Dinler Tarihi Research Papers - Academia.edu (original) (raw)
Although the existence of the Turkmen Alevis in Diyarbakir and its environs is a known fact, the reflection of this matter on the Ottoman archive records is not much known. In this paper, the reasons for this problem will be explained. In... more
Although the existence of the Turkmen Alevis in Diyarbakir and its environs is a
known fact, the reflection of this matter on the Ottoman archive records is not much
known. In this paper, the reasons for this problem will be explained.
In this paper, detailed cadastral record books registered under numbers 64 and
200 belonging to Diyarbekir province, which are found in the Ottoman Archive of
the Prime Ministry in Istanbul and under number 155 in the Archive of Kuyud-i
Kadime, connected to General Directorate of Land Registry and Cadaster of Ministry
of Environment and Urban Planning in Ankara along with data from account books
of Diyarbekir province, registered under number 988 in the Ottoman Archive of
the Prime Ministry in Istanbul were used as source material. In addition to these
documents, after the analysis of court records of Diyarbekir and provisions book
number 1of Diyarbekir, information relevant to the topic was appraised.
The tracks of the Turkmen Alevis’ existence in Diyarbakir established in
mentioned sources, were presented along with evidences. The topic was elaborated
with reference to some personal names, name of places and centers of Alevi ocaks
in the region which were determined in cadastral record books. The research paper
includes all information about nature, payers, prevalence and quantity of the tax
known as “surh-seran” (Kizilbaslar) which is not very known in academic circles and
which was apparently taken only from Alevis and was mentioned just once in one of
the cadastral record books of Dyarbekir province.
113
Osmanlı Arşiv Belgelerinden Türkmen - Alevi Varlığını Tespit Etmenin Zorluğu ve İmkânları Diyarbekir Vilayeti Örneği
Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Dergisi / 2016 / 13
In this paper, the nature of the Turkmen Alevis’ existence in Diyarbakir and its
environs in XVI Century came to light within the frame of information about its
prevalence, reflected to archive records.
Key Words: Diyarbekir province, Turkmen, Alevi, Surh-seran (Kizilbaslar)
1900’lü yılların ortalarında yoğunluğu artan misyonerlik faaliyetlerine ve düşünce bazında İslâm’a yönelik saldırılara karşı mücadele ederek, müslüman toplulukların yeniden İslâmî kimlikleriyle gurur duymasına vesile olması; Ahmet Hüseyin... more
1900’lü yılların ortalarında yoğunluğu artan misyonerlik faaliyetlerine ve düşünce bazında İslâm’a yönelik saldırılara karşı mücadele ederek, müslüman toplulukların yeniden İslâmî kimlikleriyle gurur duymasına vesile olması; Ahmet Hüseyin Deedat’ı, (1918-2005) Doğuda ve Batıda önemli bir şahsiyet haline getirmiştir. Bunun yanında, eylem ve söylemlerinin avam dışında dinî ve ilmî çevreleri etkilemesi, hakkında dünya çapında birçok kitap, tez ve makalede yazı ve görüşlerin kaleme alınması kendisine akademik bir değer kazandırmıştır.
Bu tez, Deedat’ın kaleme aldığı kitaplar esas alınarak hazırlanmış; ayrıca kendisinin konferanslarında, tv programlarında, Batılı akademisyen ve hıristiyan din bilginleriyle yaptığı münazaralarda serdettiği görüşlerden ve yer yer üçüncü kaynaklardan istifade edilerek zenginleştirilmiştir. Tezde, Hıristiyan kültürünün arka planını oluşturan kredolara (inanç esasları/amentü) ve semitik dinlerde asıl olan tevhîd inancına âşinalık oluşturmak suretiyle, misyonerlik faaliyetlerine karşı bilincin geliştirilmesi amaçlanmış; çalışmada yüzlerce hıristiyan kredolarının hülasası mahiyetindeki dört meseleye ışık tutulmuş ve Yüce Allah’ın gönderdiği kitaplarda mevcut esas konulardaki özde benzerlik ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca Ahmed Deedat’ın, Kur’ân ışığı altında Kitâb-ı Mukaddes’ten referansla ortaya attığı görüşler esas alınarak Kitâb-ı Mukaddes’in orijinalliği, aslî günah, çarmıh ve teslîs gibi hıristiyan akaidine dair temel meseleler üzerinden hıristiyan nazariyeleri ele alınmıştır. Bahsi geçen konuların incelendiği ikinci bölümde ele alınan dört ana mesele Hıristiyanlığın tüm doktrinlerini mündemiçtir.
Giriş, iki bölüm ve sonuç kısımlarından oluşan çalışmanın birinci bölümü Deedat’ın hayatı ve eserlerini konu edinirken; ikinci bölümde kendisinin hıristiyan doktrinleri ile ilgili görüşleri dört ana başlık altında bir araya getirilmiştir. Sonuç kısmında ise bölümlerde ele alınan meseleler üzerinden birtakım çıkarımlar yapılarak Kelâm alanında diğer dinlerle ilgili çalışılabilecek araştırma konuları tespit edilmiştir. Bu tez Deedat’ın görüşlerini bir araya getirmekle birlikte Hıristiyanlığın temel doktrinleri hakkında genel bir fikir vermeyi ve temel inanışlarına vukufiyet kazandırmayı hedeflemektedir.
EDITOR: DR. MERYEM BERRİN BULUT ezeli bir gizem Aşkın ve Sevginin Bilimsel Serüveni "Mutluluk ne diye sorsatar, cevabı gülüşünde ve o sıcak bakışında arardım.", "Sen olmadan nasıl var olacağımı bilmiyorum.", "Manzara da neymiş... Yüzü... more
EDITOR: DR. MERYEM BERRİN BULUT ezeli bir gizem Aşkın ve Sevginin Bilimsel Serüveni "Mutluluk ne diye sorsatar, cevabı gülüşünde ve o sıcak bakışında arardım.", "Sen olmadan nasıl var olacağımı bilmiyorum.", "Manzara da neymiş... Yüzü avuçlarımın içindeyken. ", "Gezegenleribilmiyorum ama sevgim daima etrafında dönecek.", "Seni görmeden önce en parlak yıldızın güneş olduğunu düşünürdüm." ve "Gökyüzü güneş olsa sensiz karanlıktayım." gibi cümlelerle bireyler aşklarını ve sevgilerini ifade etmeye çalışmaktadırlar. Bu eserde, hayatımıza anlam katan sevgi ve aşk duyguları, farklı disiplinlerden akademisyenlerin ve alan çalışanlarının bakış açılarıyla ele alınmaktadır. Kitaba psikoloji, psikiyatri, dinler tarihi, sosyoloji, sosyal hizmet, psikolojik danışmanlık ve rehberlik, veterinerlik, çocuk bakımı ve gençlik hizmetleri, hukuk, reklamcılık, kimya, diyetisyenlik gibi alanlardan araştırmacılar ve alan çalışanları katkı sağlamıştır. Kitap, bireylerin keyifle okuyacakları ve yararlanacakları bir kaynak niteliği taşımaktadır.
Bu çalışmamızda Yeni Ahit’te ki Petrus karakterini ele alacağız. Öncelikle çalışmamızın önemine dikkat çekmemiz gerekirse, bu çalışmanın önemi Petrus’un Hristiyanlık dinindeki konumundan gelmektedir. Petrus Hristiyanlık için, İsa’dan... more
Bu çalışmamızda Yeni Ahit’te ki Petrus karakterini ele alacağız. Öncelikle çalışmamızın önemine dikkat çekmemiz gerekirse, bu çalışmanın önemi Petrus’un Hristiyanlık dinindeki konumundan gelmektedir. Petrus Hristiyanlık için, İsa’dan sonra gelen en önemli iki şahsiyetten birisidir. Bu şahsiyetlerden diğeri ise Pavlus’ tur. Ancak baktığımızda bu iki şahsiyet taban tabana zıt karakterlerdir. Petrus, İsa’nın en yakın öğrencisi iken Pavlus, İsa’ya başlangıçta düşman olan ve iman ettiğini bildirdikten sonra İsa’nın öğretisinde olmayan şeyleri Hristiyanlığın içine sokmaya çalışan bir kimliktir. Biz de bu çalışmada İsa’nın asıl öğretisinin peşinden giden Petrus’u ele alıp onun Yeni Ahit’teki kişiliğini ve hayatını aktarmaya çalışacağız. İlk bölümde Petrus’un şahsiyeti ele alınıp, bir tasvir çizilmeye çalışılacaktır. Ardından gelen bölümde Petrus’un İsa ile ilk karşılaşması ve birliktelik sürecinde yaşanan hadiseler aktarılacaktır. Sonraki bölümde Petrus’un, İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonraki yaşantısı, çalışmaları ve Hristiyan cemaatindeki liderliği işlenecektir. Son bölümde ise Petrus’a ait olduğu söylenen mektupların içeriği hakkında bilgi verilecektir. Konular işlenirken Yeni Ahit’ten mümkün olduğunca alıntı yapıldığından, okuyucunun zihninde Petrus’ un kişiliği, konumu ve hayatı hakkında genel bir çerçeve oluşacaktır.
Tüm diller içerisinde yazılmış en iyi Tora açıklamaları arasında kabul arasında kabul edilen büyük eser MeAm Lo’ez şimdi Türkçe! Türkçe'ye Çeviren: Gökhan Duran Rabbi Yaaakov Culi tarafından yazılan MeAm Lo’ez, en büyük Yahudi kaynak... more
Jorge Mario Bergoglio, Pope Francis, Turkey
Snorri Sturluson, İstanbul: Yeditepe Yayınları, 2018
Alper Bilgili bu çalışmasında, bilimin doğasını, amaçlarını ve meşru sınırlarını Richard Dawkins, Sam Harris ve bilhassa yeni-ateizmin Türkiye’deki en önemli temsilcisi olan Celâl Şengör’ün bilim anlayışları üzerinden tartışmayı... more
Alper Bilgili bu çalışmasında, bilimin doğasını, amaçlarını ve meşru sınırlarını Richard Dawkins, Sam Harris ve bilhassa yeni-ateizmin Türkiye’deki en önemli temsilcisi olan Celâl Şengör’ün bilim anlayışları üzerinden tartışmayı hedeflemektedir. Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi ülkemizde de geniş bir okur kitlesine sahip olan yeni-ateist düşünürler, metafizik ve ideolojik kaygılarla doğa bilimlerinin amacını ve sınırlarını yanlış bir şekilde tasvir etmekte, doğa bilimlerinden toplumsal meseleler de dâhil olmak üzere her konuda rehberlik yapmasını beklemekte, doğa bilimleri dışında kalan bilgi türlerini küçümsemekte hatta gayrimeşru ilan etmekte, bilimi özcü bir yaklaşımla dinin tam karşısına yerleştirmekte, bilim ve din arasında kurdukları bu dikotominin bir sonucu olarak sekülerleşmeyi hızlandırıcı sosyal politika taleplerinde bulunmaktadırlar. Sonuçta, yeni-ateist düşünürler, okurlarını bilimin niteliği ve işleyişi konusunda yanlış bilgilendirmekte, daha da vahimi, bilimi metafizik ve ideolojik pozisyonlarının sözcüsü olmaya zorlayarak bilimin toplum nezdindeki itibarını zedelemektedirler. Yeni-ateist düşünürlerin, bilime ve bilhassa bilim-din ilişkisine dair iddialarının sosyoloji ve felsefenin sunduğu teorik araçlarla değerlendirildiği, bilimin ideolojik kaygılarla araçsallaştırıldığının tarihsel verilerle gösterildiği bu kapsamlı ve nitelikli çalışmanın, Türkçe literatürde önemli bir açığı kapatacağı rahatlıkla söylenebilir.
Budizm, Hinduizm’e tepki olarak ortaya çıkan bir inanç sistemidir. Buda, bu dinin kurucusudur. Budizm daha çok Buda’nın hayatı ve görüşleri çerçe-vesinde şekillenir. Özellikle Buda’nın vaazları bu dinin yayılmasını sağlayan önemli... more
Budizm, Hinduizm’e tepki olarak ortaya çıkan bir inanç sistemidir. Buda, bu dinin kurucusudur. Budizm daha çok Buda’nın hayatı ve görüşleri çerçe-vesinde şekillenir. Özellikle Buda’nın vaazları bu dinin yayılmasını sağlayan önemli konuşmalardır. Bu çerçevede Ateş Vaazı Budistler arasında önemli bir yere sahiptir. Ateş simgesi ile özdeşleşen bu vaaz, Budizm için bir kırılma eşiğidir. Bu vaazdan sonra yüzlerce keşiş Buda’nın yolunu izler. Genel olarak dini ve felsefi bir içeriğe sahip olan vaaz, keşişleri kurtuluşa davet eder. Buda bu vaaz aracılığıyla kendi yaşam serüvenini ve ulaştığı sonuçları takipçilerine anlatır. Budizm’in inanç esasları hakkında derli toplu bilgiler veren Ateş Vaa-zı, insanın bu dünyada yanılma nedenlerini ortaya koyar. Arzu, tutku ve nef-retin acılara neden olduğundan söz eder. Tenasüh sürecinin insanı yıprattığını dile getiren vaaz, keşişler için kurtuluş yolu olarak Nirvana’yı önerir. Buda aydınlanma ağacının altında Nirvana’ya ulaşır. Burada pişer ve hakikati keş-feder. Buda bu vaaz aracılığıyla takipçilerinin de pişerek olgunlaşmasını öne-rir. Bu çerçevede bu çalışmada önce Budizm’in kısa bir geçmişi sonra Bu-da’nın hayatına yer verildi. Böylece Ateş Vaazı’nın ortaya çıkma süreci ve zemini ele alındı. Son olarak bu vaazın neyi, nasıl anlattığı ve ne gibi mesajlar verdiği ortaya konuldu.
ÖZET Orta Asya'dan Balkanlar'a, Sibirya'dan Anadolu'ya uzanan bir coğrafyada varlığını sürdürmeyi başaran Türkler, etkileşim de bulunduğu arklı din ve kültürlere rağmen nesilden nesile aktarılan geleneksel inanç ve yaşayış biçimini... more
ÖZET Orta Asya'dan Balkanlar'a, Sibirya'dan Anadolu'ya uzanan bir coğrafyada varlığını sürdürmeyi başaran Türkler, etkileşim de bulunduğu arklı din ve kültürlere rağmen nesilden nesile aktarılan geleneksel inanç ve yaşayış biçimini kaybetmeden Türk Kültürünü gitmiş oldukları bölgelerde yaşatmasını bilmişlerdir. Yeni bölgelerde yeni dinlerle karşılaşan Türkler, sahip oldukları eski Türk kültüründen taşıdıkları inanç ve yaşayışlara yeni anlamlar yükleyerek kültürel birliği ve sürekliliği yakalayabilmişlerdir. Türklerin en eski inançlarından biri olan Şamanizm, milattan önceki yüzyıllardan günümüze yaşayan, merkezinde ruhlar âlemiyle etkileşim içerisinde bir " Şaman " ın yer aldığı, " animistik " özellikler taşıyan bir inanç sistemidir. Tek tanrı düşüncesinin hâkim olduğu ve Sibirya ve Orta Asya bozkırlarında varlık gösteren Şamanizm'in bir din mi ya da bir inanç mı olduğu bugün dahi bilim adamları arafından tartışılmaktadır. Bu çalışmamızda, Türk tarihinde önemli bir yere sahip olan Şamanizm'in, Türk kültürü üzerindeki varlığı ele alınacak ve geliş Mezkûr çalışmamızın verimli sonuçlar getirmesinden hareketle konuya ilişkin ana kaynaklardan ve bu alanda yapılan çalışmalardan yararlanılacaktır. Şamanizm, Türk Şamanizmi, Din ve İnanç, Türk Kültürü
Mesih inancı ya da başka bir deyişle gelecek kurtarıcı Mesih'i beklemek Ortodoks Yahudiliğin karakteristik özelliğidir. XVIII. yüzyılda Ortodoks Yahudiliğin içinden doğan Hasidim ve Mitnagedim hareketlerinin Mesih inancına getirdiği yeni... more
Mesih inancı ya da başka bir deyişle gelecek kurtarıcı Mesih'i beklemek Ortodoks Yahudiliğin karakteristik özelliğidir. XVIII. yüzyılda Ortodoks Yahudiliğin içinden doğan Hasidim ve Mitnagedim hareketlerinin Mesih inancına getirdiği yeni yorumla Yahudi toplumu için yeni bir dönem başlamıştır. Mitnagedim disiplininden gelen Mesihçi rabbiler sonraki yüzyılda hem Siyonist hareketin öncüsü hem de destekçisi olmuşlar, dini Siyonist olarak adlandırılarak Mizrahi grubunun çatısı altında toplanmışlardır. Siyonizm'e destek olmayan diğer Mesihçiler ise Holokost'a kadar anti-Siyonist Mesihçiler olarak Agudat Israel grubu olarak kendi politikalarını oluşturmuşlardır. Bu gün İsrail'in resmi mezhebi Ortodoks Yahudiliktir. Ülkede %22'lik kesim de kendisini Ortodoks ve Ultra Ortodoks olarak tanımlamaktadır. Seçim sistemi nedeniyle Knesset de sandalye sayıları az olmasına rağmen koalisyon hükümetlerinde yer alarak kendi düşünceleri doğrultusunda mevcut politikalarını uygulama alanı bulabilmekte, İsrail devletini dini kurallara uygun yönetilmesi için çaba göstermektedirler. Bugünü iyi anlamak geçmiş tarihi iyi analiz etmekle mümkündür. Dolayısıyla tarihsel sürece bağlı kalarak hazırladığımız çalışmamızda amacımız; Mesih inancı, dini önderlerin görüşleri ve politikaları, Siyonist hareketin ve İsrail devletinin sadece laik temelli olmadığı, Yahudilerin Filistin'e göç etmesinde Mesihçilerin doğrudan ya da dolaylı desteklerinin bulunduğu, devlet kurulduktan sonra da nasıl din devleti haline dönüştüğünü Mesihçi anlayış açısından ortaya koymaktır. The Messianic belief or in other words, waiting for the coming of messiah is characteristic of Orthodox Judaism. In XVIII century Hasidim and Mitnagedim movements, came from Orthodox Judaism, brought to a new understanding about Messianic belief. The Messianic rabbis of Mitnagdim's discipline have been the pioneers and supporters of Zionist movement in the next century. They were grouped under the roof of Mizrahi group. The other Messianists who did not support Zionism formed their own policies as Agudat Israel group as anti-Zionist until holocost. Today,Israel's official religion sect is Ortohodox Judaism. In the State, 22% of the people define themselves as Orthodox and Ultra Orthodox. Despite the small number of seats in the knesset, they are able to realize their idea in the current policies in line with their own thoughts by taking part in the coalition governments and striving to manage the state of Israel according to religious rules. A better understanding of this day is possible by analyzing past history well. Therefore, we prepared this study with adhering to the historical process. Our aim show Messiah belief, the social and political effects of the new understanding of Messianic belief, the views and policies of the religious leaders, Zionist movement and the state of Israel are not only secularly based, the direct or indirect supports anf effects of Messianism. Thus, we targetted to reveal how the state of Israel became a religious state by evaluating it from the point of view of Messiah belief.
Sanat, İkon, Resim, Hıristiyanlık, Peygamberler, Hz. Muhammed, Dinler Tarihi, Budizm, Konfüçyanizm, Mecusilik
Türkler arasında İslam’dan önce Asya menşeli dinler yayılma gayreti içerisine gir-mişse de, bütün Türk boyları tarafından kabul edilen bir inanç haline dönüşmemiş-lerdir. Yahudilik ve Hristiyanlık da Türkler arasında yayılmaya çalışmış... more
Türkler arasında İslam’dan önce Asya menşeli dinler yayılma gayreti içerisine gir-mişse de, bütün Türk boyları tarafından kabul edilen bir inanç haline dönüşmemiş-lerdir. Yahudilik ve Hristiyanlık da Türkler arasında yayılmaya çalışmış olan dinler-den olmuştur. Hristiyanlık özellikle Nesturi Misyonerler aracılığı ile daha ilk dö-nemlerden itibaren Orta Asya’da yayılma gayretleri içerisine girmiştir. Ticari aktivi-teler için bu bölgeye gelen Nesturi misyonerler aracılığı ile münferit Türk boyları arasında bu din yayılma göstermiş, Semerkant gibi bazı önemli ticaret merkezlerin-de kilise ve manastırlar açılmıştır. Hristiyanlığın Türkler arasında yayılmasında iki önemli etken rol oynamıştır. Bizans İmparatorluğu ve Rus Çarlığı ve bu iki devletin bağlı bulundukları kiliseler. Karadeniz’in üst taraflarından Balkanlara gelerek bura-da devlet kuran Türk Boylarının çoğu Bizans’ın baskıları sonucunda Hristiyanlığı kabul ederek tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Rus Çarlığının baskıları sonucunda Hristiyanlaşan Türk Boyları ise varlığını günümüze kadar sürdürmüşlerdir. Bunda belki de yapılan baskılara yüzyıllar boyunca direniş göstermelerinin de etkisi olmuş-tur. Günümüzde Gagauzlar, Çuvaşlar, Yakutlar, Karamanlılar ve Hakaslar Hristiyan Türk boyları olarak varlıklarını, gelenek ve dillerini günümüze taşıyabilmişlerdir. Bunların dışında Dolganlar, Karagaslar’da Hristiyanlığı kabul etmiş Türk boyları ile Altay ve Teleüt boyları arasında da bu dini benimseyenlerin varlığı bilinmektedir.
- by Mustafa Bas
- •
- Dinler Tarihi
Budizm, bir din olarak, Hinduizm’in içerisinden çıkmış ve yeni söylemlerle eski düzeni değiştirmeyi amaç edinmiştir. Hindistan’dan yola çıkan bu din günümüzde, doğu ve güneydoğu Asya’nın çoğunda hâkim konuma gelmiştir. Orta Asya’ya gelip... more
Budizm, bir din olarak, Hinduizm’in içerisinden çıkmış ve yeni söylemlerle eski düzeni değiştirmeyi amaç edinmiştir. Hindistan’dan yola çıkan bu din günümüzde, doğu ve güneydoğu Asya’nın çoğunda hâkim konuma gelmiştir. Orta Asya’ya gelip Türkler arasında dahi yayıldığını bilmekteyiz.
Sidharta Goathama isimli bir Hintli Prens’in yaşadığı hayattan duyduğu sıkıntı neticesinde içinde bulunduğu düzeni değiştirme çabası, aynı düzenden şikâyetçi olanlara ilham vermiştir. Hinduizm’in katı kast sistemi ve Brahman sınıfının yozlaşmasından kurtulmak isteyen insanlar akın akın bu yeni dine intisap etmişlerdir.
Dünya’daki dinlerin yayılma alanlarına ve nüfuslarına bakarsak, kutsal kitabı olan ve bir sistem oluşturmuş dinler daha başarılı görünmektedir. Bu da bir dinin öğretilerini anlatmanın, yaymanın en iyi yolunun kutsal metinler olduğunu göstermektedir.
Çalışmada; Budizm’in tarihi hakkında kısa bir bilgi verilecek, Budizm’in kutsal kitap anlayışı ve kitaplarından bahsedilecektir.
Sekülerliğin Biçimleri Hıristiyanlık, İslamiyet ve Modernlik Özgün adı: Formations of the Secular Christianity, Islam, Modernity Çeviri: Ferit Burak Aydar Yayına Hazırlayan: Bülent Doğan Kapak Resmi: Emîr Husrev Dehlevî Kapak Tasarımı:... more
Sekülerliğin Biçimleri
Hıristiyanlık, İslamiyet ve Modernlik
Özgün adı: Formations of the Secular
Christianity, Islam, Modernity
Çeviri: Ferit Burak Aydar
Yayına Hazırlayan: Bülent Doğan
Kapak Resmi: Emîr Husrev Dehlevî
Kapak Tasarımı: Emine Bora
Kitabın Baskıları:
1. Basım: Kasım 2007
Talal Asad, Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde sert kamusal tartışmalar yaratan bir kavram olan laikliği ya da sekülarizmi, genellikle dinleri konu almış olan antropolojinin araştırma nesnesi haline getiriyor bu kafa açıcı kitabında. Wittgenstein'dan esinlenen bir perspektif benimseyen Asad, bu kavramın Hıristiyanlık ve İslam tarihi içinde izlediği gelişim sürecini izliyor: Din ve sekülarizm etrafındaki kavramlar "gramer"indeki değişikliklerin, bu tarih içindeki pratik değişiklikleri nasıl dile getirdiğini analitik bir biçimde serimliyor. Ona göre, dini ve seküler gibi kavramlar esasen sabit kategoriler değil, iç içe geçişler ve kopmalarla dolu devingen kategoriler.
Modern seküler anlayışların biçimlenişinde faillik ve acı kavrayışlarının, insanın acıyı ortadan kaldırma sorumluluğu hakkındaki fikirlerin çok önemli bir yeri olduğunu gösteren Asad, buradan işkence, zulüm ve savaş konusuna geçerek seküler devletlerde bunların nasıl meşrulaştırılabilmiş olduğunu inceliyor ("İnsan yaşamı kutsaldır, ama yalnızca devletin tanımladığı belirli bağlamlarda"). Ardından insan hakları anlayışının gelişimine değinerek, kimin insan sayıldığı kimin sayılmadığı noktasından hareketle Müslümanlara yönelik önyargıların ve ayrımcılığın altında yatan sömürgecilik mazisini, milliyetçilik-sekülarizm ilişkisini ve bunlarla bağlantılı sekülerleştirme çabalarını inceliyor.
Batı ve İslam düşüncesinde dinin yeri konusundaki yetkin araştırmalarıyla tanınan Asad’ın bu kitaptaki analitik, serinkanlı yaklaşımının, laiklik, sekülerlik, din gibi kavramlar konusunda tam bir kafa karışıklığının yaşandığı entelektüel ve siyasi ortamımızda hak ettiği ilgiyi görüp verimli tartışmalar yaratacağını umuyoruz.
İÇİNDEKİLER
Giriş: Sekülarizm Hakkında Düşünceler
SEKÜLER
1. Sekülarizm Antropolojisi Diye Bir Şey Olsa Neye Benzerdi?
Kökenlere İlişkin Bir Okuma: Mit, Hakikat ve Güç
"Kutsal" ve "Dindışı" Üzerine Bir Yan Tartışma
Mit ve Kutsal?Kitaplar
Şamanizm: Esinlenme ve Duyarlılık
Mit, Şiir Sanatı ve Seküler Duyarlılık
Demokratik Liberalizm ve Mit
Sonsöz Yerine: Seküler Üzerine İki Modern Metin
2. Faillik ve Acı Üzerine
Faillik
Acı
Din Tarihinde ve Etnografyasında Faillikle İlgili Acı
Ahlaki Faillik, Sorumluluk ve Ceza
Bitiriş Yorumu
3. Zulüm ve İşkence Üzerine
İşkencenin İki Tarihi
İşkenceyi Kaldırmak
Dünyayı İnsanlaştırmak
"İşkence"nin Sunumu: Kasıtlı Zalimlikle Hareket Etmek
Kişinin Kendisini "Zalimce ve Onur Kırıcı
Davranışa" Maruz Bırakması
SEKÜLARİZM
4. İnsan Hakları Aracılığıyla "İnsan"ı Kurtarmak
Doğal Haklar Üzerine Birkaç Söz
Egemen Birey ve Egemen Devlet
İnsanın Kurtarılması
Kendi Kendinin Sahibi "İnsan"
Özneleri "İnsan" Sıfatıyla Dahil Etmek ya da Hariç Tutmak
5. Avrupa'da Bir "Dini Azınlık"?Olarak Müslümanlar
Müslümanlar ve Avrupa Fikri
İslam ve Avrupa Anlatısı
Modern Avrupa'nın Değişen Sınırları mı?
Avrupa Liberal Demokrasisi ve Azınlıkların Temsili
6. Sekülarizm, Ulus-Devlet ve Din
Milliyetçilik Sekülerleşmiş Din Olarak mı Anlaşılmalıdır?
Yoksa İslamcılık mı Milliyetçilik Olarak Anlaşılmalıdır?
Bazı Önemli Sorular
SEKÜLERLEŞME
7. Sömürge Mısır'da Hukuk ve Ahlak Alanının Yeniden Düzenlenişi
Hukuk Reformunun Hikâyesi
Niçin Bu Reform?
İslam Hukukunda Reform Yoluyla İslamda Reform
Ahlaki Özerklik ve Aile Hukuku
Modern "Aile"
Modern Ahlak Açısından Seküler Hukukun Tanımlanması
Ortaçağ "Fıkıh"ı Üzerine Bir Yan Tartışma
Geleneksel Bir Disiplin Olarak Şeriat
Sonuçlar
http://www.metiskitap.com/catalog/book/4676
“Etruscans” is an ancient civilisation which had lived in Italy between B.C.E. X-I centuries. This people had established a magnificent civilisation in their homeland whose name Etruria and as from B.C.E. 625-600 they had laid the... more
“Etruscans” is an ancient civilisation which had lived in Italy between B.C.E. X-I centuries. This people had established a magnificent civilisation in their homeland whose name Etruria and as from B.C.E. 625-600 they had laid the foundations of Rome. Very little information from this people which Romans had systematically carried out genocide has remained into the present and from XVIII. century until now Etruscan origin has been discussed consistently. Ever since 2007, relationship
connected between Etruscan origin and Turks and Phoenicians have rendered this people appealing for us. It is the best-known fact that the Etruscans were religious people. According to the historians, in one sense Etruscans were self-indulgent, they had specific festivals, they liked to drink and to dance in these festivals; in another sense, they were religious and melancholic people, they had various rituals applied fastidiously, they valued prophecy. Etruscan religion was anthropomorphic polytheism and this religion was based on an exact fatalist understanding. Also, this religion had holy books, prophecy/prophethood and a systematic posthumous understanding. Finally, Etruscan religion have known that there were common grounds with its contemporaries, Greek and Roman religions.
- by Ahmet Şimşek
- •
- Arkeoloji, Sanat Tarihi, Tarih, Sosyoloji
Mezopotamya'da kurulan medeniyetlerden en eskisi Sümer medeniyetidir. Bu medeniyeti incelemeye geçmeden önce, şu birkaç noktanın altını çizmekte yarar var. Mezopotamya kelimesi, Eski Yunancada mesos (orta) ve potamos (ırmak) kelimelerinin... more
Mezopotamya'da kurulan medeniyetlerden en eskisi Sümer medeniyetidir. Bu medeniyeti incelemeye geçmeden önce, şu birkaç noktanın altını çizmekte yarar var. Mezopotamya kelimesi, Eski Yunancada mesos (orta) ve potamos (ırmak) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur ve "ırmaklar ortasında kalan yer" anlamındadır. Dicle ve Fırat ırmakları arasında kalan Mezopotamya'ya Araplar, Beynnennehr adını vermiş; Tevrat'ta ise bu bölgeye Sincar denilmekte. Zaman içinde bölgeye Sâmiler, Gutiler, Fenîkeliler ve İbrâniler başta olmak üzere, çok sayıda kavim yerleşmiş. Sümerlerin yaşadığı coğrafya, bugünkü Bağdat'tan Basra Körfezi'ne kadar uzanan coğrafya. Burada ilk yerleşimlerin MÖ 4000'ler ve 3500'ler arasında Obeytlilerle başladığı sanılmakta. Kökenleri tam olarak bilinmese de Obeytlilerin, Sâmi ırkından olmadıklarına dâir genel bir kabûl var. Güney Mezopotamya'ya kuzeyden inen Sâmilerin Obeytlilerle kaynaşması ve bölgeye Sümerlerin gelmesiyle, ortaya melez bir ırk çıktı. İlk Obeytlilerin ise İran üzerinden buraya geldiği sanılmakta. Bu kavmin gerçek adı bilinmiyor, kurdukları yerleşim bölgelerine âit hemen tüm kalıntıların Tel El-Obeyt köyünde bulunmasından dolayı onlara Obeytliler denilmekte. Obeytlilerin yanlarında İran medeniyetinden birçok unsur getirdikleri düşünülmekte. Söz gelişi, tarıma elverişli olmayan toprakları elverişli hâle getirmeyi sağlayacak yöntemler, bunu gerçekleştirecek araç ve gereçler, çanak çömlek yapımcılığı gibi konular, bu şekilde değerlendirilmekte. Kimi târihçiler, Sümer medeniyetine Obeyt kültürünün özgün katkılarının olduğunu düşünmekte; kimi târihçiler ise Obeytlilere özgü bir kültürün aslında olmadığını savunmakta. Fakat, şurası kesindir ki Obeytliler, Güney Mezopotamya'da tarımcılığın başlamasına ilk ve en önemli katkıyı yaptılar. Daha sonra Sümerler, bataklıkları kurutup su depoları ve sulama kanalları inşâ ettiler. Bu konularda gösterdikleri başarılar, onlara Sümer denilmesini sağladı. Nitekim Sümer kelimesi, yerel dilde Sum-Er şeklindedir ve anlamı, "su adamı" veya "suyu denetleyen adam"dır. Kimi araştırmacılara göre Sümerler, MÖ 4000'lerde Orta Asya'dan Mezopotamya'ya gelmiştir ve Eski Türklerle akrabadır; neolitik çağda yaşanan iklim değişiklikleri Orta Asya'da büyük kuraklıklar meydana getirince Mezopotamya'ya göç etmişlerdir. Kimi araştırmacılar ise Sümerlerin, Anadolu'ya oldukça yakın bir bölgeden MÖ 3300'lerde Mezopotamya'ya geldiğini iddiâ etmekte. Ayrıca Sümerlerin, Hint kökenli bir kavim olduğu ve siyasî anlaşmazlıklar nedeniyle Hindistan'dan göç ettiği de iddiâ edilmekte. Ne var ki Sümercenin, Hint-Avrupa dilleriyle herhangi bir akrabalığı yoktur ve Sümerlerin Hint kökenli bir kavim olduğunu doğrulayabilecek sağlam bir bulguya ulaşılamamıştır. Hint-Avrupa dillerinden farklı olarak Sümerce, çekimli bir dil değil, Türkçe gibi eklemeli bir dildir. Ekler ise Sâmi dillerinden farklı olarak ön ek biçiminde değil, Türkçe gibi son ek biçimindedir ve kök sözcüklerde herhangi bir değişiklik yapılmaz. Bu benzerlik, Sümerler ve Eski Türkler arasında bir akrabalık kuranların elini güçlendirecek türden bir benzerliktir. Sümerlerin siyasî ve toplumsal yaşamları da Eski Türklerinkine benzer özellikler taşımakta. Fakat tüm bunlar, akrabalık ilişkisini kabûl etmek için yeterli değildir; çünkü, kavimlerin yaşadığı benzer siyasî ve toplumsal koşullar, benzer kurum ve ilişki biçimleri doğurmaktadır. Mezopotamya'da tarımcılığın gelişmesi ve medeniyetlerin doğuşu kolay olmadı. Bölgeye su getiren Dicle ve Fırat ırmakları, her mevsim cömert davranmıyor; yaz aylarında su bulmak mümkün olmuyordu. Bu nedenle, büyük su depolarına ve sulama kanallarına
- by Dr. Alkım Saygın
- •
- Sumerian, Ortadoğu, Arkeoloji, Eğitim
“Hermetik Aydınlanmanın İzinde Thoth, Hermes ya da Mercurius”, Kutadgubilig, 21, Mart 2012: 289-331. ABSTRACT Hermes, the god, who gave his name to Hermetic tradition, or Mercurius as named in Rome originally came from Thoth, Egyptian... more
İnsanlık tarihinin daimi sorularından birisi olan "din nedir?" sorusu hep sorulmuş ve sayısız cevaplar verilmiştir. Birçok kişi kendi bakış açısı ve ulaştığı bilgiler neticesinde bu soruya cevap niteliğinde dini tanımlamaya çalışmıştır.... more
İnsanlık tarihinin daimi sorularından birisi olan "din nedir?" sorusu hep sorulmuş ve sayısız cevaplar verilmiştir. Birçok kişi kendi bakış açısı ve ulaştığı bilgiler neticesinde bu soruya cevap niteliğinde dini tanımlamaya çalışmıştır. Dinin tanımı bir yana dinin mahiyeti ve sınırlarını tespit etmede de zorluklarla karşılaşılmıştır. Üzerinde en çok itilaf edilen konulardan birisi olan din kavramını tanımlamada aşırı öznelliğin hakim olduğunu herkesin kabul edebileceği bir tanımın olmadığını söylemek mümkündür. İnsanlar hislerini ve inançlarını ne kadar düzenlerseler düzenlesinler, kendi dini ve fikrî anlayışlarına göre bir kavramsal tanımlamada bulunuyor ve doğrusunun da kendi tanımladıkları olduğunu ileri sürüyorlar. Din, bireysel ve toplumsal açıdan geniş bir çerçevede güçlü işleve sahip bir kurumdur. İnsanların iç ve dış dünyasını etkileyen, insan ile beraber yaşayan ve hayatı anlamlandıran misyona sahiptir. Bu yüzdendir ki, her devirde filozoflar dini inceleme altına almışlardır. Kimi filozoflar dinin insanların korkularının sonucu olarak ortaya çıktığını; kimisi toplumu uyuşturan afyon olduğunu, kimi de ilahî kaynaklı bir inanç olduğunu ileri sürmüştür. Zaman zaman varlığı inkar dahi edilse de tarih boyunca her dönemde varlığının mevcut olmasından dolayı, yok sayılması mümkün olmamıştır. Dine karşı olumsuz bir tavır takınan filozofların, din sonradan ve dış etkenlerle ortaya çıktığına göre, onun ortadan kalkması da mümkündür; düşüncesiyle dini tanımlıyor olmaları farklılık arz etmektedir. Bu sebepten bu düşüncedeki filozoflar dinin kaynağının ilahi olduğunu da kabullenmek istememekte ve kaynağının dünyada olduğunu düşünerek yorumlamaya yönelirler. Onların kuramları elde ettikleri tarihi veriler veya incelediği topluluk ve kabilelere göre oluşmuştur, bu da genel-geçer sayılmıştır. Yapılan şey bölgesel ve sınırlı olanı evrenselleştirme çabasından ibarettir. Bu kuramların ise tamamen boş olduğunu söylemek elbette mümkün değildir, ancak tamamıyla doğruluğunu kabul etmekte mümkün gözükmemektedir. Bu araştırmanın amacı ise 'dini kavramsal' olarak incelemektir; mamafih dinin kaynağı ve meşruiyeti, dinin amacı, din-inanç, din-ideoloji ilişkisini incelemek ve değerlendirmektir. Batı ve İslam literatüründe din ve inanç tanımlarına değinecek ve bilhassa Kur'an-ı Kerim'in dini kavramsal olarak nasıl tanımladığını incelemeye çalışacağız. Kur'an kaynaklı kavramsal din hakkında kullanacağımız iki kaynağımız mevcut: İsmail Çalışkan'ın "Kur'an'da Din Kavramı" kitabı ile Fatih Orum'un "Kur'an'ın Öğrettiği Kavramlar: Din" kitapçığıdır. Bu konuda müstakil olarak çalışılmış başka kaynak bulunmamaktadır, binaenaleyh mevzubahis konuda atıflarımız bu iki kaynağa olacaktır.
This study focuses on the treatise named al-Risāla an-nūriyya fī kaşf asrār an-nāriyye fī tafsīr ʾāyati an-nūr of Ibrahim al-Ḳirīmī (d. 1001/1593), one of the 16th-century Ottoman scholars. In this treatise, Ḳirīmī interprets ʾāyat al-nūr... more
This study focuses on the treatise named al-Risāla an-nūriyya fī kaşf asrār an-nāriyye fī tafsīr ʾāyati an-nūr of Ibrahim al-Ḳirīmī (d. 1001/1593), one of the 16th-century Ottoman scholars. In this treatise, Ḳirīmī interprets ʾāyat al-nūr in an ishārī method. The focal point of his comments is the idea of Wahdat al-Wujud. In this direction, The Risāla refers to many issues such as the rankings of existence in sūfi thought, Haḳīḳat al-Muḥammadiyya, Zāt al-Ilāhiyya, the manifestation on the universe with the names and attributes. In the study, the text *
- by Hasan Yerkazan
- •
- Tasavvuf, Hadis, Kelam, Dinler Tarihi
Comparative method is a unique method which illuminates the history of religions. Its aim, on a plan that is entirely scientific, is not to wish to be confirmed. But this point might be added from a wider cultural point of view:... more
Comparative method is a unique method which illuminates the history of religions. Its aim, on a plan that is entirely scientific, is not to wish to be confirmed. But this point might be added from a wider cultural point of view: Historical comparative method helps us to understand the origins of every religions rather the phenomenological and evolutionist method. This method enables us to understand the mechanisms of a special type of creative process (religious creation). This creative process has a big role in the history of mankind. In the light of historical comparation, all religions display their merits and ores, and take part among the figures. In that place, a human being shows the Being that His creation is in progress, that means hist orically the way of life. So we believe that history of religions has a topic which is independent such as religions Bir as rdan daha fazla bir süreden beri, daha do rusu Max Müller'in ilk büyük eserlerinin yay nlanmas ndan bu yana, di er disiplinler aras nda bilimsel bir disiplin olarak dinler tarihinden veya dinlerin mukayeseli tarihinden bahsedilmektedir. Bununla beraber, bugün hâlâ bu disiplinin varl ve varl k nedeni, bizatihi olarak, klasik filoloji, Frans z edebiyat tarihi, lenguistik tarihi, M s r ilmi tarihi ve di er be#eri disiplinler düzeyinde kabul görmektedir. Hiçbir ülkede, orta ö retimdeki ders programlar , dinler tarihi ö retimini öngörmüyor.
Hıristiyan mistiklerden birisi olan Bingenli Hildegard hakkında yaptığımız tezin ilk kısmında çalıştığımız kavramsal çerçeve ve tarihsel araştırma sonucunda Hıristiyan mistisizmine ilişkin bir giriş çalışması yapma fikri hâsıl olmuştur.... more
Hıristiyan mistiklerden birisi olan Bingenli Hildegard hakkında yaptığımız tezin ilk kısmında çalıştığımız kavramsal çerçeve ve tarihsel araştırma sonucunda Hıristiyan mistisizmine ilişkin bir giriş çalışması yapma fikri hâsıl olmuştur. Bu bakımdan çalışmanın ilk bölümü, Hıristiyan mistisizmin temel özelliklerine dair tezimizde tartışılan meselelerin gözden geçirilmiş halini yansıtmaktadır. Hildegard’a kadar ele alınan mistiklerin hayatları ve eserleri elinizdeki çalışmada biraz daha genişletilmiştir. Yine bu bölümde mistisizm ve kadınlara yönelik
muhtemel çalışmalara yön vermek için kadın mistiklere ayrıca yer verilmiştir. Ardından manastır kuralları denilen “Rule” ya da “Order” nizamnamelerine göre yönetilen mistik gruplar ve reform sonrası dönemde Hıristiyan mistisizmine ilişkin gelişmeler ele alınmıştır. Üçüncü bölüm ise tamamen bu çalışmaya özgü araştırmaları içermektedir. Bu
bölümde modernizm, sekülerizm ve mistisizm ilişkisi etrafında mistisizmin geleceği tartışılmış ayrıca feminist mistisizm ve dinlerin mistik birliği gibi modern dönemde tartışma konusu olan problemler incelenmiştir.
- by Bitig Tarih
- •
- Roman Army, Tarih, Selçuklular, Felsefe
This book seeks to reflect upon the (hi)story of the people of Israel from the time of the patriarchs to that of Ezra, discussing and comparing the biblical and quranic narratives in the light of existing archeological evidences.
ÖZET Göbeklitepe dikilitaşları yoğun hayvan çizimleriyle bezelidir. Ağırlıklı betimler yılan, kuş ve turna, tilki, yaban domuzu, örümcek gibi örneklerden oluşmaktadır. Bunlar farklı yapıları karakterize eder şekilde gruplara ayrılmış... more
ÖZET Göbeklitepe dikilitaşları yoğun hayvan çizimleriyle bezelidir. Ağırlıklı betimler yılan, kuş ve turna, tilki, yaban domuzu, örümcek gibi örneklerden oluşmaktadır. Bunlar farklı yapıları karakterize eder şekilde gruplara ayrılmış gözüküyor. Yine benzer biçimde bir arada kullanılan örnekler de farklı anlamlar taşıyan kompozisyonlar şeklindedir. Tüm hayvan betimleri büyük bir ustalıkla canlandırılmış, usta sanatçıların elinden çıkmıştır. Kimi çizimler hakkında melez hayvan-sentez varlık niteliği tartışılmaktadır. Bu çalışmada Göbeklitepe'nin hayvan motiflerinin kutsal bağlamda ne ifade etmiş olabileceği sorusuna erişmeyi hedefliyoruz. Hemen başlangıçta hayvan betimlerine ilişkin analizlerin ortak bir nokta üzerinde buluşmamıza olanak tanıdığını belirtmeliyiz: Bunlar öte dünya-ölüler dünyası-ile ilişkili ve belirgin misyonlar taşıyan kutsal hayvanlardır.
The Witnesses Of The Day Of The Judgment In The Quran Allah her şeyi gören ve bilendir. Bu nedenle kullarını hesaba çekmek için herhangi bir belgeye veya şâhide ihtiyacı olmadığı açıktır. Bununla birlikte Kur’ân’da âhirette kurulacak olan... more
The Witnesses Of The Day Of The Judgment In The Quran
Allah her şeyi gören ve bilendir. Bu nedenle kullarını hesaba çekmek için herhangi bir belgeye veya şâhide ihtiyacı olmadığı açıktır. Bununla birlikte Kur’ân’da âhirette kurulacak olan Mahkeme-i Kübrâ'da birçok şâhidin olacağı açıklanmıştır. Bu mahkemenin işleyişinin, insanın dünya hayatında bildiği ve alışık olduğu muhâkeme usullerine benzer ifade edilmesi kulun âhiret ahvâlini kolayca kavraması amacına mâtuftur. Çünkü insanın dünyadaki aklî kapasitesi âhirette meydana gelecek hâdiseleri kavrama yetisine sahip değildir. Bu açıdan Kur’ân’da söz konusu hâdiseler insanın anlayabileceği şekilde semboller ve benzetmeler kullanılarak ifade edilmiştir. Bu makalede mahkeme-i kübrâda kulun lehinde veya aleyhinde şahitlik edeceği bildirilen şahitlerin kimler/neler olduğunu ve bu şahitlerin özelliklerini inceledik. Hesap günü şahitlerine Allah'ın değil kulların ihtiyacı olduğunu, ayrıca bu şahitlerin hem dünyada hem de âhirette onlara büyük yararlar sağlayacağını tespit ettik. Dünya hayatında başıboş bırakılmadığını, her an kendisini görüp gözeten ve yaptığı tüm amelleri kayıt altına alan meleklerin olduğunu, Allah'ın emanet olarak verdiği ve O’na karşı günah işlemekte kullanılan vücut organlarının sahibinden şikâyetçi olacağını bilen bir kul, kesinlikle günah işlemekten çekinecektir. Ayrıca dünyada ile huzur bulacaklar ve er geç zalimlerin hesap vereceklerine olan inançlarını hiç kaybetmeyeceklerdir.
Bu kitap, genelde tüm dünyada, özelde dinsel gelenekler bağlamında oldukça zengin bir geçmişe sahip olan Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında yapılan arkeolojik çalışmaların arkeolog ve din bilimcileriyle disiplinlerarası bir düzlemde... more
Bu kitap, genelde tüm dünyada, özelde dinsel gelenekler bağlamında oldukça zengin bir geçmişe sahip olan Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında yapılan arkeolojik çalışmaların arkeolog ve din bilimcileriyle disiplinlerarası bir düzlemde yapılmasını teklif etmektedir. Arkeolog ve dinler tarihçilerinin ortak çalışmalarla üretecekleri kavramlar, ortak bir dilin inşa edilmesine vesile olacak ve böylece problemlerin çözümüne katkı sunacaktır. Dolayısıyla din arkeolojisi, yeni bir disiplin olarak değil, disiplinlerin duvarlarını aşan ortak bir alan olarak önerilmektedir. Bu durum geçmişi anlamanın önündeki engellerin asgari düzeye inmesini sağlayacaktır. Bu bağlamda son dönemlerin önemli arkeolojik keşiflerinden Göbekli Tepe, oldukça zengin tasvir ve sembol dünyası ile ortak bir çalışma alanı olarak öne çıkmakta ve buradaki teorik düzlemin pratikteki izdüşümü olarak belirmektedir.
İslamiyet’in var olduğu ilk dönemlerden beri farklı dinler İslam toplumlarında önemli bir yere sahip olmuştur. Tarihin ve zamanın algısından bağımsız olmayıp savunma ve reddiye dili bu dünyaya hâkim olmuştur. Polemik dili günümüzde yerini... more
İslamiyet’in var olduğu ilk dönemlerden beri farklı dinler İslam toplumlarında önemli bir yere sahip olmuştur. Tarihin ve zamanın algısından bağımsız olmayıp savunma ve reddiye dili bu dünyaya hâkim olmuştur. Polemik dili günümüzde yerini yavaş yavaş Objektif anlayışa bırakmıştır. Müslüman düşünürlerin tarihsel polemiklerinin diğer inanç mensuplarının İslam ve Müslüman algısından daha kötü olduğu söylenemez. Ancak günümüz Türkiye’sinde yapılan çalışmaların önemli bir kısmı diğer dinleri akademik metodoloji çerçevesinde ve yine akademik ahlakın sınırlarını aşmadan analiz ve değerlendirme amacıyla yapılmaktadır. Bu tebliğin yazılış amacı Türkiye’de Dinler Tarihi Bilim Dalı’nda 1959-2013 yılları arasında Dünya dinleri hakkında tamamlanmış olan yüksek lisans ve doktora tezlerini istatistiksel olarak incelemek ve geleceğe yönelik yeni çalışmalar yapılırken dikkate alınabilecek hususları dile getirmek olacaktır. Araştırmamızı hazırlarken Yüksek Öğretim Kurumu’nun veri tabanı taranarak, 1959-2013 yılları arasında hazırlanmış tezler yazar, danışman, üniversite, tez türü, tez adı ve yıl olarak istatistiksel veriye dönüştürülmüş ve düzenlenmiştir. İslam Araştırmaları Merkezi’nin veri tabanı ile karşılaştırılarak farklılıklar ve yanlışlıklar büyük ölçüde giderilmiştir. Sonuçta araştırmamıza konu olan 650’den fazla yüksek lisans ve doktora tezi YÖK ve İSAM kütüphanelerinin veri tabanı temel alınarak taranmış ve muhteva açısından Yahudi Tarihi ve inancıyla ilgili çalışmalara odaklanılmıştır. Bu tebliğ, Türkiye’de 1959-2013 yılları arasında yapılan tezlerin; yıllara, yapıldığı üniversiteye, derecesine (yüksek lisans doktora), diyalog, dinleri karşılaştırma, yapan kişilerin akademiye katılması, cinsiyet, konu, İslam- Yahudilik ilişkileri vb. bağlamlarda elde edilen istatistiki verilerin analizine dayanmaktadır. Bu analizler Türkiye’de Dinler Tarihi hakkında yapılan tez çalışmalarının ideolojik veya apolojetik bir eğilimden uzaklaşarak fenomonolojik bir algılamaya doğru yöneldiğini göstermektedir.
Ortaçağ Avrupası, sosyal dinin şişmesiyle yozlaşan dinsel düzeni ve oluşumla bağlantılı toplumsal kurumları barındırmaktaydı. Dinin kurucu öğelerinden sapmanın sonsal profili olarak "şişme"ye karşıt olarak beliren tepkilerin tümü dinin... more
Ortaçağ Avrupası, sosyal dinin şişmesiyle yozlaşan dinsel düzeni ve oluşumla bağlantılı toplumsal kurumları barındırmaktaydı. Dinin kurucu öğelerinden sapmanın sonsal profili olarak "şişme"ye karşıt olarak beliren tepkilerin tümü dinin kurucu kişi ve öğretisine dayanarak sürmekte olan düzene radikal eleştiriler getirmiştir.
.
Kurucu kişilerin sözlerinden alıntılar ve onun yaşamına öykünme hali ve politik yaşamın gerilimli koşulları orada burada kutsal nitelikli kişilerin belirmesiyle sonuçlanmıştır. Tüm dünyada Gnostisizm olarak bilinen ekol Ortaçağ Batı dünyasında yaygın bir yayılım gösterdi. Kitlesel bir desteği arkasına alan bu okullar çok kısa sürede Avrupa'da etkili olmaya başlamıştı. Tüm bu bölüm boyunca sosyal boyutunu temsili Kilise'nin 'kurucu kişilere' ve onların ideolojisine karşıt konumlanışına alternatifi olarak, bizzat 'kurucu ilkelere dönüşü' vaaz eden kişi ve topluluklar arasındaki gerilime bakacağız. Bunun için anahtar kurum olarak Engizisyonun sosyal bağlamdaki uçlaşmanın yarattığı canavarı nasıl temsil ettiğini göreceğiz. Diğer taraftan dinin bireysel boyutunun Ortaçağ Batı dünyasındaki ifadesi, Gnostisizm ve gnostik önderler merkezinde kurulan alternatif düzenin Şamanist toplumlarla ilişkisini kurma olacağımız olacak.