtı’nda Katya Muharebesi’nde zafer kazanılsa dahi, Romani Muharebesi’nde alınan yenilgi ile Osmanlı birlikleri üç yıl devam edecek savunma savaşlarına hazırlanmak zorunda kalmıştır.
Cephe’nin Kanal üzerinden açılmasıyla başlayan savaşlar, 1916 yılının ikinci yarısı itibarıyla Sina bölgesi üzerinde yoğunlaşmış; 1917 yılında Filistin bölgesine, 1918 yılı son çeyreğinde ise Suriye’ye ulaşmıştır.
Osmanlı Ordusu, İngilizlerin Gazze ve çevresindeki kritik yerleri alma girişimlerini 1. ve 2. Gazze Muharebeleri’nde kazandığı büyük zaferlerle engellemiştir. Bununla birlikte büyük bir hazırlığa girişen İngilizler, Kasım 1917’de başlattığı 3. Gazze Muharebeleri olarak anılan harekâtta, Birüssebi ve Gazze ile çevresini ele geçirmiştir.
Bu süreçte Haçlı/Siyonist aklın bir ürünü olarak ilan edilen Balfour Deklarasyonu şüphesiz bu cephede yaşanan gelişmelerden ayrı düşünülemeyecek kadar arka planı olan bir gelişme idi. Bu ilanla birlikte İngiliz Ordusu’nun aynı anda Kudüs üzerine hücuma geçmesi de bir rastlantı değildi. Nitekim 9 Aralık 1917’de Kudüs’ün düşmesi, Osmanlı Devleti ve İslam Dünyası için önemli bir kayıpken Haçlı/Siyonistler için kurdukları planların gerçekleşmesi yönünde büyük bir adım olmuştur.
Osmanlı Ordusu, Kudüs’ün kaybından sonra Nablus’un güneyinde tahkimat oluşturmuş ve 1918 Eylül ayına kadar İngilizlerin gerçekleştirdiği dört önemli harekâtı başarısız kılmayı bilmiştir. Bununla birlikte Filistin/Suriye’nin geleceğini tam anlamıyla tayin edecek olan gelişme, 19-21 Eylül 1918 tarihinde vuku bulan Nablus/Meggido Harbinde olmuştur. Bu savaşta başta 8. Ordu olmak üzere 4. ve 7. Osmanlı Orduları, ağır bir yenilgi alarak geri çekilmiştir.
Neticesi çok ağır olan bu savaş sonrası Filistin’in tamamı ile bugünkü Ürdün, Lübnan toprakları ve Suriye Vilayeti Osmanlı Ordusu’nun denetiminden çıkmıştır. Osmanlı Ordusu Mondros Mütarekesinden kısa bir süre önce Halep’in güneyinde savunma tertibatı alabilmişse de, mütarekeye 4 gün kala Halep’te kaybedilmiş ve İngiliz birlikleri ancak Halep’in kuzeyinde durdurulabilmiştir.
1915-1918 yılları arasında Kanal/Sina ve Filistin/Suriye Cephesi’nde vuku bulan irili ufaklı birçok harp, sonuç itibariyle Osmanlı Devleti açısından fevkalade olumsuz sonuçlanmıştır. Bu savaşlarda birçok Anadolu evladı, binlerce kilometre uzaktaki köylerinden, şehirlerinden Filistin’e, Ürdün’e, Sina’ya gelerek vatan uğrunda savaşmış ve kahramanca çarpışarak feda-yı can eylemiştir.
Sonuç itibariyle bu kitap, Kanal/Sina ve Filistin/Suriye Cephesi’ndeki olayları ve savaşları stratejik bakış açısı ve tarihi perspektifte ortaya koyarken “Son Büyük Savunma Çanakkale’de İslam Coğrafyasından Şehitler” isimli kitabın da bir devamı niteliğinde hazırlanmıştır.
“İslam Coğrafyasından Şehitler” kitabında, o dönem Osmanlı vatanının bir parçası olup şuan sınırlarımız dışında kalan bölgelerden Çanakkale’ye gelerek şehit olan askerler konu edinilmişti. Bu kitapta ise günümüzde Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında yer alan şehirlerden bölgeye giden Türk askerlerinin, Osmanlı vatanının diğer toprakları için nasıl canlarını siper ettikleri ortaya konulmaya çalışılmış ve şehit Türk askerlerinin künyeleri tek tek hazırlanmıştır. Bu kapsamda 2018 yılı itibariyle Milli Savunma Bakanlığı Arşivi kayıtlarından tespit edilen 3.886 şehidin künye bilgilerine yer verilmiştir.

Sadece coğrafya olarak değil, siyasi olarak da genişliği olan, pek çok bilinemezlerin, karmaşık ilişkilerin, sorunların ve çatışmaların, ihanetlerin ve dostlukların, birleşme adına yapılan ayrışmaların, homojen zannedilen heterojenliğin,... more

Sadece coğrafya olarak değil, siyasi olarak da genişliği olan, pek çok bilinemezlerin, karmaşık ilişkilerin, sorunların ve çatışmaların, ihanetlerin ve dostlukların, birleşme adına yapılan ayrışmaların, homojen zannedilen heterojenliğin, tam olarak kavranamadığı için bazılarınca kaynayan kazan, bazılarınca bataklık olarak tanımlanan, bazılarına göre istikrarsızlığın ve geri kalmışlığın bazılarına göre petrolün ve zenginliğin merkezi olan Orta Doğu, üzerine çok şey söylenen ama çok az bilinen bir coğrafyadır. İnsanlık tarihi burada başlayıp burada devam etmiştir. Tarihsel olaylara yön veren gelişmeler burada yaşanmış, geleneksel ve modern imparatorluklar için üzerinde mücadele edilmeye değer bulunmuş, her şeye rağmen vaz geçilememiştir. Böylesine tarihsel, kültürel ve toplumsal birikimi zengin ve böylesine ekonomik, stratejik ve siyasal açıdan önemli bir bölge hakkın-da söz söylemek kolay gibi gözükse de üzerine yazı yazmak gerçekten oldukça zor. Aslında zor olduğu detaylara inildikçe anlaşılıyor.

11 Eylül 2001’den itibaren ABD’nin küresel ve bölgesel politikasında meydana gelen farklılaşmalar ve buna bağlı olarak önce Afganistan’ın, arkasından Irak’ın işgali ile 2011’de başlayan Arap Baharı adı verilen süreçle beraber bölgesel ve... more

11 Eylül 2001’den itibaren ABD’nin küresel ve bölgesel politikasında meydana gelen farklılaşmalar ve buna bağlı olarak önce Afganistan’ın, arkasından Irak’ın işgali ile 2011’de başlayan Arap Baharı adı verilen süreçle beraber bölgesel ve küresel politikada meydana gelen yeni tehdit unsurları ve istikrarsızlaştırıcı faktörler, ayrıca ABD ve bölge ülkelerinin tutarsız ve etkisiz politikaları, çalışmanın hazırlanmasında belirleyici motivasyon unsurları olmuştur. Maalesef Soğuk Savaş sonrası Orta Doğu ve küresel politikada yaşanan hızlı değişim, uluslararası ilişkiler ve dünya politikasını çok daha karmaşık hale getirmiştir. Çalışma okuyucuya geçmişi ve günümüzü anlamak ve geleceği yorumlamak
konusunda derinlik kazandırmayı amaçlamaktadır. Çalışmada Orta Doğu’nun gerçeği ve Amerikan dış politikasının temel parametreleri ortaya konmuştur. Bu bağlamda özellikle Irak işgali, İran’a yönelik Amerikan politikasında değişim ve süreklilik, İran’ın nükleer programı ve Batıyla ilişkileri, bölgeye yönelik politikaları, Obama ve Trump’ın İran politikaları ve olası gelişmeler tartışılmıştır.

Bugün sınırlarımız içinde yer alan Hatay’ın konumuna haritada bir bakın. Ve biraz doğuya, çok değil 100 kilometre kadar doğuya, gittiğinizde Halep’i göreceksiniz. Aynı hatta doğuya doğru birkaç yüz kilometre daha ilerleyin, Musul’a... more

Bugün sınırlarımız içinde yer alan Hatay’ın konumuna haritada bir bakın. Ve biraz doğuya, çok değil 100 kilometre kadar doğuya, gittiğinizde Halep’i göreceksiniz. Aynı hatta doğuya doğru birkaç yüz kilometre daha ilerleyin, Musul’a rastlayacaksınız. Bugün Hatay ne kadar Türk ise, Mondros öncesi Halep ve Musul da o kadar Türk’tü. Hem nüfus olarak hem de tarihsel ve yönetsel olarak... Suriye meselesine bakarken bu hattı unutmamak ve yaklaşık 100 yıl önce bu hattın kuzeyinin %75-80 Türk olduğunu bilmek gerekiyor. “Ne işimiz var Suriye’de?” sorusunun gerçek yanıtı burada yatmaktadır.

Günümüzde ulusal sınırları aşan Suriyeli sığınmacı göçü, II. Dünya Savaşı sonrası uluslararası ölçekte karşılaşılan en büyük insani krizdir. 2011 yılından bu yana Suriye'de yaşanan çatışmalar, ülke nüfusunun neredeyse yarısını zorla... more

Günümüzde ulusal sınırları aşan Suriyeli sığınmacı göçü, II. Dünya Savaşı sonrası uluslararası ölçekte karşılaşılan en büyük insani krizdir. 2011 yılından bu yana Suriye'de yaşanan çatışmalar, ülke nüfusunun neredeyse yarısını zorla yerinden ederek, bölge ve AB ülkelerini hedefleyen göç hareketini tetiklemektedir. Bu göç hareketinin neden olduğu sorunları anlayabilmek ve bu sorunlara çözüm üretebilmek için, öncelikle söz konusu hareketin öz-nesi olan sığınmacıların hukuki statüleri ve mevcut durumdaki haklarının anlaşılması gerekmektedir. Bu amaçla yapılan çalışma, AB ve Türkiye'deki göç hukukunun gelişim süreçleri, modern göç hukuku yaklaşımları ve Suriyeli sığınmacılar özelinde izlenen politikaları açıklamaya çalışmakta ve karşılaştırmalı bir değerlendirme sunmaktadır.

Ortadoğu tarihi insanoğlunun tarihi olmuş ve ilk uygarlıklar bu bölgede ortaya çıkmıştır. Ortadoğu kelimesi yerel bir adlandırma olmamış, İngiliz çıkar alanlarını belirlemek üzere 20.yüzyılın başında kullanılmaya başlanmıştır. İlk... more

Ortadoğu tarihi insanoğlunun tarihi olmuş ve ilk uygarlıklar bu bölgede ortaya çıkmıştır. Ortadoğu kelimesi yerel bir adlandırma olmamış, İngiliz çıkar alanlarını belirlemek üzere 20.yüzyılın başında kullanılmaya başlanmıştır. İlk uygarlıklar bir ucu Verimli Hilal olarak adlandırılan Suriye Çölü’nden Fırat nehrine, diğer ucu doğu Akdeniz’den Nil’in suladığı vadiye kadar uzanan, yarım ay şeklindeki bölgede ortaya çıkmıştır. Verimli Hilal’in batısını ise Suriye oluşturmaktadır.1 Lübnan, İsrail, Suriye ve Ürdün’ün batısını içine alan bölgeye daha sonra Levant adı verilmiştir. Toprağının verimliliği ve yağışlarının bolluğu ile bu toprakların sunduğu imkânlara sahip olmak isteyen farklı yerlerden halklar bölgeyi ele geçirmeye çalışmışlardır. Çalışmada Dicle ve Fırat’ın sularıyla bereketli topraklara sahip Suriye’nin siyasi tarihi analiz edilecektir.